Karanlık bir Şubat akşamıydı.Gözlerimin içine bakan kadını tanıyordum.
Yıllar önce, şimdi hayatımın bütün köşelerine, deliklerine ve derinliklerine sızmış olan kederi armağan etmişti bana.

Ona bakıyordum.
Gözlerinin altında uykusuzluktan ya da önceki gece alınan alkolden kalma mor renkli torbalar birikmişti.
Yüzüne tükürüp küfür etmek istedim, ama buna bile değmezdi...

Sıcak kestane satıcıları, sokak köpekleri, sıvası dökülmüş duvarın önünde soğuktan donmamak için
birbirlerine sokularak bekleşen ümitsiz orospular, bağırarak mendil satan çocuklar ve peşi sıra koşan
sokak çocukları; bütün dünyanın piçleri...
Puslu, karamsar ve soğuk bir İzmir akşamının bütün oyuncuları orada toplanmış sıralarının gelmesini bekliyorlardı,
tıpkı benim gibi...

Gözlerimin içine bakan kadın...
Aynadaki o kadını tanıyordum. Her sabah benden bir şeyler bekliyordu gözleri.
Dudakları kıpırdamasa da söyledikleri kulaklarımı dolduruyordu.


Karanlık bir Şubat akşamıydı.
Gözlerimin içine bakan, hayır aslında bakamayan, gözleri artık çok uzaklarda ama adı, sanı, cismi;
vücudunun, düşüncelerinin, varlığının her bir noktası beynime,
hücrelerime kazınmış olan kadını tanıyordum.

Yıllar önce; o adam, aynadaki kadının gözleriyle aynı renkte olan kalbime girmişti;
işin hazin tarafı da bu giriş karanlık değildi üstelik; çünkü benim nefret duyduğum insanlardan
daha az karanlık olmayan kalbim de onun olmuştu.Ruhunu ellerine teslim ederken tereddüte düşmemişti. Ona bakıyordum.
Sert rüzgarın savurduğu siyah saçları,eşsiz siyah gözleri ve o ıslak dudakları...Söylemek istediği o kadar çok şey vardı ki..

Sırf bencilliğimden o adama aşık olmak istemezdim.
Eğer ona aşık olsaydım kadının yanaklarından süzülen yaşlar olmayacak, o yaşları sonsuza dek kimse göremeyecekti...

Ama şimdi görüyorlar...
Sokak köpekleri, sıvası dökülmüş duvarın önünde soğuktan donmamak için birbirlerine sokularak
bekleşen ümitsiz orospular, bağırarak mendil satan çocuklar ve peşi sıra koşan sokak çocukları;
bütün dünyanın piçleri; o puslu ve karamsar Şubat akşamının başrol oyuncularından birisinin,
ressamın fazla mesai harcamadan, yıpranmış fırçasıyla boyadığı o simsiyah gözlerinden akan yaşları izliyorlardı.


Gözlerinden aylar sonra yaşlar akan aynadaki kadını izlediğim gibi...


Karanlık bir Şubat akşamıydı.
Aynadaki kadını tanıyordum. Her sabah benden bir şeyler bekliyordu gözleri.
Dudakları kıpırdamasa da söyledikleri kulaklarımı dolduruyordu bütün gün. Ona bakıyordum...

Aynadaki kadının söylediklerini başkaları da söylemişti daha önce... ” Elinden tut “ demişlerdi,
“Onu uzaklara götür. Onu her şeyden uzakta, sağanak yağmurun,
kalpleri ısıtan güneşin ve denizin kesiştiği noktada dilediğin gibi sev,
çünkü ne kadar bunu göstermesende onun sana ihtiyacı olduğu kadar seninde ona ihtiyacın var...”...

Şimdi sert rüzgarın savurduğu sert duygular konfetiler gibi etrafımda uçuşuyordu, soğuk,
bir o kadar da karanlık bir İzmir akşamında...

Karamsar bir Şubat akşamı... O kadının yanaklarını ıslatan gözyaşlarını defalarca gördüm...
Benim de içimden aktılar kabul etmeliyim...
O kahrolasıca, gereksiz, iki geceyi geçmeyen adamlar, belki herşey başka türlü olabilirdi.
Artık sen olmasan da kalbimin sana ait olduğunu bilmeni istedim...
Bunu ben bile bilmezken, kendi kendini inandırdığın bu şey, umursamadığım son sözlerinde olduğun gibi, seni yaşatıyor, ayakta kalmanı sağlıyor ve nefes almanı...


Bütün oyuncular –ben hariç- şimdi burada kalmalı...
Sokak köpekleri, sıvası dökülmüş duvarın önünde soğuktan donmamak için birbirlerine sokularak bekleşen
ümitsiz orospular, mendil satan çocuklar ve bağrışarak peşi sıra koşuşan sokak çocukları; bütün dünyanın piçleri...
Yani herkes burada, imkansız aşkın imkansızlığının sonsuza dek kesinleştiğinin farkına varan adam
ve buna sevinen bir kadın –çünkü benim için aynı film sondan başa doğru oynuyor - karamsar bir
Şubat akşamında bu kadının gidişini izliyorlar...