Diyelim ki yılar ve yıllar uğraştınız. Kalbinizin en karanlık yerlerine, en arka odalarına kadargidebildiniz.
Kalbinizin bütün kilitli kapılarını, sıkı sıkıya kapatılmış perdelerini, pencereleri açıp, içinize ışık ve temiz hava girmesini, pis kokuların dağılmasını sağladınız.
Camları sildiniz, net görülmeye başladı dışarısı.
İçeride saksıdaki kurumuş, unutulmuş çiçeklerinize su verdiniz. Önce bir yeşillendi ve çok zaman geçmeden her renkten çiçeklendiniz.
Köprüleri tamir ettiniz. Yolları temizlediniz. Tozunu aldınız rafların. Pırıl, pırıl oldu kalbiniz.
Yalanlarınızdan, komplekslerinizden, ikiyüzlülüğünüzden, kibirinizden, kininizden, hırsınızdan kurtuldunuz.
Gerçek kendinizi bulup, sarılıp kucaklaştınız.
Yeter mi...?
Bir de sevmeyi öğrenmek gerek.
Boğmadan, itmeden, değiştirmeden sevmek…
İğnelemeden, tahakküm kurmadan, sevmeyi öğrenmek lazım.
Sevilmeyi beklemeden sevmeyi öğrenmek lazım.
"Seni sevmeyeni, sende sevme" zırvalarına kulak asmadan.
Kırmadan, incitmeden…
Sevmek kaç türlüdür…?
Mutluluk kaç türlü bilir misiniz?
Sevmeyi öğrenmek, sevmeyi bilmek, mutluluğun sadece bir yüzü değil mi…?
Bu yazdıklarım günümüzde çoğu kimse için, komik, saf, değersiz, olmadık şeylere kafa yormak anlamına gelebilir.
Kendilerini kurnaz, akıllı, zeki, her konuda EN görenler, sizi enayi, saf, zayıf sanıp küçümseyebilirler. Hatta sizi salak olarak görebilirler.
Sinirlenmeyiniz…
Kızmayınız….
Üzülmeyiniz…
Gülümseyiniz…
Kaçıyorlar…