Senin düşlerine hiç kar yağdı mı sevdiğim?
Benim tüm şehirlerim ölüme uyuyan morg soğukluğunda buz tutuyor şimdi.
Sözlerim “tüm vakitlerde” isyanlara gebe…
Kanata kanata tüketiyorum gecenin sessizliğini.
İhtilaller koparıyorum içimin ayrılığa sürgün "gittin" taraflarında ve tüm militanlığıyla acûze bir yalnızlık tırmanıyor izbe sokaklardan şakaklarıma.
Tam şah damarından kesiyorum geceyi; ki simsiyah karanlığa boyanıyor gözlerimin hicran zifiriliği.
Ne vakit sana revan olsam yüreğimin aşk çukurlarından uçurum kesiliyorsun yollarıma.
Aralıksız zulmünü kusuyorsun yorgun ayaklarımın altına.
Ah ü firaz ediyor çocukluğum.
Ve kâbuslara bulanmış zamanlara gömüyorsun düşlerimi;
bî-dâr kalıyorum olmadığın soysuz sabahlara.
İz düşürdüğün tüm sokaklar metrûk çıkmazlara açıyor gözlerini.
De hele! Adının hangi harfinden yol tutsam ucu “ikimizliğe” çıkar şimdi?
Yoksun!
Yokluğuna uzanan yolların her durağında durmaksızın kanatıyorum gözlerimi.
Ve isli tren garlarında ben’liğimi ararken buluyorum kendimi…
Yokum!
Viyana kapılarında Süleyman gibi eli boş dönüyorum şehirlerinden.
Ecelim oluyorsun…
“Sen” uçurumlarımdan düşüyorum “kan” çukurlarına…
Ben ölüyorum;sen gülüyorsun!
Sonra Kız Kulesi oluyorsun;İstanbul düşüyorsun sevda taraflarıma.
Kıyılarına geliyorum bir zaman.
Fethedilmez gibi duruşun takılıyor bakışlarıma…
Kimler yitip gitmedi ki vurgun düştüğüm gözlerinin efsunkâr maviliğinde
Muradların muradıydın ezelden; kaç sevdalını boğdun sularında..
Ben elimi uzatsam Ulubatlı gibi vurulup kalırım surlarında.
Bilirim sen Fatih’ini arıyorsun ve belki de Beyazıd olmak düşüyor bana..
Senden çok uzakta bozkır ayazında esir olmak…!
Ahh dört mevsim kışa çalan ömrümün yitik uykularında adı “bekleyişlerim” olan sevdam!
Bil ki ben hâlâ kendi kalabalığıma karışıp ayaklarımı eskitiyorum şehrin en tozlu sokaklarında.
Hercaî kuşların kanatlarında arıyorum saçlarının kokusunu ve ıssız günbatımlarını sarıyorum yaralarıma…
Gelseydin ya da hiç gitmeseydin!
Belki o dem bir yağmur geliverirdi şehre güvercinlerin koynunda.
Belki “aşk” olur düşerdin karanfil kokulu düş kırıklarıma…
El ele soluklanırdık dilimizde puslu bir suskunlukla gözlerinde yitmiş sarhoş gündoğumlarını Belki de yan yana uzanırdık İstanbul’un tepelerinden mavinin uçukluğuna…
Oysa yoksun!
Ve azar azar tükeniyorum yokluğunun dikiş tutmaz yokuşlarında…
Gelmiyorsun…!
Birol KOÇAK