-İnsanlık sınırda-
30 Eylül 2014, Salı
Ortadoğu'nun değişmez kaderi haline gelen acı ve keder içimizi yakan kavurucu bir ateş halinde güney sınırımıza dayandı. İnsanlığın yeni katili IŞID'in zulmünden kaçan yüzbinlerce insan Kobani'den kaçarak ülkemize sığınıyor.
Ne yapacağını bilemeden canlarını kurtarmak için kapımıza gelen mültecilerin çaresizliği yürek burkuyor.
Ağlayan her küçük Kobanili çocuğun gözyaşları yağmura hasret kurumuş topraklarımızı ıslatıyor.
Ölümden kaçarak evlerini, eşyalarını, hayvanlarını kısacası sahip olduklarını bırakarak geliyor çoğu yaşlı kadın ve çocuk olan sığınmacılar...
Yakıcı sıcakta bavullarına sığdırabildikleriyle dikenli tellerden Türkiye'ye girenler olduğu tere yığılıyor. Kucaklarında bebekleriyle kilometrelerce yol yürüyen kadınlar uzatılan suyu önce çocuklarına içiriyor.
Terliklerini sınırı geçerken kaybeden çocuklar, çıplak ayak taşların ve dikenlerin arasında yürümekte zorlanıyor. Ağlayan çocukları verilen bisküviler de susturamıyor. Burada akrabası olanlar gidecek yeri olmayanlara göre daha şanslı; birkaç parça eşya yüklenince kamyonet yurtdışından gelen akrabalarla beraber yola koyuluyor.
Misafirhaneler , düğün salonları, cami avluları yeni konuklarına kapılarını açıyor, yer bulamayanlar bir ağaç dibine, bir duvarın köşesine boş bulduğu bir yere yükünü indiriyor. Acının en derinini yaşlıların yüzlerinde görüyorsunuz.
'Bu yaşta başımıza bunlar da mı gelecekti!?! dercesine yoğun bir kederle bakıyorlar size. Dudakları mırıldanırken dua mı yoksa beddua mı ettiklerini anlayamıyorsunuz. Sınırda yaşadıkları şehri gören bir caminin avlusu dört ailenin yeni evi olmuş.