Pembe Sütlü Su Aygırları



Su aygırı (Hippopotamus amphibius), Nil aygırı olarak da bilinmektedir. Su aygırıgiller (Hippopotamidae) familyasındandır. Büyük bir cüsseye sahip olan su aygırları, Afrika’’nın en büyük cüsseli hayvanları arasında yerini almaktadır. Otobur olarak yaşamlarını sürdürürler ve beslenmeleri özellikle geceleri su kenarlarında olan bitkileri otlamak şeklinde gerçekleşir. Bilimsel ismi olan Hippopotamus, hippos – At ve potamos – nehir kelimelerinin birleşiminden gelmektedir. Balinalara ve yunuslara daha yakın akraba olan su aygırları, doğada kendine önemli bir yer bulmuştur.

Geçmişten günümüze gelen yaşam alanları açısından, Afrika’ da Sahara’ nın güney kesimlerinin yanında, Nil bölgesinde yaşamış olan su aygırlarının bir diğer adı da Nil aygırıdır. Bu adı da, su aygırlarının ilk olarak Nil kıyılarında keşfedilmiş olmasına dayanmaktadır. Yetişkin bir su aygırının omuz yüksekliği 1.50 m, vücudu 4.50 m uzunluğundadır. Bu hayvanların gövdeleri oldukça büyük olması ve kuyruk kısmının gövdeye bağlanma noktasından bile 50 cm civarı olması, görsel olarak ne kadar büyük bir cüssede olduklarını kanıtlar niteliktedir. Su aygırı 2700 ile 4500 kg ağırlığındadır. Bu da bize, gergedanlarla birlikte, fillerden sonraki en büyük ikinci kara hayvanı olduğunu göstermektedir. Cüsselerine göre aslında oldukça hızlı hareket edebilme kabiliyetleri vardır. Gerekli durumlarda saatte 48 km/sa hıza ulaşabilirler. Geniş cüsseleriyle orantılı olarak, kafaları da oldukça büyüktür. Geniş olan kulaklar, gözler ve burun delikleri kafanın üst tarafına toplanmış bir kafa yapısına sahiptir. Bu şekilde olması, yaşamsal faaliyetlerini sürdürmelerine olanak sağlamaktadır. Bir su aygırı kafası 450 kg’a kadar ulaşan ağırlığa sahiptir.

Su aygırlarında 44 adet diş bulunmaktadır. Her iki yanda da 3 kesici diş, bir köpek dişi, dört öğütücü azı ve üç azı dişi bulunur. Kesici dişlerin oldukça büyük tehdit oluşturması da, dişlerin yüzeye paralel olarak yatay konumudur.

Oldukça büyük bir cüsseye sahip olan bu hayvanların bacakları şaşırtıcı derecede kısadır. Gövdesi fıçı şeklindedir ve neredeyse tamamen çıplaktır. Gri-siyah deri rengine sahip olan bu hayvanların, göz, kulak bölgesi çevresinde pembeleşen deri rengine sahiptirler. Vahşi doğada ve vahşi yapıda olan bu hayvanların görüntülerine güzellik katmakta ve sert görünüşlerini yumuşatmaktadır.

Su aygırları yavaş akan, kıyı şeridine sahip ve kumsalı olan her büyüklükte akarsularda, ısısı 18 ve 35 °C aralığında sularda bulunur. Su onların habitatlarının önemli bir bölümünü temsil eder. Otlamak için, akarsuyun yakın çevresinde otluk alan olmasına ihtiyaçları vardır. Otobur olduklarından, otlamak yaşam zorunluluklarıdır. Genelde geceleri otlarlar ve günlük karşılamak zorunda oldukları ot miktarı 50 kg civarındadır. Su hayatına oldukça iyi uyum sağlayan su aygırlarının, aslında kötü yüzücüler oldukları bilinmektedir. Genel olarak, ya akarsuyun zemininde yürürler, ya da kendilerini suya taşıtma yoluyla hareket ederler. Su dışında oldukça terlemeleri, onların vücut yüzeylerinde güneş yanıklarının oluşmasına sebebiyet vermektedir.

Su aygırları 20′ ye kadar hayvandan oluşan sürüler halinde yaşarlar. Kendi sınırlarını belirledikleri alanlar içinde yaşamlarını sürdürürler. Güçlü olanın hayatta kaldığı doğa şartlarında sınır belirleme işi, erkek su aygırlarına aittir. Dışkılarını dairesel kuyruk hareketi ile fırlatmasıyla o bölgeyi işaretlemiş olur ve hakimiyetlerini kurduklarını belli ederler. Doğadaki hayvan gruplarında görüldüğü üzere, su aygırlarında da gruba liderliği genel olarak yaşlı erkekler yapar. Gruplar dişi, yavrular ve zaman zaman da genç erkeklerden oluşur. Sınırları belirlemiş olan erkekler, birbirlerine üstünlükleri ciddi şekilde savunurlar. Alanlarını koruma pahasına oldukça sert şekilde kavgalar yapabilmektedirler. Döllenme su içerisinde gerçekleşir. Döllenme sırasında dişi suda yaşar ve sadece hava almak için yüzeye çıkar. 8 aylık bir gebelik süreci yaşarlar. Su aygırlarının çiftleşme zamanları kuraklık başlangıcında olur. Gebelikleri yağmur zamanı tek bir yavrunun doğumuyla sonlanır. Doğum olayı da döllenme gibi su içinde gerçekleşir. Yavrular, ortalama 30 ile 50 kilo arasında doğarlar. Önemli bir özelliği, doğar doğmaz yürüyebiliyor oluşlarıdır. Bu, doğduktan sonra anne su aygırı otlamaya giderken, takip etmesi için gereklidir. İçgüdüsel olarak gerçekleşen bu durum, doğduktan sonra hayata tutunma açısından gerçekleşen eşsiz bir reaksiyondur. Yaklaşık 30-40 yıl yaşamlarını devam ettirirler. Fakat, nadir görülen bir durum olmasından dolayı belirtilen su aygırı Bulette, Berlin Hayvanat Bahçesi’nde 53 yıl yaşamıştır.

Genel anlamda barışçıl gibi bir algı oluştursalar da, aslında oldukça vahşi hayvan grubuna girmektedir. Ölüm vakalarına sebep olma açısından yüksek bir yüzdeye sahiptirler. Fakat, bu vahşi hayvanların, hiç de yaratılış doğasıyla örtüşmeyeceğini düşündüğümüz bir özelliğe sahiptir. Su aygırlarının sütü, alışılanın aksine beyaz renkte değil, pembedir. Su aygırının sütü, oldukça çekici bir görüntü oluşturmaktadır. Sütün renginin pembe olmasının sebebi ise suaygırlarının Hipposudoric acid ve Norhipposudoric acid adlı iki farklı vücut salgısından kaynaklanmaktadır. Hipposudoric acid açık kırmızı ve Norhipposudoric acid açık turuncu renktedir ve vücuttaki bakteri gelişimini engelledikleri belirtilmektedir. Sütün renginin pembe olmasının sebebi bu salgıların belli bir oranda süte karışıyor olmasıdır. Yoksa, normal şartlarda, her canlı gibi su aygırlarının da sütünün rengi özünde beyaz renktedir.

Bu renkte sütlerinin olması, su aygırlarını diğer canlılardan oldukça ayırmaktadır. Sütlerinin yararları olması durumunda, sütü sevmeyen çocuklar için bir alternatif oluşturabilecek olması da belki mümkün olabilir.

Doğadaki canlıların her birinin kendine özgü güzellikleri ve birbirinden hoş farklılıklarının olduğunu bilmekteyiz. Doğa, hem onlara yaşamlarını sürdürebilmek için hem kendilerini güvende tutabilmek için hem de güzellik katabilmek için böyle özellikler sunmuştur. Biz insanoğluna da bu güzellikleri ve farklılıkları görerek hayranlık duymak kalmaktadır.