Bir köyde, tam da köyün meydanında irice bir taş görmüş köylüler bir sabah. O meydanda o güne kadar küçücük bir taş dahi yokken şaşırıvermiş o taşı görenler.
-Bu taşı bu meydana kim koydu ki?
-Muhtar mıdır acaba bunu yapan? Seçimi zar zor kazandı da kin mi tuttu dersin?
-Ağadır belki, ha? Tarla davasından dolayı kızgın hepimize.
-Ben diyorum ki, komşu köyden gelin aldık ya, gönülsüz verdiydi ailesi, onlardır kesin.
Köylüler gün boyu taşa bakıp bakıp tahmin yürütmüşler taşı oraya kimin koyduğuna dair; kimi birbirinden kuşkulanmış, kimi gülüp geçmiş, kimi umarsız kalmış bu duruma.
Adını bilen olmaz da yetim derler, bir çocuk, taşı yerden alıp kenara taşımaya yeltenmiş de cümle köylüler karşı çıkmışlar.
-Senin neyine o taşı kaldırmak? Kim koyduysa o kaldıracak!
-Belanı mı arıyorsun sen çocuk? Yetim olduğun yetmedi de bir de canına mı kastetsinler istersin?
-Yoksa o taşı sen koydun da pişman mı oldun sonradan?
-Bırak taşı yerine, o taş orada duruyorsa bir hikmeti vardır elbet.
Çocuğun eli kolu bağlanmış da usulca uzaklaşmış meydandan. Kızanlar mı dersiniz, ayıplayanlar mı, kınayanlar mı, bir dolu laf edilmiş çocuğun ardı sıra.
Ertesi sabah köylüler bir de bakmışlar ki, o irice taşın yanında daha da büyük birkaç taş daha duruyor. Şaşkınlıkları daha da artmış bu sefer.
-Civar köylerden gelenler olmuştur, bizim ekinlerimiz daha çabuk boy veriyor diye kıskanıyorlar bizi.
-Taş ocağının arabası buradan geçiyor olmasın? Onun şöförünü tanırım, bizi kötüler herkese.
-Tüccarlardır bence, veresiye mal alıyoruz diye akıllarınca bizi cezalandıracaklar.
-Kasabanın gençleridir, buradan kız beğeniyorlar da kimse kızını vermiyor o serserilere.
Meydana dizili taşlardan konuşulmuş o gün o köyde. Birbirine dargın olanlar dahi taşları vesile bilip de sohbete dalmışlar birbirleriyle; birbirine kızgın olanlar dahi unutuvermişler kızgınlıklarını.
Yetim çocuk görünmüş yine. Duruvermiş meydanın ortasında da bir taşlara bakmış bir de köylülere. Birden davranıp taşları kucaklayarak kaldırmak istemiş de bağırıvermiş cümlesi.
-Sen ne istersin o taşlardan bre zındık? Bizden izin aldın mı ki kaldırmaya yeltenirsin?
-Yetim olmasan yemiştin dayağı bizden, çabuk git buradan!
-Seni kim gönderdi aslanım? Kime hizmet ediyorsun sen?
-O taşlar orada duracak, biz yokken kaldırılırsa senden biliriz ona göre!
Döküvermiş yüzünü çocuk, ağlayacak hale gelmiş de tek söz etmeden ayrılmış meydandan. Köylüler söylenmiş de söylenmiş yine.
Bir sonraki gün, daha gün doğarken toplanmış köylüler meydanda. Gözlerini ovuştura ovuştura bakmışlar etraflarına. Bütün meydan taşlarla diziliymiş. Hem de ne taşlar; her biri dize kadar yükseliyor.
-Kimdir yolumuza taş koyan? Sözü olan çıksın desin, böyle taş üstüne taş yığmayla olmaz.
-Nazara geldik biz köy olarak. Bunca zamandır en küçük bir huzursuzluğumuz olmamıştı oysa.
-Bu taşlarla birliğimiz sınanıyor arkadaşlar, sakin olmalıyız.
-Taşları meydana yerleştirenleri Allah`a havale ediyorum.
Çocuk tedirgin tedirgin sokuluvermiş meydandan taraf. Öyle ürkekmiş ki, bir hoyrat bakışa karalar bağlayacakmış. Zar zor geçivermiş taşların üzerinden. Taşın birini kavrayayım demiş de yetmemiş gücü, anca ittirivermiş. İteleye iteleye taşları meydandan kaldırmayı koymuş kafasına. Ama köylü durur mu;
-Ne inat çocuksun sen öyle, o taşları kaldırsak biz kaldırırız, çık git buradan.
-El sürme taşlara, bir de başına iş açacaksın da bizden bilinecek sonra.
-Tut ki bütün taşları kaldırdın, para mı isteyeceksin bizden?
-Sanki istesek kaldıramayız o taşları biz, sanki o taşları kaldırmayı düşünecek aklımız yok!
Çocuk yutkunmuş öylece. İki damla yaş süzülmüş yanacıklarından da mendilini çıkartıp silivermiş yüzünü. Köylüler hiddetlenmişler iyice, çocuk uzaklaşıvermiş sessiz sedasız.
Köylüler bir karar almışlar kendi aralarından. Ay doğmaya yakın, meydanı bir çift nöbetçi bekleyecek. Her saat başı başka bir çift nöbetçi devralacak nöbeti. Taa ki gün doğumuna kadar.
Nöbetçiler gözlerini ayırmamışlar meydandan, evlerinde olanlar rahat bir nefes almış. “Sabah anlarız başımıza bu musibeti açan kimmiş, kimlermiş” demişler.
Daha gün doğumunda meydana varmaya başlamış köylüler de bir korkudur, bir telaştır tutuvermiş her birini. Köyün meydanında koskocaman bir duvar örülüymüş. Bir yandan gelen diğer yana geçememiş duvardan ötürü.
-Nöbetçiler, boşuna mı dikildiniz bütün gece? Kimdir bu duvarı buraya yapan?
Nöbetçiler de ilk kez duvarı görüvermiş meydana toplananlar gibi. Bir kısım nöbetçi duvarın bir yanında kalmış, diğer kısmı bir yanda. Duvarın iki yanındaki nöbetçiler birbirlerini suçlamışlar.
Köylüler önce kendi taraflarındaki nöbetçilerine sahip çıkmışlar, sonra da sahip çıktıklarını kovalamaya başlamışlar.
Gün öğlene varınca ikna olmuşlar. “Bu işin sorumlusu nöbetçiler de değil. Onlar da bizim arkadaşımız, kardeşimiz, köylümüz” demişler.
Çocuk görünmüş uzaklardan. Bakmış ki köy meydanında bir duvar duruyor köyü ikiye bölen. Almış eline bir balta da vurmaya başlamış duvara.
-Bırak baltayı çocuk, sen daha en baştan o taşı kaldırmak istediğin için cezasını biz çekiyoruz.
-Sinirimiz tepemizde zaten, biz istesek hemencecik yerle bir ederiz bu duvarı.
-Hangi yüzle geliyorsun buraya sen? Biz elbet bulacağız bu duvarı kimler yaptı.
-Seni bir daha buralarda görmeyelim. Sende bir uğursuzluk var!
Çocuk, elinde baltasıyla gidivermiş oracıktan. Köyü terk etmiş mi derseniz, terk etmemiş köyü, köyün etrafından dolanarak duvarın diğer tarafına geçmiş. Tam baltasıyla duvara vurmaya başlayacakken, tutmuş onu köylüler.
-Şu bir lokma canınla duvarı mı yıkacaksın sen? Var git yoluna da eğleme bizi.
-Seni duvarın diğer tarafındakiler yolladı değil mi? Baltayı vuracaksan diğer taraftan vur, bu tarafa dokundurtmayız.
-Diğer tarafta merhamet göremedin de ondan bu tarafa geçtin değil mi? İnsanlık bizde var tabi, ama bir yere kadar , istemiyoruz seni biz.
-Sen ne zaman gelsen taş üstüne taş eklenmiş oluyor bu köye. Gelme artık da köy kurtulsun.
Çocuk ne yapacağını, ne edeceğini, ne diyeceğini şaşırmış. Baltayı bir kenara bırakıp ayrılmış o köyden. Duvarın iki yanındakiler kendi aralarında söz vermişler o gece uyumamaya. Akşamdan sabaha uyumamışlar, nöbet beklemiş bütün köy halkı kendi tarafında. Gün doğumunda etrafa bakınca tir tir titremeye başlamışlar. Köyün her yanı koskocaman duvarlar içindeymiş. Köy değil de sanırsınız mahpushane. Ferah ferah dolaşılan köy, bir mahpushane avlusu kadar kalmış meğer. Önce birbirlerini suçlamışlar, sonra birbirlerine sarılmışlar. Ağlamışlar, sızlamışlar, üzülmekten bitap düşmüşler.
-Çocuk gelse de bizi kurtarsa keşke.
-Sahi o yetimin adı neydi? Niye engel olduk ki biz ona?
-Daha ilk taşı o kaldırmadan biz kaldıracaktık aslında, seyre daldık olan biteni.
-Ben de çok kızmıştım ona, çocuğun baltası buralarda bir yerde olmalı.
Çocuk köy köy, şehir şehir, diyar diyar dolanmış dostlar. Nerede bir taş görse kaldırmak istemiş. Azarlandıkça azarlanmış, kötülendikçe kötülenmiş. Taşların insan boyuna yükselişini seyretmiş; insan boyunu, ağaç boyunu aşan duvarları görmüş ömrü boyunca.
Duvarlar içinde kalan nice insanların, nice halkların, duvarların diğer yanlarında kalanların halinden bilmediğine şahit olmuş; birbirlerinin halinden habersiz nicelerinin birbirlerine kin tutmalarına üzülmüş, yalan dolanlara, fitne fesatlıklara nasıl da meyilli olduklarını bilmiş.
Çocuğun fikri cümle duvarların üzerinden bir kuş gibi süzülerek geçmiş dostlar; düşüyle özgürleşmiş çocuk, emeğiyle kıymetli olmuş.
O emek ki, bir taş gördüğünde kaldırmak isteyenlerin emeklerine bütünlenmiş.
O emek ki, işte bu yüzden paha biçilemeyenmiş dostlar.