Yolda giderken, yürümeye çalışan bir çocuk fark ettim.
Elindeki değnekleri zorlukla kaldırıyor ve alt tarafı
pek tutmayan vücudu ile bir sağa bir sola sallanıyordu.
Yüzüne bakılırsa, on üç – on dört yaşlarından fazla değildi.

Sanki büyülenmiş gibi onu izlerken, anîden yere düştü.

Hemen yanına koşarak kaldırmaya çalıştım.

Sessizce ağlıyordu.

- İnşallah bir yerin acımamıştır, dedim. Olur böyle şeyler sakın üzülme.

- Üzülmüyorum, dedi. Zaten ben pek üzülmem.

- İyi ama ağlıyorsun, diye atıldım.

- Kolum acıdı, dedi. Onun için her halde.

Bakmak için gömleğini sıyırdım. Sağ eli tam bileğinden kesikti.
Bu yüzden bir değneği, diğerinden farklı şekilde yapılmıştı.

Ayağa kalktığında:

- Günde birkaç kez düşmeye alıştım, dedi. Geçen sene düştüğümde, elim araba altında kalmıştı.

Söyleyecek söz bulmakta zorlanıyordum. Teselli etmek için:

- Üzülme! dedim. Daha kötü şeyler olabilirdi.

Belki ilk defa yüzüme bakarak:

- Üzülmüyorum, diye gülümsedi. Zaten ben pek üzülmem.

- Biraz önce aynı şeyi tekrar etmiştin, dedim. Neden böyle söyledin?

Titreyen vücudunu, elinden geldiği kadar dikleştirirken:

— Çünkü ben, Allah’a inanıyorum, dedi.
O’na inanan kişiler, hiç ölümsüz bir vücuda sahip olmayacak mı?
Üstelik de sapasağlam bir vücuda.

Bu sefer sustum, her nedense bir şey söyleyemedim.

Teşekkür edip yanımdan ayrıldı.

O küçük kahramanın arkasından bakarken,
“Acaba hangimiz daha mutlu?” diye düşünüyordum.

[ Cüneyd Suavi ]