Özlemeyi kendine yediremediğinde, insan yorulmaya başlar.
Mesela artık daha az şarkı dinler. Çünkü hatırlamak istemez. Daha büyük kahkahalar atar. Çünkü ağlamaktan korkar. Daha çok konuşur. Ama daha az güvenir. Daha çok yalan söyler. Arkadaşlarına yalan söyler, ailesine yalan söyler, hiç tanımadığı ve ilk defa konuştuğu insanlara yalan söyler ve en kötüsü de, kendine yalan söyler. “Özlemiyorum” der, “Sevmiyorum ki” der. Ama daha fazla özlemeye başlar. “Unuttum” der ama daha fazla hatırlamaya başlar. Yalan söylemek, özlemeyi durdurmaya yaramazki. Gülümser. Etrafına gülümser, ailesine gülümser, sokakta annesinin elini bırakmasından korktuğu küçük kız çocuğuna gülümser, elindeki hasta çocukla para bekleyen dilenciye gülümser. Gülümser ama insan özlediğini her ne olursa olsun, ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, gece başını yastığa koyduğun anda hatırlar. Sabah olur, hayatına devam eder. Tek bir şey bekler, özlendiğini biraz olsun hissetmek. Ama bunu belki hisseder, belki hissetmez. Sonucu ne olursa olsun hayat devam eder.
Sonra, bir an gelir. O an, insan içinde tuttuklarını ağlayarak dışarıya atmaya başlar. Bazıları ağlamaz. Bazıları dalga geçer. İnsanların duygularıyla dalga geçmek gibi. Ama her insan ağlar. Birileri bunu söyler, birileri yazar, birileri ise bunu asla söylemez ve gizler. Ağlarken bazıları kendinden nefret eder. Bazıları onu ağlatan kişiden.
Ve herkes sevebilir, herkes öpebilir, herkes koklayabilir, herkes dokunabilir ve herkes özleyebilir. Ama hiç kimse özlediğini kolay kolay söyleyemez. Hatta hiç kimse, şuan bu satırları okurken aklına gelen kişiyi özlediğini bile kendine yediremez. Ama özler.
Hemde çok özler...