Bana bu gizemli çağrıyı yapmandan bu yana yirmibeş yıl geçti. Tam yirmibeş yıl... Önce kavrayamadığım, bir aralar kaldıramadığım, bir aralar aradığım, şimdilerde ise muhatabıma inandıramadığım bu çağrından bu yana yirmibeş yıl.
Hayatı nersinden gırtlaklamak istesem bana bu çağrıyla seslendin. Hatalarımdan dönmemi sağlayan da sendin. Kal! dediğinde kaldım. Git! dediğine gittim. Yaşadığım ömrümün üçte biri onu aramakla geçti. Bana "yüreğindekine sahip çık!" dedin onu da kaf dağının ardına attın. Bana "insan kırklarında kemale erer" dedin onu ankaya emanet ettin. Aç bıraktın beni, yıllarca aç... Ne bir başkaldırdım ne de neden diye sorguladım. Senin aşkına sana soruyorum şimdi; ben sana "Peki!." demekten başka ne yaptım. Hayatın en acımasız sopalarıyla çifte sürdün beni. Etrafımdaki asılmaz duvarlar beni hep korusalar da şimdilerde ben yüreğimdekini bile inandıramıyorum kendime.
Dağda senin huzurundayken gönderdiğin hamiye mukabil bana öyle bir aşk verdin ki her gün savunmalardayım. İşlemediğim suçlardan asılıyor yüreğim. Verdiğin bir düşe mukabil, ne istedinse aldın benden.
Çaresizliğin en amansız olduğu yerdeyim şimdi. Sevmenin en acımasız imtihanını veriyorum. Her gece kendi ellerimle uğurlattırıyorsun bana. Her gece hoşça kal dedirterek gönderiyorsun onu. Gecenin o saatinden sonra hoşça olmak, hoşça kalmak nasıl olur bilmediğimi mi sanıyorsun. Uykulara direnen göz kapaklarım yorgun düşüyorlar kısa kapanışlarıyla birlikte dudağıma bir parmak bal sürercesine bana kısa düşler veriyorsun. Benim neler çektiğimi bilmiyor musun yoksa? Sen ki sevdiğin bir kulunun canı azıcık yansa dağları başlarına yıkıyorsun. Sen ki sevilmenin ne demek olduğunu biliyorsun. Sen ki istersen elinde olan kalpleri istediğin gibi evirir, çevirirsin.
Önceleri hiç bilmediğim adını şimdilerde binlerce kez tekrarlatıyorsun. Bilmediğim şeklini, şemalini gözlerine düşürdün. Duvarlarımı, kitaplarımı süslettin. Kartpostallar haline getirttin. Gün oldu bir tablo güzelliğinde karşıma çıkardın ve ben bir heykele baş eğercesine güzelliğine kapandım. Gün oldu eski bir masaldan çıkaarıp getirdin bana ve benim olduğu hayaller kurdum. Gün oldu gelmemesi ihtimalini soktun aklıma gelsin deye ağladım, yalvardım. Gün oldu bir şehir öteme diktin belki onu da beni de acılara gark ettin. Gün oldu faran dağlarında say eden bir beyazlıkla düşlettin bana. Gün oldu gözlerimden düşen damlalara sebep meczup diye sıfatlandırıldım bilmediler ki ben senin bana sevdirdiğine ağladım. Gün oldu bir hayalini görebildiğim, duyabildiğim her şeyle takas ettin. Gün oldu herşeyi bırakıp kaçma duygusu verdin dizgininden boşalmış deli bir tay gibi koşturdun beni ve her gittiğim yere yine onu diktin. Ben kaçtıkça kaçtıkça sen beni ona yaklaştırdın. Gün oldu gözlerini gözlerime taktın içimde ne varsa ona şakıdım.
Düşün ki kendime bile fısıldayamadığım adını deniz kenarlarında haykırdım. Düşün ki sevincimden mevsimsiz bir denize attım kendimi. Düşün ki ben koca bir şehre yukarıdan bakan bir tepeye çıktım ve sabaha kadar o şehre düşen ışıltısını seyrettim. Düşün ki ben nice davetkar bakışlardan onun arkasına saklanarak korundum. Düşün ki içimdeki beni yutmak isteyen okyanusu küçük küçük damlalarla oyaladım. Düşün ki hasadını başkasına toplattırıyorsun soğuklarda üzerine kapanıp ısıttığım, sıcaklarda yanmsın diye üfleyerek soğuttuğum bağımın.
Sevmek... Senin benden istediğini şimdi ben senden istiyorum.Tek isteğim budur senden, alabildiğine sevmek ve sevilmek. Hiçbir şeyi atlamadan sevmek. Ellerinden tutmak, oralara gitmek ta en derinlere. Sonra susmak, sustukça susmak. Sevmek... Bir toprağın bağrına yatırılmışçasına tenine yatırılmak, emniyet içinde olmak.
Yüreğindekine sahip çık! diyorsun bana, artık bir kez de yüreğimdekine seslensen ve "içerisinde bulunduğun yüreğe, bedene sahip çık!" desen olmaz mı?