İnsanlık tarihinin milletlere has, hayati, önemli kesitleri vardır. Türk milleti, bu kesitleri çok olan, belki de en çok olan milletlerden biridir. Mustafa Kemal Atatürk’e göre “40 asırlık”, bazı yazarlara göre, daha da uzun olan bu zaman dilimi ve 18 milyon km2’ye ulaşan mekân içinde değişmeyen, değiştirilemeyen gerçek ise, zaman zaman mekânlar değişmesine rağmen, Türk milletinin yok olmamış, yok edilmemiş olmasıdır. Bir zincir halkası gibi, biri kaybolurken, diğeri varolmuştur. İşte, en büyük halkalarından biri olan ve sonuncusu olmasına birçok dünya devletlerince karar verilen Osmanlı Devleti, sadece Afrika’da, Avrupa’da değil, Asya’da da, “ikinci vatan” olarak seçtiği Anadolu’da da boğulmak, tarihe mal edilmek istenmiştir. Savaş kaybedilmiş, mütâreke imzalanmış, ordu terhis edilmiş, ülke yer yer işgal edilmiş, doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde bölücü-ayrılıkçı çeteler kurulmuş, Düyûn-ı Umumiye, Reji İdaresi, Posta İdaresi gibi kuruluşlar işgalcilerin tekeline, kontrolüne geçmiş, birçok yerde özellikle Doğu ve Batı Anadolu’da bir milyona yakın sivil halk soykırıma tâbi tutulmuş, bunun yaklaşık iki katı aktif güç, tâ Yemen’den Kafkasya’ya kadar uzanan cephelerde, şehit edilmiş veya sakat kalmış, ülkenin birçok yeri yıkılmış, yakılmış, tahrip edilmiş, yiyecek, giyecek kalmamış ve halkın bir kısmı ile, bazı aydınlar, cemiyetler, kurtuluşu işgalcilerin manda veya himayesinde aramaya başlamışlar, kısaca ülke ve insanları üzerine kara bulutlar düşmüştür. İşin bir başka yönü ise, yüzyıllardan beri plân-proje yapanlar, bu defa hem teorik olarak, hem de fiilen, bizzat bölgede Türk insanını ve coğrafyasını yok etmek üzere harekete geçmişlerdir. Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar gönderdikleri “tahkik heyetleri” de bunun tamamlanmak üzere olduğuna dair raporları başkentlerine göndermişlerdir.
İşte, bu ölümcül hastalığı teşhis ve tedavi edecek, içi sevgi dolu, güvenli, kararlı, becerikli, tecrübeli bir doktora ve tedavi edilecek bir mekâna ihtiyaç vardı. Bunlar da Mustafa Kemal ve O’nun seçtiği Ankara olmuştur. Bu kişi sadece bu coğrafyada hastayı tedavi etmek ve onu eski güç ve inancına ulaştırmakla kalmamış, aynı zamanda yer yüzündeki benzer hastalıklara da reçete ve ilaç sunmuş, “emperyalizm veya koloniyalizm” denilen ve yüzyıllardır insanları ve değerlerini yok eden canavarı durdurmuştur. Bu bakımdan, ko**eransımızın konusunu teşkil eden Mustafa Kemal ve Ankara, Türkiye için olduğu kadar, dünya devletleri için de iki önemli ilham kaynağı olmuştur.
Üzerinde duracağımız Atatürk’ün Ankara’ya geliş tarihi olan 27 Aralık 1919’dan 1922 sonlarına kadarki üç yıllık dönem, çok önemli olaylarla, unutulmaz hatıralarla doludur. Konu, birçok yerli ve yabancı yazar tarafından çeşitli yönleriyle işlenmiştir. Biz daha çok, Atatürk’ün halkla olan münasebetleri, Ankaralı’nın Milli Mücadele’ye olan katkıları, Ankara’daki haberleşme ve basın organları, Atatürk’ün Ankara nutukları, Ankara’da Milli Mücadele karargâhının kuruluşu, Ankara’daki yabancıların ve onların kışkırttıkları azınlıkların faaliyetleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve ilk icrââtı, Maarif Kongresi’nin yapılışı, bu dönemde Ankara’dan idare edilen savaşlar, zaferler ve nihayet Ankara’nın başkent oluşu ve Cumhuriyet’in ilânına giden yoldaki hazırlıkları ana hatlarıyla ve mümkün olduğunca, başta Atatürk ve silah ve fikir arkadaşlarınınkiler olmak üzere, ilk elden kaynaklarla gözden geçirmeye çalışacağız.
İKİ PLÂN
1918 sonlarıyla 1919 başlarında Mustafa Kemal’in gönlünde ve kafasında iki plân vardır. Bunlardan biri şahsî, diğeri de resmîdir.
Mustafa Kemal, Mondros Mütârekesi’nin ilânı ve İtilâf Devletleri temsilcilerinin 15 gün sonra, 13 Kasım 1918’de, İstanbul’a yerleşmelerini görmüş ve pek yakında fiilî işgallerin başlayacağını, dolayısıyla İstanbul’da vatanın kurtuluşu için çalışmanın mümkün olmayacağına karar vermişti. Bu karar hakkında dostu ve silah arkadaşı Ali Fuat Paşa ile şu konuşmalar yapılmıştır:
“1919 Şubat ayının sonlarında... merkezi Konya Ereğlisi’nde bulunan Kolordumun başına dönecektim... M. Kemal Paşa ile birlikte, komutanı bulunduğum 20. Kolordu karargâhının Ankara’ya nakli ile buranın bir mukavemet merkezi yapılmasını kararlaştırdık.
Kemal Paşa (Atatürk), eğer bir vazifeye kendisini tayin ettiremezse, Anadolu’da en itimat ettiği bir komutanın yanına gideceğini ve ilk defa işe oradan başlayacağını söylüyordu.
‘Paşam, ben ve Kolordum daima emrinizdedir’, dedim. Mavi gözlerinin nasıl bir ışıkla parladığını tarif edemem. Yerinden kalkarak hararetle elimi sıkmıştı.
‘Beraber çalışacağız Fuat’ dedi”1.
Bu resmî görev ise, kendisiyle birçok defa görüşen ve onu Yaver-i Fahrî-i Hazret-i Şehriyârî ilân eden Padişah Mehmet Vahideddin tarafından 30 Nisan 1919’da verilmiş ve Harbiye Nezareti’nin müteakip talimatlarıyla geniş askerî ve mülkî yetkilerle donatılmıştır.
“B. İrâde-i seniyye.
Mehmed Vahidüddin
Harbiye Nezareti
Muamelât-ı Zatiyye Müdiriyeti
678
Mülga Yıldırım Grubu Kumandanı Mirliva Mustafa Kemal Paşa Dokuzuncu Ordu Kıtaât-ı Müfettişliğine ta’yîn edilmiştir.
İşbu irâde-i seniyye’nin icrasına Harbiye Nâzın me’mûrdur. Fî 29 Receb sene 1337, fî 30 Nisan sene 1335
Sadr-ı A’zam
Dâmât Ferîd
Harbiye Nâzırı
Şâkir”2
Bu görev ve yetkilerle Anadolu’ya çıkacak olan Mustafa Kemal, 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e asker çıkardığı gün, Padişah Vahdettin’le görüşmüştür. Mustafa Kemal Padişahla aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatmıştır:
“Paşa, Paşa... şimdiye kadar Devlet’e çok hizmet ettin! Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (bu bir tarih kitabıdır), bunları unutun dedi. Asıl şimdi yapacağın hepsinden daha önemli olabilir... Paşa, Paşa... Devleti kurtarabilirsin!...
Bu sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimî mi konuşuyor?... O Vahdettin ki... bütün yaptıklarından pişman mı olmuştu? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir yorum ile başka konulara girişmeyi ürkütücü saydım, kendisine karşılık verdim:- Şahsıma güveninize ve bana teveccühünüze teşekkür ederim... Elimden gelen hizmeti esirgemeyeceğimize lütfen itimat ediniz...”3.
Bu vazifeleri yapmak için müfettişlik emrine iki fırkalı olan Üçüncü Kolordu ile dört fırkalı olan Onbeşinci Kolordular verilmişti. Müfettişlik mıntıkası Trabzon, Erzurum, Sivas, Van vilayetleri ile Erzincan müstakil livalarını ihtiva ettiğinden müfettişliğin bu vazifeleri yapmak için vereceği bütün direktifleri bu vilayetlerle mutasarrıflıklar doğrudan doğruya ifa edeceklerdi. Diğer taraftan müfettişlik hududuna komşu vilayetler ve müstakil livalar, Diyarbakır, Bitlis, Mamûratü’1-Aziz (Elazığ), Ankara, Kastamonu vilayetleri ve Kolordu Komutanlıkları da müfettişliğin vazifesini icrası sırasında re’sen vaki olacak müracaatlarını dikkate alacaklardı4.
Kader birliği ettiği 18 kişilik heyetle 16 Mayıs 1919 Cuma günü Bandırma vapuruyla Galata rıhtımından ayrılırken Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında ve gönlünde şekillendirdiği şahsî plânının özü ise, milletin gücünden başka bir şey değildi. Bunu daha sonraki yıllarda, 1927’de Nutuk’da şöyle ifade edecektir.
“Bu son sözlerimi hulâsa etmek lâzım gelirse, diyebelirim ki, ben milletin vicdanında ve istikbâlinde ihtisas ettiğim büyük tekâmül istidadını bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak peyderpey, bütün hey’et-i ictimaiyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim”.
“Tatbikatı birtakım safhalara ayırmak ve vekâyî ve hadisâttan istifade ederek milletin hissiyat ve efkârını izhâr eylemek ve kademe kademe yürüyerek hedefe vasıl olmaya çalışmak lâzım geliyordu.”5
Mustafa Kemal, bu tatbik edilmek istenen şeyleri safha safha nasıl ortaya koymuştur? Neleri hemen, neleri tâ ömrünün sonuna kadar ertelemiştir? İşte burada Onun gerçekçiliğini ve milletin bünyesine ve coğrafyasına uyanları seçmedeki hüner ve sabrını görüyoruz. Burada kısaca birkaç kelimeyle özetliyecek olursak, bunlar, irade-i milliye, hâkimiyet-i milliye ile karargâh ve başkent olarak seçtiği Ankara’da bilâ kayd u şart, müstakil, yeni bir Türk devleti tesis etmektir.
Onun çizdiği coğrafî üçgenin bir ayağını Samsun, Havza ve Amasya, diğer ayağını Erzurum, Sivas ve nihayet üçüncüsünü Ankara oluşturmuştur. Amasya’da alınan ilk sekiz kararın en önemlisi, “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” şeklinde ifade edilmiştir6. Erzurum’da bu karar coğrafyaya dönüşünce “istiklâl-i tâm” olmuştur7. Sivas Kongresi’nde beliren ve Ankara’da kristalleşen Misak-ı Millî ise, tehlikeyi önceden haber vermesine rağmen, İstanbul’da yapılan son Osmanlı Meclis-i Meb’usânı’nda alınmıştır.
ANKARA’DAKİ GELİŞMELER
Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçtiği ve faaliyetlerini sürdürdüğü dönemde Ali Fuat Cebesoy da birliklerini taşıma hazırlığı içine girmişti. Ancak, yeni Sadrazam Damat Ferit Paşa, kızgın ve kırgın Muhittin Paşa’yı 15 Mart 1919’da Ankara’ya vali olarak atamıştı. Bir taraftan Sadrazam ve nazırlarından Ali Kemal, Adil ve Mehmet Beyler ve bazı kabine üyeleri ülke içinde “insan avı”na çıkar ve birçok aydını, komutanı, basın mensubunu tutuklatırken, diğer taraftan vali de Ankara’da onları taklit etmeğe başlamıştı. Böylece Ankara’da bazı kaynaklara göre 90 kişi, bazılarına göre de 200 kişi tutuklanmıştı. Câbir Paşa isimli biri Ankara’da Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nı ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kurmuş ve valinin baskılarıyla Devlet memurları buralara üye yapılmaya başlanmıştı8.
Belirtmek gerekir ki, Ankaralıların harekete geçmesini sağlayan olayların başında, Ankara’yı bir müstemleke şehri olarak telakki edip gelen yabancıların (İngilizler, Fransızlar) tutumuyla o zaman Ankara’da bulunan ve bunlarla işbirliği içerisinde birtakım me**î faaliyetlere girişen azınlıkların da tesiri olmuştur.
Diğer taraftan, Atatürk’le sık sık görüşen ve Kolordusunu Ankara’ya nakleden Ali Fuat Paşa da, Ankaralıların teşkilatlanmasında önemli hizmetler vermiştir. İngiliz kontrol subayının kendisini ziyaretinde saygısız davranması üzerine, onu tutuklattırıp merkez komutanlığına hapsettirmesi ve İstanbul Hükümetinin direktifleri doğrultusunda hareket eden Ankara Valisi Muhittin Paşa’nın, “Sonsuz imkânları olan bu devletlere kafa tutmaya, onlara söz geçirmeye imkân var mı?” sorusuna; Ali Fuat Paşa’nın “Elbette var; asker, sivil, bütün millet aynı gayede birleşirse, istilacılar yeni bir savaşı göze alamazlar” cevabını vermesi Ankaralıların gücüne güç katmıştır.
Yine, Müftü Mehmet Rıfat Efendi (Börekçi) başkanlığındaki şehrin aydınları ve eşrafının yaptığı faaliyetlerle İngiliz Muhipleri ve Hürriyet ve İtilâf Fırkası’ndan birçok kişinin de bu gruba katılmasıyla millî mukavemet fikri halk arasında yayılmaya başlamıştır. Bundan endişelenen İngilizler ise, Cebeci’deki garnizonlarını İznik’e nakletmiş ve Ulus’taki Fransız müfrezesi de ortalıkta görülmez olmuştur.
İLK ANKARA MİTİNGİ
Ankaralıların alenen ve toptan harekete geçmelerini sağlayan diğer bir olay ise, Mustafa Kemal’in 28 Mayıs 1919’da Havza’dan yayınladığı bir tamimle milleti İzmir’in işgaline karşı mitingler yapmaya davet etmiş olmasıdır. Hemen bir gün sonra genciyle, yaşlısıyla, öğretmeniyle, din adamıyla, köylüsüyle, şehirlisiyle, bütün Ankaralılar Ankara’da ilk mitinglerini yapmışlardır. Bu durum Ali Fuat Paşa tarafından “O günkü manzara gözlerimin önüne geldiği zaman, mücadele yıllarının en tatlı heyacanını duyar, vatansever Ankaralıları takdirle anarım” şeklinde dile getirilmiştir.
İSTANBUL VE ANADOLU YOL AYRIMINDA
Bir taraftan kontrolün elinden gittiğini gören, diğer taraftan da İstanbul’daki yabancı hükümet komiserlerinin baskılarına maruz kalan İstanbul Hükümeti ile Ankara Hükümeti arasında 8 Temmuz 1919 tarihinde beş telgraftan oluşan bir haberleşme trafiği yaşanmış, Mustafa Kemal çok sevdiği askerlik mesleğinden istifa etmiş ve bir süre sonra da kendisi “âsi ilân edilerek, derhal yakalanıp İstanbul’a gönderilmesi” istenmiştir. Böylece 30 Nisan 1919’da görevlendirilmiş olan Mustafa Kemal, 2,5 ay sonra, 8 Temmuz 1919’da görevden alınmıştır. Bu da Onun daha rahat, müstakil, istediğince ve halkla bütünleşerek çalışmasını ve “Milli sır gibi vicdanında taşıdığı” plânlarını gerçekleştirmesini sağlayacaktır. Konuyla ilgili belgelerden bazıları şunlardır9:
“MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA ÇEKİLEN İKİNCİ TELGRAFIN SURETİDİR
Harbiye Nâzın Paşa ile yapılan haberleşmeleri ihtiva eden telgrafları, Pâdişâhın yüksek görüşlerine sunarak, almakla şeref duyduğum yüksek emirleri aşağıda olduğu gibi bildiriyorum.
Orada giriştiğiniz değerli teşebbüsler, her nasılsa İngilizlerce vatan müdâfaası şeklinde değil, başka bir şekilde anlaşılmasından dolayı, Hükümet üzerinde şiddetli baskılar yapılmaktadır. Bununla beraber, vatan me**aati düşüncesiyle yaptığınız girişimler, Devlet’in esas me**aatlerini bozacak ve ülkeyi büyük tehlikeler içine atacaktır. Onur kırıcı bir muamele ile karşı karşıya kalmamamız için İstanbul’a dönmenizin tavsiye edilmediği evvelki telgraf ile bildirilmiş ise de daha sonra yapılan teşebbüsler üzerine İngilizler, yüksek şahsınıza karşı onur kırıcı hiçbir muamelede bulunmayacaklarına kesin olarak söz verdiklerinden, bugün İstanbul’a dönmeniz için tereddüd edecek bir sebep kalmamıştır. Buraya geldiğinizde, ya diğer münasip bir yere tâyininiz, yahut durumun göstereceği şekle göre yine Erzurum’a dönmeniz etraflıca düşünülecektir. Bu telgrafı aldığınızda izinli olarak hemen İstanbul’a dönmeniz beklenmektedir. Hakkınızda, Pâdişâh Hazretlerinin açıkça belli olan güven ve sevgilerinin derecesini takdir ederek, gerek onun yüksek şahsiyetlerini ve gerek hükümetlerini zor bir duruma düşürmemek, daha sonra hakkınızda arzu edilmeyen bir muameleye başvurmaya mecbur kalmamak için çıkan buyruğa hemen uyacağınıza dair Pâdişâh’ın itimatları devam etmektedir.
Efendim.
8 Temmuz 1919
Saray Başkâtibi
Ali Fuad”
“B. İradei Seniyye.
Mehmet Vahidüddin
Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın me’muriyetine hitâm verilmiştir.
İşbu irade-i seniyyenin icrasına Harbiye Nâzın me’murdur.
9 Şevval 37 ve 8 Temmuz 35.
Sadr-ı A’zam Vekili
Mustafa Sabri
Harbiye Nazırı
Ferid”
“MUSTAFA KEMAL PAŞA’DAN SON DEFA OLARAK MAKİNE BAŞINDA ALINAN TELGRAFIN SURETİDİR.
SARAY BAŞKÂTİPLİĞİ VASITASİYLE PÂDİŞÂHIN YÜKSEK MAKAMINA
Şimdiye kadar gerek kutsal zâtlarına ve gerekse Harbiye Nezâretine sunduğum arzlarımda, vatan ve millet ile Yüce Hilâfet Makamının uğradığı ve hâlen içinde bulunduğu acı durumlar ve buna karşı duyulan üzüntüleri ve milletin aldığı vaziyeti, bütün safhaları ile gerçek olarak anlattım. Bunu yapmakla, mukaddesatımın âciz nefsime yüklediği en yüksek ve en vicdanî vazifelerden birini yerine getirmiş oldum.
Nâçiz düşünce ve teşebbüslerimin İngilizlerce vatanın müdâfaası şeklinde değil de başka bir surette kabul edilmesinden dolayı, Yüce Hükümetlerinin zor durumda ve baskı altında kaldığı irade ve ifade buyuruluyor. Yüce Hükümetlerinin ve saltanat merkezinin zâten ne gibi baskı ve ağır şartlar altında bulunduğu gerek bendenizce ve gerek soylu milletinizce tamamen ve açıkça bilinmekte olduğundan, bu baskının daha ziyade artıp genişlemesine ve bilhassa pek büyük sadâkat bağlarıyla bağlı bulunduğum şefkatli kalplerinizin ve düşüncelerinizin hiç bir şekilde zayıflamasına razı olamayacağım. Bundan dolayı, sadece şu anda bulunduğum görevime değil, bütün övünç sebeplerini vatan ve millet ile kutsal makamlarının feyzinden ve kurtuluşundan alan pek çok sevdiğim kutsal askerlik hayatıma da veda etmek suretiyle fedâkârlıkta bulunduğumu arz ederim. Yüksek Saltanat ve Hilâfet makâmiyle, soylu milletlerinin, hayatımın son noktasına kadar dâima koruyucusu ve sâdık bir ferdi gibi kalacağımı tam bir bağlılıkla arz eder, bu hususta teminat veririm. Askerlik mesleğinden istifa ettiğimi Harbiye Nezâreti’ne bildirdim. Yüce zatlarının sıhhat ve afiyette bulunmasına duâ eder ve her türlü âfetlerden korunmanızı Cenâb-ı Hak’tan niyaz ettiğimi yüksek bilgilerinize sunarım.
8 Temmuz 1919
Saat 11.45 gece
Kulları
Mustafa Kemal”
“Meclis-i Vükelâ
Mazbata Defteri
No: 216, sa. 358
MECLİS-İ VÜKELÂ
MÜZÂKERÂTINA MAHSUS ZABITNAME
Sıra No: 358
KARAR
Tarih: 29 Temmuz 1919
HÂRİCİYE, HARBİYE VE DÂHİLİYE (NEZÂRETLERİNE)
Mustafa Kemal ve Rauf beylerin hükümetin karar ve emirlerine aykırı hareketlerde bulunarak, kışkırtmalara ısrarla devam etmekte oldukları, imzaları altında yayınladıkları bildiriler ile mahallerinden gelen yazılardan anlaşıldığından, adı geçenlerin derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri hakkında Harbiye Nezâreti tarafından mülkî memurluklara telgrafla acele bildirilmesi ve Hâriciye Nezâreti’ne bilgi verilmesi kararlaştırıldı.
Damad Ferid Abuk Ahmed Mustafa Sabri Mehmet Hamdi Tevfik Ali Rızâ İzzet Nâzım Âdil Said Mustafa”
MUSTAFA KEMAL’İN ANKARA’YA GELİŞİ
Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya hareketine gelince; Sivas Kongresi’ni müteakip Kayseri yolundan hareket eden Mustafa Kemal ve arkadaşları, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmişlerdir. Onun sessizce Samsun’a hareket etmesinden bu yana geçen 8 aylık sürede birçok şey değişmiştir. Artık ilk işgal şaşkınlığı geçmiş, teşkilatlanma hazırlıkları ilerlemiş, Milli Mücadele fiilen başlamıştır. İşgalcilerin dirilişine, şahlanışına inanamadıkları bu hareketin tablosunu Lord Kinross şu şekilde çizmiştir:
“Ankaralıların heyecanlı karşılayışı Kemal’in bu seçimi yapmakta haklı olduğunu gösterdi. Mustafa Kemal ve yeşil ordusunun gelişi, sokaklarda tellallarla ilân edilmişti. Sultan rejiminin hışmına uğrayıp dağa kaçanlar, onu selamlamak için gizlendikleri yerlerden çıkıp geldiler. Halk kendisini Kırşehir’de karşılamak için şehir dışındaki yollara döküldü. Dervişler bu gelişi dualarla kutlamak için caddelerde sıralandılar. Mustafa Kemal, eskimiş lastiklerin içine bez doldurularak şişirildiğini söylediği külüstür açık Benz otomobiliyle göründü. Arkadaşlarıyla beraber şehre yaklaşırken kendilerini bir gönüllü ordusu karşıladı. Yüzlerce atlı ve piyade mahallî kıyafetleri içinde eski biçim, kocaman tüfekleriyle gösteriler yapıyor, bayraklarını sallıyor, arada bir sıradan ayrılarak havaya sıçrayıp yerli oyunlar oynuyorlardı. Kaleye çıkan dar ve dik sokaklar davul zurna sesleriyle çınlamaktaydı. Arkadan daha ağırbaşlı bir yürüyüşle çeşitli esnaf loncalarının mensupları geliyordu. Ankaralılar şimdiye kadar böyle büyük bir toplantı görmemişlerdi. Şehirde bulunan birkaç yabancı, bu hâli şaşkınlıkla seyrediyordu. Halk, millî duygularının coşkunluğunu göstermek için, yol değiştirerek birkaç gün önce İngilizlerin işgal ettiği istasyondan geçti. O sırada daha üzerinde Fransız bayrağı dalgalanan sonraki Meclis binasının etrafında Fransızlarla, Tunuslu askerleri duvarların üstünde tünemiş bakıyorlardı. Mustafa Kemal Hacı Bayram Veli Camii ve Türbesini ziyarette bulunmayı da ihmal etmedi. Sonra hükümet konağında balkondan aşağıdaki halka bir teşekkür nutku verdi” demektedir10.
Mustafa Kemal Paşa ise, daha sonra 1927’de irad edeceği Nutku’nda bu heyecanı şu şekilde dile getirmiştir:
“Ankara’ya muvasalatımızı 27 Aralık 1919 tarihli şu açık tebliğ ile tamim ettik: Sivas’tan Kayseri tarikiyle Ankara’ya hareket eden Hey’et-i Temsiliye bütün güzergâhında ve Ankara’da büyük milletimizin harr ve samimî tezahürât-ı vatanperverânesi içinde bugün muvasalat eyledi. Milletimizin gösterdiği eser-i vahdet ve azim memleketimizin te’min-i istikbâli hakkında kanaatleri Lâye-tezelzel bir surette tersin edici mahiyettedir. Şimdilik Hey’et-i Temsiliye merkezi Ankara’dadır. Takdim-i hürmet eyleriz, Efendim. Hey’et-i Temsiliye nâmına Mustafa Kemal.”11
Ankara’dan Türkiye’nin her tarafına gönderilen telgrafların metni ise şu şekildeydi: “Bir haftadan beri Ankara vilayeti mülhakatından gönderilen hey’etler ve binlerce silahlı, atlı millî kuvvet kahramanları ile aslen köylülerden mürekkep 80 bini aşan vatansever tarafından bugün Sivas’tan gelen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Hey’et-i Temsiliyesi eşi görülmemiş bir heyecanla karşılandı. Hey’et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri istiklâlini feda etmemeye Allah’ın huzurunda yemin etmiş olan birleşmiş halk üzerinde pek derin bir tesir bıraktı. Bu tesir bütün hararetiyle devam ediyor.”
Mustafa Kemal daha İstanbul işgal edilmeden önce, bütün gerçekleri görmüş özellikle Ankara’dan İstanbul’a çektiği bir telgrafta, İngiliz müfettişi olarak Ankara’da bulunan Vitol’ün ağır eşyalarıyla birlikte Ankara’yı terkettiğini ve İstanbul’da mühim ve vahim hadiselerin tahakkuk edeceğini; arkadaşlarının gafil avlanmayarak sürat ve emniyetle Anadolu’ya geçmek için tertibat almaları gerektiğini belirtmiştir. Halbuki, daha 1919’larda Ankara da kısmen işgal edilmiş bulunuyordu. İki bölük İskoçyalı, İngiliz askerinin İstasyon’dan başlattıkları ve Cebeci- Demirlibahçe civarına yayılan işgale, Ulus civarına gelen ve bir Yahudi’nin konağına yerleşip, ilk Meclis Binasını -tamamlanmamış olan binayı- karargâh olarak kullanan Fransızlar ve onların getirdiği Kuzey Afrikalı Müslüman askerler takip etmişti. Bu hareketlerle birlikte Ankara’da Türkler arasında yeni tutuklanmalar başlamıştı. Bunların bir kısmı İstanbul’a gönderilmiş ve oradan kaçanlar veya kaçırılanlar da tekrar Ankara’ya dönmüşler ve Millî Mücadele’ye başlamışlardır. Bütün bu olanlarsa, küçük ve bazı Avrupalı yazarlara göre, bir çöl görünümünde olan Ankara’da Millî Mücadele’nin başlamasına yol açmıştır.
BASIN-HABERLEŞME SAVAŞI
Ankara’da bir taraftan askeri teşkilatlanma yapılırken, diğer taraftan da Anadolu harekâtına karşı olan bazı İstanbul ve Anadolu basını ve yabancı basına karşı bir sinir savaşı da yürütülmekteydi. Mustafa Kemal tarafından Hey’et-i Temsiliye adına 14 Eylül 1919’da çıkarılan İrade-i Milliye gazetesini Sivas Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin bilhassa genç üyeleri Ankara’ya bırakmak istemediklerinden, Mustafa Kemal daha hareketinde Ankara’da yeni bir gazete kurmak gerektiğine karar vermişti. Ona göre artık irade-i milliye teşekkül etmişti. Şimdi sıra hâkimiyet-i milliyede idi. Kollar sıvanmıştı. O günün tatlı hatıralarını Hilmi Yücebaş, Atatürk’ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları (İstanbul, 1963, s. 159-160)’ında şöyle anlatmaktadır: “Bu defa gazeteyi çıkartmak vazifesini, kendisine de, dâvasına da körü körüne bağlanmış bir yedek subaya veriyordu: Recep Zühtü: Rauf (Orbay) ile birlikte Sivas’a gelip Mustafa Kemal’le orada tanıştırılan bu subayı kongreyi dağıtmak isteyen Elâzığ’daki Bedirhanilere karşı yollamış, vazifesini de başarmıştı. Ona itimadı vardı. Yarın Ankara’dan ayrılmak zorunda bırakılsa, bu defa gazetesinin de kendisiyle beraber geleceğinden emindi. Vefa Lisesi’nden mezun bu genç, Recep Zühtü, 1920 yılının ilk günlerinde Ankara’da bir gazeteyi nasıl çıkaracaktı? Şehirde yalnız Vilayet Matbaası vardı. Oraya Meşrutiyet’ten sonra getirilen matbaa makinesi için daha o yıllarda “işe yaramaz” demişlerdi. Taş baskısı!
Mustafa Kemal Ankara’ya ayak bastıktan tam 14 gün sonra yeni gazetesi, vilâyet matbaasının köhne makinesinden çıkmıştı. Bununla da dâva halledilmiş olmuyordu ki! Kâğıt da, mürekkep de kıt, muharrir yok! Hepsinden de mühim: Para yok! Gazetesini, haftada iki gün de olsa, neşretmeye devam edebilmek kaygusu Mustafa Kemal’i o kadar sarmıştı ki, bütün işleri yanında ona abone temini ile de bizzat meşgul olmaktan geri kalmıyordu. Gazetesinin çıktığı günden 24 saat sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti merkezlerine birer şifre yollayarak, Hakimiyeti Milliye için abone temin edilmesini rica etmişti. Görmüştü ki yalnız para ile de iş bitmiyor! Gün geçmezdi ki vilayetin köhne makinesi bozulmasın, hemen hemen 400 gün içinde ancak 100 defa gazeteyi çıkarabilmişlerdi. 1920’nin sonlarına doğru bu makinenin ölümüne iyiden iyiye yaklaştığını seziyorlar, gazeteyi basamamak endişesi ile kıvranıyorlardı.
İşte böyle bir zamanda Eskişehir’deki matbaa, Ankara Garı’na furgondan indiriliyordu. O gün Taşhan karşısındaki Velihan, büyük bir hazırlığa sahne olmuştu. Hanın ahırını elden geldiği kadar temizlemişler, kova kova su dökmüşler, mürettiphaneyi, hurufat kasalarını güzelce oraya yerleştirmişlerdi. Küçük makine de ahırın hemen yanındaki bölmeye konmuştu. Bunun yanında Vilayet Matbaası, taş devrinden kalma bir yaratığa benziyordu. Hele yeni gelen makinenin bir gaz motoru vardı ki, bunun yardımı ile sahifeleri basabiliyor, elle çevirmeye lüzum kalmıyordu.
Anadolu’nun bu tarihi hanının ahırı mürettiphane olduktan kaç gün sonraydı? Mustafa Kemal, yatıp kalktığı İstasyon’daki binada Hüseyin Ragıp’ı (Baydur) karşısına oturtmuştu:
“— Hâkimiyeti Milliye’yi hergün çıkaracağız. Bununla sen meşgul olacaksın. Her gün de oraya baş makale yazacaksın!”
Ankara, çete devrinden muntazam ordu kurma yoluna yeni girmiş, bir ay önce de I. İnönü zaferini kazanmıştı. Daha önünde nice badireler vardı. Gene de Mustafa Kemal o andan itibaren gazetesi ile ana fikirlerini yayarak Devletin yeni rejiminin temellerini atmak azmindeydi. Fikrini açıkladığı Hüseyin Ragıp, Meşrutiyet’in yetiştirdiği genç kıymetlerden biriydi. Tarih, coğrafya öğretmenliği yapan, lisan bilen bu genç, vazifeyi kabule hazırdı, fakat bir şart ileri sürmüştü: “-Paşam, sizden direktif almak şartıyla başmakaleleri imzam altında yazarım. Fakat sizin bunları görmeniz şartıyla!”
Mustafa Kemal kabul ediyordu. Ve 6 Şubat 1921 sabahı, Velihanın ahırını gürültüye boğan makineden Hâkimiyeti Milliye’nin ilk günlük nüshası çıkıyordu. O sabah güneş daha yeni yükselmişti ki, şehirde mevcut tek otomobil hanın avlusuna kadar giriyordu. Mustafa Kemal gelmişti. Köhne merdivenin her basamağı, çizmelerinin altında ayrı ayrı ses vermişti. Yazı işleri odasında iskemlelerden birine ilişmiş, günlük çıkmaya başlayan gazetesinin bu ilk nüshasını bir müddet sevinçle seyretmişti. Öylesine mes’uttu ki! Tek yapraklı da olsa şu gazete ile, çok karışık bir siyasi manzara arz eden Meclise de belki istikâmet verebilecekti.”
Eski Ziraat Mektebi’nin üst katının sol tarafındaki bazı odalar Halide Edip Adıvar’ın başkanlığında çıkan Anadolu Ajansı için ayrılmıştı. Bunun hatırasını da Ankara’nın İlk Günleri (İstanbul, 1955, s. 93-94) isimli eserinde Yunus Nadi şöyle anlatmaktadır:
“Yemekten sonra biraz her şeyden bahsedilmek suretiyle konuşuldu. Paşa’nın o günlerde merak ettiği şeylerden biri de Türkçülüktü. Bilhassa bunun üzerinde konuşuldu. Mesele daha iyi tavazzuh etsin diye o kendisini mu’teriz mevkiine koyuyor ve müsbet sahada yürüyenleri bin bir itirazı ile sıkıştırıyordu. Sonra Halide Edip Hanım’la Akhisar İstasyonu’nda karar verdiğimiz Anadolu Ajansı’ndan bahsedildi. Eğer Paşa da muvafık görürse yarından tezi yok, hemen işe başlanabilirdi. Paşa fikri çok güzel buldu. Ancak Paşa memleket muhitine telgrafla verilmek üzere yazılacak olan haber ve yazıların ilk günlerdeki eşkâlini bir kere kendisi görmek istiyordu. Takip olunan siyaset ve zihniyete muhalif birşey olmasın diye.
— İlk günleri, diyordu, bu yazılarda gerek fikir, gerek tarz-ı tahrir itibariyle belki bazı tashihat yapılmak lâzım gelebilir. Fakat üç-beş gün geçtikten sonra zaten siz takip olunan siyaseti kavramış olacağınızdan, artık belki buna da hacet kalmadan, iş kendi kendine yürür gider.
Ajans bahsinde kararımız şu oldu: İlk günü Paşa Anadolu Ajansı’nı bütün memlekete takdim edecekti. ani şu ve şu maksatlarla Ankara’da bir Anadolu Ajansı teşkil edildi. Memleketin her tarafını, şu müşkil anında, cereyan eden ahvalden haberdar edecekti. Bu Ajans, tebligatını şu ve şu suretlerde mümkünse ve mümkün olduğu kadar memleketin en ücra köşesine kadar yayacaksınız, diyecekti. Halide Edip Hanım’la ben de neşri o günlerin işine yarayacak resmî, gayr-ı resmî, yerli ve yabancı haberleri toplayarak günde en az iki servis yapmak üzere telgrafhaneye verecektik... O zaman İstanbul ile alâkamız kesik ve Trakya ile bütün bütün ayrılmış vaziyette olmakla beraber gizli tellerle gerek orası ile, gerek burası ile muhabere ediyorduk. Trakya’ya hatır ve hayale gelmeyecek bir yerden dolaşmak suretiyle haberler isal ediyor, İstanbul ile ise gece yarısından sonra o zaman (Zafer) parolasını taşıyan -hâlâ kim olduğunu bilmediğim- fedakâr bir telgrafçıdan haberler alıyor ve onun vasıtası!e İstanbul’da istediklerimize haberler veriyorduk.”
Hâkimiyet-i Milliye ve Anadolu Ajansı’nın yanısıra o tarihlerde Ankara’da Selâmet ve Mefkure ile eskiden beri çıkan resmî Ankara isimli gazete de neşredilmekteydi12.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞI
Baş tarafta da belirttiğimiz gibi, Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da Meclis-i Meb’ûsân’ın toplanmasının hiçbir fayda sağlamayacağı gibi, tehlikeli de olacağını önceden haber vermişti. Bu sebeple daha Ankara’ya gelmeden önce Meclis’in Ankara’da toplanması için kendi tabiriyle “hazırlık ve tertibata” başlamıştı. 28 Ocak’ta Meclis-i Meb’ûsân’ın İngilizler tarafından basılması, daha sonra 16 Mart 1920’de resmî dairelerin işgali, bazı meb’ûsların Malta’ya sürülmesi, Mustafa Kemal’in haklı olduğunu ispat etmiştir. Bir yabancı yazarın belirttiği gibi, “İstanbul’un işgali Ankara’nın işini kolaylaştırmıştır”. Fransızlarca işgal edilmiş ve çatısı örtülmemiş olan İttihat Terakki Fırkası’nın binası düzenlenmiş ve kiremitlerle sıraları Ulucanlar’daki bir okuldan ve vatandaşlardan temin edilmiştir. Daha Meclis açılmadan iki gün önce bütün vilayetlere, kazalara, köylere kadar gönderdiği telgrafta Mustafa Kemal bunu halka ve yetkililere duyurmuştur.
İstanbul Hükümeti ve Padişah’ın Mustafa Kemal Paşa’yı idama mahkûm etmesi ve şeyhülislâmın fetvası üzerine, Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat (Börekçi) Efendi’nin büyük bir yurtseverlik ve cesaretle verdiği ve hemen hemen bütün Anadolu din adamları ve müftüleri tarafından imza edilen karşı fetva Ankara’da Meclis’in açılışından bir gün önce, 22 Nisan 1920 günü yayınlanmış ve ilk kez Hacı Bayram Camii’nde okunmuştur13.
Böylece Ankara’ya gelişinden 4 ay sonra ve İstanbul’un işgalinden sadece 1,5 ay sonra, Hey’et-i Temsiliye Başkanı olarak Mustafa Kemal, zekası, çalışması ve halkının desteğiyle 23 Nisan 1920’de resmen ve fiilen Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmıştır. Şüphesiz bunda, stratejik açıdan olduğu kadar kendisini bağrına basan ve Ankara’dan milletvekili seçen Ankaralıların da büyük rolü olmuştur.
Mustafa Kemal bir gün sonra Meclis Başkanı olarak yaptığı konuşmasında bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:
“Gerek hayat-ı askerîye ve gerek hayat-ı siyasiyemin bütün edvar ve safahatını işgal eden mücadelâtımda daima düstûr-ı hareketim irade-i millîyeye istinad ederek milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur”14.
1. ve 2. İnönü zaferlerinin kazanılmasına (10 Ocak ve 1 Nisan 1921), Çerkez Ethem isyanının bastırılmasına, Afgan ve Rus Hükümetleriyle antlaşmalar imzalanmasına ve Sakarya Meydan Muharebesi’nin hazırlıklarının sürmekte olmasına rağmen, Mustafa Kemal Ankara’da bazılarının bir çılgınlık diye nitelendirdikleri, bir başka olayı da gerçekleştirmiştir. Bu, 16 Temmuz 1921’de Ankara’da Maarif Kongresi’nin toplanması olayıdır. Böylece, hem 1451 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Bizans’a verdiği bir mesajı Yunanlılara ve destekçilerine vermiş ve eninde sonunda istilacıların denize döküleceğini ihsas ettirmiş, hem de, kendi ifadesiyle, eğitim-öğretim ordusunun asker ordusu kadar önemli olduğunu ortaya koyarak, ileride yapacağı inkılâpların bir temelini de atmıştır.
Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921) üzerine Meclisçe kendisine Müşir (Mareşal) rütbesi ve Gazi unvanı verilen Başkomutan Mustafa Kemal 20 Eylül’de ise, “orduya, yani Mehmetçiğe hitap” adı ile yazdığı bir mesajda şunları belirtmiştir:
“Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bildim... Cenab-ı Hak giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerini temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kat’i halâsı nasip etsin”15.
Büyük Zafer’den hemen sonra da, 2 Ekim 1922 günü İzmir’den Ankara’ya dönen Atatürk’e Ankara’lılar Ankara’ya ilk gelişinde olduğu gibi büyük bir tören hazırlamışlar, coşkun gösterilerle karşılamışlardı. O gün olağanüstü toplantısını yapan Ankara Belediye Meclisi, Atatürk’e “Ankara Hemşehriliği”ni vermiş, hazırlanan mazbata Belediye Başkanınca Atatürk’e sunulmuştu. Atatürk, 5 Ekim 1922’de, Ankara Belediyesi’ne Ankara’lılara duyurulmak üzere bir teşekkür mektubu gönderdi. Bu mektupta Atatürk Ankara’lılara içtenlikle teşekkür ettikten sonra şunları söylemiştir:
“Ankara Belediyesi vasıtasıyla Vatansever Ankara Ahalisine!
5 Ekim 1922
Beni Ankara’nın hamiyetli hemşehrileri arasına girmeğe davet suretiyle tecelli eden iltifatınıza samimi ruhumdan arz-ı şükran eylerim. Sevgili milletimizin bütün bir cihanı husumete karşı muzafferiyetle tetvic ettiği istiklâl mücadelesi tarihinde, Ankara adı, en aziz bir mevkii muhafaza edecektir. Bu mücadeleye başladığınız sıralarda bizi ihata eden müşkilâtın derecesi cümlenizin malûmudur. Bazılarınca iktihâmı hemen gayr-ı mümkün sanılan bu müşkülât karşısında sizler bir dakika tereddüt etmediniz ve üç sene mukaddem Sivas’tan Ankara’ya ayak bastığım zaman, bir misalini geçen gün göstermiş olduğunuz samimî ve kalbî tezahürat ile beni kollarınız arasına aldınız. O zaman gösterdiğiniz bu vatanî cesaret sayesinde, ecnebî müdahalesiyle İstanbul’ da kapattırılmış olan Meclis-i Meb’ûsân’ı, daha vâsi’ bir salahiyetle şân-ı milliye lâyık bir istiklâl ile Ankara’da açmak müessir olmuştu. İstanbul’da ecnebî süngülerine istinat edenlerin dağıttıkları Meclis-i Meb’ûsân’da cesur Erzurum hemşehrilerimin meb’usu sıfat-ı hâzırasım hâiz idim. Büyük Millet Meclisi için yeniden yapılan intihapta beni Ankara’dan a’za intihap etmek suretiyle bu sıfat-ı hâzıraya ayrı bir selâhiyet-i kanuniye ilâve buyurdunuz. Büyük Millet Meclisi sizin muhit-i hamasetinizde bîpervâ istiklâl mücadelesine devam edebilmiştir. Binaenaleyh Ankaralı hemşehrilerimizin bu istihlas-ı vatan mücadelesinde ayrı bir hisse-i şerefi vardır.
Bu vesileyle hemşehrilerimi bir kardeş samimiyetiyle tebrik eder ve bana karşı gösterdiğiniz kalbî muhabbete mukabeleten cümlenizi derâgûş eylerim. Gazi M. Kemal”16.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Mustafa Kemal’in şahsında Ankara, hem Milli Mücadele’nin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve hem de konumuz dışında kalan ve ileriki yıllarda, Ekim 1923’te gerçekleşecek olan “başkentlik” sıfatıyla yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin her alanda merkezi, kalpgâhı olmuştur.