NAGEHAN ALÇI
4 gün boyunca Türkiye’ye göz açtırmayan şiddet ve vandalizm dalgası bir anda durdu. Peki neydi bunca hunharlığa, kitlelerin bu kadar gözünün dönmesine sebep? PKK ve Hüda-Par arasında yeniden başlayan bir gerilim, yeniden bir PKK-Hizbullah kavgası mı var? Devlet neden hedef alınıyor? Görünür aktörler mi bu gerilimi yaratıyor yoksa gizli bir el mi var Türkiye’yi karıştırmaya çalışan?
Bütün bu soruların cevaplarını bulmak ve ne olduğunu anlamak için ‘kıyametin merkezi’ne gittim.Diyarbakır’da taraflarla görüştüm. Dün Emniyet Müdürü Halis Böğürcü ile yaptığım röportajla başladım. bugün PKK-HDP cephesine uzattım mikrofonu. DTK eşbaşkanları, Kürt siyasetinin deneyimli ismi Hatip Dicle ve Selma Irmak’la konuştum. Dicle, KDP’nin Türkiye’ye başvuru yaptığını, açılacak koridordan Kobani’ye silah ve peşmerge getirmek istediğini teyit ettiğini söyledi.
Ortalık yangın yerine döndü. PKK tabanı çok saldırgan davrandı. Neden böyle oldu? Demirtaş’ın çağrısıyla ilgili bir pişmanlığınız var mı?
- Hatip Dicle: Biz 90’ları yaşamış politikacılarız. O zamanlarda bu tip şeyler başımıza çok geldi. Sonradan Susurluk’ta adı çıkan devlet çetelerini, mesela Yeşil’in nasıl Şemdin Sakık’la işbirliği yapıp bu eylemleri gerçekleştirdiğini çok sonra gördük. Biliyorsunuz, hükümet paralel yapıya yönelik bir süredir operasyonlar yürütüyor ama aynı olduğu gibi bunun Kürdistanboyutuna girilmedi.
Paralelin bu yaşananlarla ne ilgisi var?
- Dicle: Paralel devlet ayaktadır. Bizde ciddi kuşkular uyandırıyor. Kitlelerin aktifleştiği dönemlerde hava puslanır. Kurtlar böyle havayı sever. Bu Fethullah Gülen çevresinde Kürdistan’da devlet yuvalanmaları var. Bunlar Hüda-Par’la PKK tabanını çatıştırmak isterler çünkü ikisine de çok karşılar. Ayrıca hükümete de karşılar. Dolayısıyla bir taşla üç kuş.
Öyle bir mekanizma çalıştırma, insanları birbirine kırdırma güçleri var mı ki?
- Dicle: Bence çok güçlüler, o yüzden hükümetin olaya ak kara yerine daha incelikli yaklaşması gerekir. Sürecin çökertilmesi yönünde gerek paralel güçlerin gerek küresel güçlerin oyunları olabileceğini görmemiz lazım.
Peki hiç özeleştiri yapmıyor musunuz? O da olabilir de örgütün hiç mi yanlışı yok olayların bu noktaya gelmesinde?
- Selma Irmak: Biz Kobani konusunda çok hassas olduğumuzu, direnişin 2. günü deklare ettik. Bu hassasiyeti hükümete de ilettik. Ancak o taraftan gelen açıklamalar şaşırtıcı oluyordu. Kobani’de yaşananlarla çözüm sürecinin ne ilgisi var dendi. Halbuki Kobani’de yaşayanlar Suruç’takilerin akrabaları. Bu bir akıl tutulmasıdır. Kitlesel olaylar alttan kaynayan çaydanlığa benzer, alttan fokurdamaya başlar ve 100 dereceye gelince bir anda taşar. Yani Selahattin Bey o çağrıyı yapmasaydı dahi o patlama noktasına gelinmişti. Bir kıvılcım arıyordu.
Madem bu kaynamayı görüyorsunuz, sokağa çağırmak doğru mu böyle bir tabanı?
- Dicle: Uzun yılların deneyimi bazen risk almak gerektiğini gösteriyor. Taban sizi zorluyor. Bir tavır almak zorundasınız. Önemli olan, devletin o noktaya getirmeden onu sezmesi. Örneğin IŞİD ile PKK arasında bir fark yok demek çok yanlıştı. Sonuçta süreçte karşılıklı oturuyoruz. Siz diyalog sürecinde böyle derseniz kitlede öfke kabarması yaratırsınız.
Ben de o cümleyi yanlış buldum ancak daha sonra yaşananlar IŞİD’i aratmadı doğrusu. Cumhurbaşkanı’nı doğrulamak için elinden geleni yaptı sokaktakiler.
- Irmak: Kobani’de yaşananların buradakiler üzerindeki etkisi çok önemli. Orası yok oluyordu ve böyle açıklamalar geliyordu. Halbuki bizim de hükümeti rahatlatmak için elimizden geleni yapalım yaklaşımımız vardı.
Şu an sınır geçişlerinde sorun var mı?
- Irmak: Genel anlamda problem yok fakat tansiyon yükselince kapı kapanıyor. Bu bir koz gibi kullanılınca insanlarda öfke yaratıyor. Halbuki biz hükümetle görüşüyoruz. Bence sınırda işleri germek isteyen başka bir oluşum, başka bir irade var. Bakın Türkiye’den beklenti çok büyük. Türkiye’nin bunu karşılamaktan giderek uzaklaşması tuz biber ekti.
‘Görünmeyen bir el sanki’
- Dicle: Biz öfkelerimizi, acılarımızı kontrol altında tutuyoruz ama rahmetli abimiz Şerafettin Elçi buradaki gençliğe ‘fırtına gençlik’ derdi. Bu insanların köyleri gözlerinin önünde yakılmış, ya abisi öldürülmüş ya dağda ölmüş ya da cezaevinde. Hepsi şiddet ortamında büyümüş. Akılla her şeyi kontrol altında tutamıyorlar. Biz bile bazen onların saldırısına muhatap oluyoruz.
Bu gençliği son dönemdeki değişimler rahatlatmıyor mu? Şerafettin Elçi dediniz, onun başına gelenlere bakalım. O günkü Türkiye ile bu günkü arasında dağlar kadar fark var.
- Dicle: Doğru ama bunu gençliğin algılaması konusunda sorunlar var. Bizim kontrol edemediğimiz gruplar var. Öfkenin ne zaman patlayacağını siz siyasetçi olarak kestiremiyorsunuz. Tepkilerini zaman zaman bize de yöneltiyorlar.
Bu kitleyi yalnızca Öcalan mı durdurabiliyor?
- Dicle: Evet öyle ama her olayda da Öcalan’ın sesi kulaklarında değil ki. Ama biz o yüzden de tecridi kaldırın diyoruz.
- Irmak: Bir de bu gençler sokağa dökülüyor ama öte yandan başka bir şey de var. Görünmeyen bir el sanki. Mesela av tüfekleri satan dükkânlar pek çok ilde yağmalandı. İçindeki tüfekler çalındı. Bu daha önce olan bir şey değil. Bunlar düşündürücü. Hem bizim hem hükümetin çabalarına rağmen bunlar geliyor.
Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın ne demesini istersiniz?
- Dicle: Devletin zorluklarını, neyi yapamayacağını biliyoruz. Devletin maceracı olmasını da istemiyoruz. PYD hiçbir zaman devlet bize silah ver demiyor. Güvenli bir koridor açın, PYD’nin isteğini yerine getirmeseniz bile KDP’nin başvurusu var.
Öyle mi? Bu henüz teyit edilmedi. Barzani resmen başvurdu mu?
- Dicle: Evet, böyle bir başvuru olduğunu kesin teyit ettim. Bana koridor aç, ben silah geçireyim, izin verirsen peşmerge de geçsin diyor Barzani.
Demirtaş neden terledi?
Basın toplantısındaki boncuk boncuk terleri orada olan Selma Irmak’a sordum. Dedi ki: “Kitle çok büyüktü, klimalar yetmiyordu, bir de Selahattin Bey zaten çok terleyen bir insandır. Tabii sürecin sorumluluğu çok ağır. Belki o da terletmiştir.”