Ekranlarda, birbirinden çok farkı olmayan, yapımcıların, oyuncuların zenginliğini ve popülerliğini katlayan ve aynı oranda toplum için kültürel yozlaşmaya davetiye çıkaran dizi çöplüğünün esareti altına girdiğimizi düşünüyor musunuz sizde? İşte tam olarak bunu düşündüğüm bir an elimdeki kitaptan bir şiir, aniden hayatımın merkezine oturup, can suyu veriyor kurak ruhuma:
"Metinlerde buluştuk kopkoyu deyimlerde" diyor Cemal Süreya, "...koşut ve eşzamanlı okuduk kimi kitapları / o arada iki de defterimiz oldu / biri babasına daha çok benziyor"
Şiir çekip alıyor bizi gömüldüğümüz seviyesizliklerin kucağından. Dizeler omuz veriyor bize, ayaklanıyoruz.



Hayatımızdan şiiri tamamen çıkaralı ne kadar da çok olmuş, ne kadar da geride kalmış yağmurlu, kasvetli bir havada öylece sarılıp uyuduğunuz sevgilinin alnına sade bi’ öpücük kondurmayalı, mum ışığında kişilikli sohbetler edilen romantik akşam yemekleri, gizli bahçelerimizde açan çiçekleri vermeye az bulmamız ne kadar da ırak.


Son dönemde piyasaya çıkan bir kitapta rastlıyoruz; Abdülhak Hamid’in, kendisinden 40 küsur yaş küçük Lüsyen'ine yazdığı mektuplara "Bahar-ı Ömrüm" diye başladığına;
"Bahar-ı ömrüm; aşk bir maniadır ki ya aşmak veya tahrip etmek lazım; yahut da huzurunda kalmak ve yok olmak..."


Biz, çok ucuza harcadık o "mania"yı; huzurunda kalmanın bedelini göze alamadığımızdan çoğu zaman... Sıkılganlığımızdan, birçok şeyi olduğu gibi aşkı da popüler kültürün tükettiği ürünler kategorisine koyduğumuzdan bu yana. “Ömrümün baharı” ile başlayan mektuplar almayışımız uzun zamandır ve hatta almadığımızı bile unutup sorun bile yapmamamız bundandır...


Sevdiği kişiye "Yüreğim" diyebilen bir zihniyeti artık kaybettiğimiz içindir, Attila İlhan’ın ölümünün üzerinden beş yıl geçmiş olmasını önemsemeyebilmemiz. O tılsımlı zerafete sahip sözcükleri yitirdiğimiz gündür, yüreğimizin nefretle paralize olması, acılardan burkulmaması. Timsah gözyaşları oldu tüm gözyaşlarımız, gücünü kaybetti. İnandırıcılığını da... Şimdi şairler ağlıyor bizim yerimize, bizim halimize; onlar hissetmişler ve dile getirmişler tüm duyguları zamanın birinde, biz onları kullanırız sadece hatta kullanmayız, o bile zor gelir... Biz şarkı sözü ezberleriz artık, taşlama yerine küfür, seranad yerine kısa mesaj. Her türlü facia haberlerini duymayı doğal karşılamaya alışmışken şehir ve üzerindeki insan, "dipsiz, derin bir kuyuda ölmekte her geçen an şiir"...

"Şiir toplumdan kopmuyor, asıl toplum şiirden kopuyor" hipotezidir, uzun zamandır savunulan düşünceler arasında, doğruya en yakını, felaketi en iyi özetleyeni. Şiir, popüler kültürün bir ürünü olmaya yanaşmamış, inatla direnmiş ve işte bu yüzden okurunu yitirmiştir.


Maddi gelir adaletsizliğini, şans oyunlarından elde edebileceği parayla gidereceğine inanarak akın akın loto kuponu doldurmaya koşan ya da bedavadan para dağıtıldığını düşündüğünden televizyonlardaki yarışma programlarına koşuşturan bir kalabalığın ardından dizeler yazmak, ancak bir şairin göze alabileceği bir soylu direniş, bir nafile çabaydı. Duymadı toplum... Çünkü onlar o sırada evlerine kapanmış bütün vakitlerini dizi izleyerek harcamaktaydı. Kontrolden çıkan bir derenin her şeyi önüne katarak sürüklemesi gibi, sanata dair ne varsa yok etti toplum, derin anlamlar içeren (şairane) şarkı sözlerini bile tutmadı!

Şimdi terk edilmiş bir aşık gibi yalnız ama mağrur direnmeye çalışıyor şiir, neyseki bütün olumsuzluklarla birlikte her şeye rağmen soysuzlaşan insan ruhunu avutabilecek bir parça şiir var hala akıllarda. Peki ne kadar götürür yenileri yazılmadıkça ve en önemlisi okunmadıkça?

Haydi bir şiir okuyalım bugün. Bu yazının hemen arkasından. Kimin olduğu çok önemli değil. Barışalım onunla, aramıza ördüğümüz gizli duvarları yıkalım. Eğer siz de sıkıldıysanız; haberlerin monotonluğundan, magazinel olayların anlamsızlığından, üçüncü sayfaların utancından, ekranların, sayfaların işportacı ağızlarından, yabancı dizilerin bizi birbirimize her geçen gün yabancılaştırmasından, hemen şiirin derinliklerine kaptıralım kendimizi, ruhumuzu törpüleyelim. Hatırlayalım bir zamanlar nasıl, "ırmak yüklü adamlardık, tuz katarlarının ardınca giden... / Yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden / yetim insan, toprağın vicdanıyla doyardı / gözyaşlarının gücü vardı eskiden."