Göz yaşlarına boğulmuştu sebepsiz, nedensiz, yorgun ve bıkkın. Sitemkar bakışlarla baktığı insanlardan kaçarcasına koşmak gerekiyordu belki de. Bilmiyordu hiçbir şeyi, düşünemiyordu. Tek istediği yalnız kalmak, ne şehrin gürültüsü, nede yapmacık insanların gülüşlerine maruz kalmak istiyordu. Dört duvar dardı, üstüne gelircesine, boğarcasına karanlığın içinde kaybolurcasına yaktığı bir sigaranın dumanında boğulmak istiyordu.

Yorulmuştu besbelli, kimseyi ne görmek ne de duymak istemiyordu. Belki de istediği hiçbir şey yolunda gitmiyordu. İçinde ki son kalede yıkılmıştı, yada umut denen şeyin son damlasınıda kaybetmişti. O da bilmiyordu ne yapacağını ne edeceğini. Sebesiz bir şekilde sadece ağlamak istiyordu hıçkıra, hıçkıra, göz yaşlarını insanlardan saklayarak. Kimse bilmesin istiyordu güçsüzlüğünü acizliğini. İnsanlar kötüydü, biliyordu bunu ve her fırsatta üstüne geleceklerini de biliyordu. Samimiyetsiz, yapmacık insanların sorularına maruz kalmak istemiyordu. Kapıdan çıktığı an güçlü dimdik ayakta gözükmeliydi, içine gömmeliydi tüm mutsuzluğunu, yalandan bir gülümseme atarak mutluluk rollerine devam etmeliydi her zaman ki gibi. Kaçamak bir boka yaramayacaktı, farkındaydı bunun. Her zaman ki gibi çıktığında dışarıya oyunculara taş çıkarırcasına en güzel mutluluk rolünü oyununu oynayacaktı, oynamalıydı.

Sahi kaçmak neye yarıyordu ki ? Hepimiz genelde saklamazmıyız göz yaşlarımızı, mutsuzluklarımızı. Yapmacık insanların karşısına yapmacık çıkmazmıyız yeri geldiğinde, gülmezmiyiz yalandan, saklamazmıyız gülüşlerimizin ardına üzüntülerimizi mutsuzluklarımızı ? Her birimiz aslında bu hayat denen sinema filminde ki karakterler oyuncular değilmiyiz ? Ama ne yazık ki en iyi oyuncuya hayat bir ödül vermiyor...