Ç ay şefkattir, dostluktur, güvendir.
Kahve ise sevişmektir, ilişkidir, heyecandır...
Çay ne kadar dışa dönük ise,
Kahve de gitgide o kadar içe dönük bir keyif içeceğidir.
Kahveyle çayı birbirinden en kesin ve keskin biçimde nasıl ayırırız?
Öpüşünce birbirimize geçirdiğimiz ağzımızdaki kahve tadıdır.
Çaydan geriye kalan ise sohbetimizin tadıdır.
Kahve kokudur... Önce koku.
Kahveyi dilden damaktan önce burun sever.
Kimileri "kokulu" çayı çaydan saymaz.
Oysa kokusuz kahve kahveden sayılmaz.
Fakat gözün arzularını ve keyiflerini de yabana atmamalıyız.
Fincanın üzerinden kahveye; o kara kuyuya bakıp başı dönmeyen,
Yükseklik korkusuna kapılmayan var mıdır?
Hayatın ilk bakışta sıradan gibi gözüken ama güzel sürprizlere açık çağrıları vardır.
Kimi zaman insan sesine bürünür bu çağrılar:
Bunlardan biri "Hadi, şöyle bir çay içelim" dir.
Öteki ise daha ılıktır, daha derindendir:
"Gel, bir kahve iç! Sonra gidersin..."
Nasıl ince belli çay bardaklarını avuçlarımızla kavramak sadece bedenimizi değil, üşümüş ruhlarımızı da ısıtırsa...
Değil kahve içmek; kahve içmeyi istemek bile bizi hem kendimizle hem de hayatla bir an için bile olsa barıştırır.
Haa, bir de "ben çay içmem!", "ben kahve sevmem...” diyenler var...
Onların aslında neyi sevmedikleri ve hayatın hangi taTlarını ıskaladıklarını gördünüz herhalde… __________________