Büyüklere Niye Masal Anlatılmaz?

Düşünüyorum da, dünyaca ünlü, klasikleşmiş masallar günümüzde yazılsaydı nasıl tepkiler alırdı; nasıl kıyametler kopardı… Kitapta bir çocuk diğerine “lan” dediği için o kitabın okunmaması gerektiğini düşünenler, Hansel’le Gretel’in babasının, sırf ikinci karısı istemiyor diye çocuklarını ormana bırakmasını normal karşılar mıydı? Kırmızı Başlıklı Kız’ın, annesi “ormana sapma” dediği halde orman yolundan gitmesi, çocuklara düpedüz aileye isyanı mı öğretiyordu? Ya Pinokyo’nun yalanlarına ne demeli? Karınca’nın Ağustos Böceği’ni kışın ölüme terk etmesi? (Gerçi YO-YO’daki ilgili bölümü okursanız, aslında Karınca’nın böyle bir şeyi yapmasının zaten mümkün olmadığını göreceksiniz.) İşin içinden çıkamamak isterseniz, ‘Karınca Ağustos Böceği’ne yardım etse, bu sefer de tembelliği özendirir’ diyebilirsiniz. Kraliçe, yardımcısından Pamuk Prenses’in kalbini söküp getirmesini ister; ailesi Rapunzel’i ‘ne yapalım, kader’ diye Cadı’ya verir; Avcı, masal mutlu sonla bitsin diye kurdun karnını deşer…
Bu masallarla büyüdüğümüz halde hiçbirimizin ruhu travmalı değil ya da psikopata dönüşmedik. Niye sizce? İşin sırrı, çocukla yetişkinin arasındaki farkta gizli. Büyüdükçe yitirdiğimiz ‘çocukça düşünceler’ ve kendi yetişkin kafamıza göre şekillendirdiğimiz doğrular, yersiz korkulara kapılmamıza, çocuklara -bazen- gereksiz yasaklar koymamıza yol açıyor.
Çocukların ne yapması ya da ne yapmaması gerektiğine karar verme yetkisi, elbette ki yetişkinlerde. Yetişkinler bu hakkı, kendi tecrübeleriyle elde etmiştir ve bu yüzden haklı oldukları konusunda hiçbir şüpheleri bulunmaz. Çoğunlukla haklılardır da. Ama bu, her zaman haklı oldukları anlamına gelmez. Çocuk olmayı unutmuş bir yetişkinin en sık yaptığı şey, çocuğun da çocukluğunu elinden almaya çalışmaktır ve ‘çocuk için doğru olan bu’ iddiasının arkasında, gururla durur.
Çocuk bahçede koşarken, “düşersin, koşma” diyerek ona koşmayı yasaklamanın adil bir tarafı var mı? Öte yandan, görünüşte gayet mantıklı bir gerekçe. Çocuk koşarsa, gerçekten de düşebilir. Koşmazsa, düşme tehlikesi de yoktur ve böylece yaralanmaz. Çocuğu düşmekten korumak için ona koşmayı yasaklayan yetişkinin, kendi çocukluğunu tamamen unuttuğunu iddia etmek de yanlış olmaz. (Tabii koşmayı yasaklamak basit, ama çok uçlarda bir örnek. Sadece durumu daha iyi açıklamak için seçtim.) Çocuğun düşmesinden korkmayı, öyle ya da böyle, mantıklı kabul edebiliriz. Ama etrafında koşturan çocuklara bunu yapmamalarını söyleyen her yetişkinin gerekçesi aynı değil. Gerçekten rahatsız olanları da bir kenara ayıralım. (Ki o yetişkinler, inanın bana çocukken de etraflarında başka çocuklar koştuğunda rahatsız oluyordu.) Çocukların bitmek tükenmek bilmeyen enerjilerini izleyerek şarj olmak yerine bu aktiviteyi sonlandırmaya odaklanan yetişkinlerin çoğunun bilinçaltına indiğimizde, şöyle bir yazıyla karşılaşma ihtimalimiz yüksektir:
Çocuklar koşuyor. Hiç yorulmuyorlar. Kimse onların koşmasını garip bulmuyor. Oysa ben şimdi masaların arasında koşup zıplamaya başlasam, herkes deli olduğumu düşünür. Zaten iki kere koşsam, nefes nefese kalırım. Bir daha asla çocuk olamayacağım. O günler geçti. Üstelik, çocukken çocuk olduğum için, hiçbir şey anlayamadan geçti. Çocukken çocuk olmak… Kulağa ne saçma geliyor. Ama öyle. Üç yaşımdayken kim bilir ne kadar çok eğleniyordum, aynı şuradaki oğlan gibi. Şimdi hatırlamıyorum bile. En güzel günlerimizi kaybetmek yetmiyormuş gibi, bir de onları hatırlamıyoruz. Çocukken çocuk olmak, gerçekten adil değil. Keşke yetişkin aklımızla çocuk olabilsek. En çok çocuk olmaya ihtiyaç duyduğumuz dönemde, yetişkin olmak zorundayız.
Bu düşünceler sizi etkiledi mi? Bunu özellikle soruyorum, çünkü eğer etkilendiyseniz, beşinci kitabım YO-YO’yu okumaya ihtiyacınız vardır. İnanın kendinizi daha iyi hissedeceksiniz.
Bir daha asla çocuk olamayacağını; koşmaya kalksa hemen yorulacağını; yorulmasa bile, ortada zıp zıp zıplayan bir yetişkine herkesin deli gözüyle bakacağını bilen kişi, elbette ki etrafında çocukların oynamasından hoşlanmaz.
Çocukla yetişkin arasındaki farkı iyice ortaya koymaya çalışıyorum. Çünkü az sonra, bir yetişkinin endişe verici bulduğu kitabı, bir çocuğun okumasında niye sakınca olmadığını söyleyeceğim. Bilen ve Bilmeyen isimli şiirimde anlattığım bir şey vardı: Bir çocuğun, hareket halindeki vapurun kenarından sarkarken yaşadığı eğlenceyi, bir yetişkin aynı şekilde vapurun kenarından sarktığında asla hissedemez. Peki, aradaki fark ne? Çocuk, sarkarken denize düşüp ölebileceğini aklının ucuna bile getirmezken, yetişkinin tek düşündüğü budur. Tecrübeleri ya da edindiği bilgiler insana, hareket halindeki bir vapurdan düşmenin çok da güzel bir şey olmadığını göstermiştir. Ve sarkmak, elbette ki vapurdan düşme ihtimalini yükselten bir eylemdir. Şiirde şöyle demişim:
Çocuk, düşeceğini düşünmez

O yüzden her tırmanışı,

Her sarkması, her koşması zevktir

Düşeceğini, yaralanacağını,

Acı çekebileceğini öğrendikçe büyür

Büyüdükçe oyunlar zevk vermemeye başlar

Sonra,

O da vapurdan sarkmaz

Denizanasının şeffaf pembesi başka çocuklara kalır

Onlar da büyüyene kadar…

Bir yetişkin, kendisi sekiz yaşındayken, annesi / babası onu, zevkle üzerinde yürüdüğü duvardan indirse ne kadar kızardı, bunu asla aklına getirmez. Getirse de, belki önemsemez. Çünkü artık roller değişmiştir. Kendi çocukluğunu duvarların üstünde geçirmiş bile olsa, bunu çocuğunun yapmasını istemez. O artık, çocuğunu koruması gereken bir ebeveyndir. Hatıralarının içinde defalarca duvardan düşmek varsa, çocuğuna koyduğu duvarda yürüme yasağıyla ilgili içi rahattır. Kendisi duvardan düşmediyse bile, yetişkinliğin olmazsa olmazı gereği, çocuğunun düşeceği ihtimalini es geçemez. Haklıdır da. Ama kendisi duvarda yürümenin zevkini tadarak büyümüşken, çocuğunu bundan mahrum etmenin adaletsizliği de, kenardan bize göz kırpar.
Klasikleşmiş masalları bazen mizahi bir dille, bazen de dehşete düşmüş bir halde eleştiren yazılara siz de rastlamışsınızdır. Peki, masalları sorgulamaya ne zaman başladığımızı fark ettiniz mi? Evet, büyüdükten sonra. Şahsen ben çocukken, okuduğum hiçbir kitapta dehşete düştüğümü hatırlamıyorum. Ölen karakterler, ölümün de hayat kadar doğal olduğunu fark etmemi sağladı. Aşırı yaramaz çocukların başına gelenlerden, nasıl davranmamam gerektiğini öğrendim. Hayaletler, beni tatlı tatlı korkutarak, gece yorganın altında hayaller kurmamı sağladı. Hansel’le Gretel’i hiçbir zaman, “bu nasıl bir baba? İnsan çocuklarını ormana atar mı?” düşüncesiyle okumadım. Çünkü çocuktum. Benim ilgimi çeken tek şey, pastadan evdi. Cadı Hansel’i kafese kapatıp onun semirmesini beklerken, bunun dünyanın en korkunç şeyi olduğunu düşünmedim. Hansel’le Gretel Cadı’yı fırına attığında, bu acılı son rüyalarıma girmedi. Avcı kurdun karnını yardığında, bunun tek anlamı, kötülerin cezasız kalmayacağıydı. Cadı’nın bahçesindeki kızlarına üzgün üzgün el sallayan, Rapunzel’in annesiyle babasına acıdım. “Vermeselerdi kızlarını Cadı’ya!” diye düşünmedim. Prens’in Pamuk Prenses’i öperek uyandırması, dünyanın en mantıklı şeyiydi. Aynı, Kraliçe’nin onun kalbini istemesi gibi… Kraliçe’ye ceylanın kalbi götürüldüğünde, “hayvanın ne suçu vardı?” diye isyan etmedim. Çünkü dediğim gibi, çocuktum. Çocuklar böyle ayrıntılara takılmaz. Her şeyin altında art niyet aramayı, büyüdükçe öğreniriz.
Size şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bir masalı çocukken okumakla büyüdükten sonra okumak arasında çok fark var. Şimdi, masalları yetişkin aklımızla okuyoruz. Avcı’nın, kurdun karnını yararak Kırmızı Başlıklı Kız’la büyükanneyi oradan çıkarmasının, çocukları dehşete düşüreceğine eminiz. Oysa o sahnenin dehşete düşürdüğü kişi, aslında biziz ve çocukken bu masalı eğlenerek okuduğumuzu çoktan unuttuk.
Çok fazla kötü şey gördük, duyduk; çok fazla korkuyoruz. Gerçek hayat öyle tehlikelerle dolu ki, yetişkin aklımızın -haklı- korkularıyla, sütten ağzı yananın yoğurdu üflemesi gibi, masalları, kitapları bile ‘tehdit edici’ bulmaya başladık.
Şunu hep hatırlayın: Sizin bir kitaptan anlayacağınız şeyle, çocuğunuzun anlayacağı şey asla aynı olmayacak. İnanın bana, kitapları yetişkin kafa yapınızla değerlendirdiğinizde, dünya üzerinde çocukların okuyabileceği hiçbir kitap olmadığı fikrine bile ulaşabilirsiniz. Bırakın, çocuklar kitapları kendi dünyalarında okusun. Siz o dünyadan çoktan ayrıldınız. Ama onların serüveni yeni başlıyor.