Bugün Bir İstanbul Masalı yazmayı düşündüm Bütün caddelerini karış karış gezmiş gibi… Arka Sokaklarında Sıcak Saatler yaşarken, Kapalı Çarşı‘da Türk Malı el dokumalarını hisseder gibi… Ya da o Gönülçelen boğaz kokusunu içime çeker gibi Ama yapamadım…
Gördüm ki Yedi Tepe İstanbul‘un yedi ayrı tepesinde Haneler kurulmuş O hanelerde Geniş Aileler yaşar olmuş; köylerindeki Kavak Yelleri‘nden uzak, İstanbul’un Yahşi Cazibesine gelmiş… Bizimkiler şimdi ne yapıyor özlemi içlerinde… Bin Bir Gece bin bir dert gören, her dertle bin bir yaprak dökümü yaşayanlar Adanalısı da varmış içlerinde, Anteplisi de Kütahyalısı da…Ekmek Teknesini yürütmeye gayesi hepsinde de
Sanmışlar ki Ezelden beri taşıdıkları o Deli Yürekler, Acı Hayatlarını son bulduracak Avrupa Yakasının gökdelenleri arasındaKurtlar Vadisine düştüklerini çok geç farketmişler Kimisi Cennet Mahallesi‘nde oturmuş Zurnanın, davulun sesi, içlerinde sesi bastıracak sanıp… Nerede bir cümbüş, bir gürültü bulmuşlar; yakın durup hıçkırarak ağlamışlar Çocuklar Duymasın diye
Ya o çocuklar Hep Arka Sıradakiler… Erkeğin elindeki ağaçtan Kılıç, Günü geldiğinde, eline güç geçtiğinde vuracağı kafanın hesabını yapmış Kız ise bir Hanım’ın Çiftliğinde bir iş bulmuşsa mutlu sayıyormuş kendisini evdeki Parmaklıklar Ardındaki yaşamından uzakmış ne de olsa… Ama hanımının dev aynalarının karşısına geçip tozunu alırken dururmuş aniden, Gül Beyaz yanaklarında göz yaşları dökülürken sorarmış sadece için için her seferinde : İyi de Fatmagül’ün Suçu Ne?