Babası.................... : Sultan İbrâhim Han
Annesi.................... : Hadice Muazzez Sultan
Doğumu.................. : 25 Şubat 1643
Vefâtı...................... : 6 Şubat 1695
Tahta Geçişi............ : 22 Haziran 1691
Saltanat Müddeti..... : 3 sene 7 ay 14 gün
Halîfelik Sırası........ : 86
Yirmi birinci Osmanlı sultânı, seksen altıncı İslâm halîfesi. Sultan İbrâhim Han’ın üçüncü oğlu, dördüncü Mehmed Han ile ikinci Süleymân Han’ın kardeşidir. 25 Şubat 1643 (6 Zilhicce 1052)’de Hadîce Muazzez Vâlide Sultan’dan dünyâya geldi. İyi bir tahsil gördü. Arabî ve Fârisî’yi öğrendi. 1691’de pâdisâh oldu. Gayret ve merhameti ile tanındı. 1695’de vefât etti.
Bir çok sıkıntılarla iç içe olarak on yedinci yüzyılın son yıllarına gelen Osmanlı Devleti, güç ve kudretini hâlâ muhafaza ediyordu. Güçlü bir eğitim sisteminin, köklü bir aile terbiyesinin, yüksek bir ahlâk sisteminin üzerinde yükselen devlet, İran ve Avrupa kökenli dış; menfaat çekişmeleri şeklinde cereyan eden iç kışkırtmalara rağmen yine güçlü idi. Rastgele alınan asker arasına giren hurûfî sapıkları, İran lehine çalışıyorlar, Osmanlının kendini toparlamasına fırsat vermiyorlardı. Hele celâlîler, açıkça İran tarafından idare ediliyorlar, başıbozuk kimseler, değişik adlarla Anadolu’daki paşaların kapılarına yerleşip terör estiriyorlardı. Kuyucu Murâd Paşa, sultan dördüncü Murâd’dan da aldığı kuvvetle, celâlîlerin pek çoğunu temizlemiş olmasına rağmen, kalıntıları boş durmuyordu. Pâdişâhların çocuk yaşta tahta çıkmaları idarede boşluklar doğurmuştu. Bâzı menfaat çevreleri tarafından kışkırtılan ordu, pâdişâh dördüncü Mehmed’i tahtından indirmiş, kardeşi ikinci Süleymân’ı 1687 yılında tahta geçirmişti. Üç buçuk seneden fazla bir zaman tahtta kalan ikinci Süleymân Han, Ömrünün son günlerinde istiskâ (karında su birikme) hastalığına yakalandı. Vücûdu şişti. Fakat bu sırada Avusturya üzerine sefer hazırlığı vardı. Devlet erkânı, pâdişâhın sefere katılmasını lüzumlu gördülerse de, şiddetlenen hastalığına bakarak, götürmekten vazgeçtiler. Ancak, sultan dördüncü Mehmed tarafdarlarının sadrâzam yokluğunda saltanat değişikliği yapmalarından korkularak, sabık pâdişâh dördüncü Mehmed ve diğer şehzâdeler, birlikte Edirne’ye götürüldü. Fakat pâdişâh Edirne’de on beş günü doldurmadan vefât etti. Yerine en küçük kardeşi sultan İkinci Ahmed tahta geçti (1691). Sultan Ahmed Han’a pâdişâh olduğu bildirildiği zaman; “Mülkün mâliki Allahü teâlâdır. O, mülkü dilediğine verir. Dilediğini azîz, dilediğini zelil eder” mealindeki âyet-i kerîmeyi okuduktan sonra; “Ben saltanata tâlib değildim. Allahü teâlâ fazlu kereminden bu âciz kuluna nasîb eyledi. Bu nimetin şükrünü edâ edemem” dedi. Hazînenin darlığı sebebiyle kapıkulu ocaklarına cülûs bahşişi verilemedi.
Elli yaşında tahta geçen sultan İkinci Ahmed Han, daha bir kaç gün önce ordunun başında Avusturya üzerine sefere çıkmış olan sadrâzam ve serdâr-ı ekrem Fâzıl Mustafa Paşa’ya, ağabeyinin vefâtıyla kendisinin tahta çıktığını bildirerek, sadâretinin devamına dâir bir fermanla, mühr-i hümâyûn ve samur kürk gönderdi. Fâzıl Mustafa Paşa, gönderilenleri Sofya’da teslim alıp yoluna devam etti. Belgrad’a varınca hiç beklemeyip, Zemun yakasına geçmek için Sava nehri üzerine köprü kurdurdu ve askerin bir kısmını Macar topraklarına geçirdi. Tameşvar muhafızı tâyin edilen Tökeli İmre, üç yüz kişilik maiyyeti ile orduya katıldı. Bu arada Tuna ve Sava nehirleri taştığından Fâzıl Mustafa Paşa askeri azar azar, serî bir şekilde karşıya geçirmeye çalışıyordu. Ele geçirilen düşman askerlerinden, Avusturyalıların Varadin’e geldiklerini ve köprübaşını basmak istediklerini öğrendi. Eyâlet ve Kırım askerinin gelmemesine rağmen acele ile karşıya geçti. Elli bin yaya, elli bin atlı olmak üzere yüz bini bulan Varadin’deki düşman askerinin başında Prens Ludving (Lui) vardı. Prens Ludving, Varadin ile Zemun arasına gelip ordugâh kurdu. Avusturya askerleri, Osmanlı ordugâhına üç saatlik mesafeye kadar yaklaştılarsa da taarruz edemeden geri çekildiler. Bütün bunlara rağmen, Kırım hanının gelmesini bekleyen Fâzıl Mustafa Paşa, düşmanın geri çekilmesi üzerine kethüdası Mustafa Efendi’nin de teşvîki ile oklanmış av mesabesinde gördüğü düşmanı kaçırmak istemedi. Ordu erkânını topladı. Müzâkerelerde ileri gelenlerin menfî tavır almalarına rağmen, Kırım kuvvetlerinin beklenmeden düşmanın tâkib edilmesi yolunda karar aldı. Varadin taraflarına çekilmeye başlayan düşmanın yolu üzerindeki Karlofça boğazını tutarak gelmesi muhtemel Kırım askerleri ile birlikte Avusturyalıları kıskaca almak istedi. Bu arzusunu tahakkuk ettirdi ise de, Kırım kuvvetlerinin gelmediğini ve yolun da kapandığını anlayan düşman, iki kuvvet arasında kalmamak için, hemen hücuma geçti. 1691 yılı Ağustos’unun yirmi beşinci günü muhârebe başladı.
Slankamen muhârebesi adı verilen savaşın ilk anlarında Osmanlı askeri galip durumdaydı. Düşman geri püskürtüldü. Prens Ludving’in sevkettiği yeni kuvvetler, Osmanlı ordusunun sağ kolunun bozulmasına sebeb oldu. Avusturyalılar, buradan merkeze doğru hücuma geçtiler. Durum çok tehlikeli idi. Serdâr-ı ekrem ve vezîriâzam Fâzıl Mustafa Paşa, askeri şevke getirmek için, sağ taraftan hücum eden düşman üzerine yalın kılıç atıldı. Onu gören askerler de yerlerinde duramaz oldular. Nemçelilere kaçacak delik arattılar. Sağ cenahı takviye için Karaman beylerbeyi vezir Çelebi İsmâil Paşa, hemen koşup geldi. Askerinin iki katı düşman kuvvetini bozup dağıttı. Osmanlı ordusunun zafere doğru hızla ilerlediği bir sırada düşman tarafından atılan bir kurşunla Fâzıl Mustafa Paşa sehîd oldu. Serdâr-ı ekremin çevresindekiler, tedbirsizlik edip, “Serdâr düştü” diye bağırmaları, mehterin susmasına ve düşmanın durumu anlamasına yol açtı. Sipâhî ağası Ömer Ağa, yerinde sebat etmeyip geri çekildi. Bütün bunlar, zaferle bitmek üzere olan savaşı mağlûbiyete çevirdi. Sağ koldan giren düşman, ordugâhı işgal eyledi. Fakat kırk bin kayıp veren Avusturyalıların da dövüşebilecek güçten mahrum olmalarından istifâde eden Halep vâlisi vezir Koca Halîl Paşa ile Küçük Cafer Paşa, sancak-ı şerifi alıp orduyu selâmete çıkarmak için ordu hazînesi, cephane ve bütün topları meydanda bırakarak Belgrad’a döndüler. Bu arada Tuna kaptanı Mustafa Kaptan, Tuna nehrinde düşmanın sekiz yüz parça cephane ve zahire kayığını ele geçirdi. Belgrad’a ulaşan ordunun serdârlığına Koca Halîl Paşa seçildi. Bozguna sebeb olan sipâhî ağası îdâm edildi. Derme çatma kuvvetlerle Kırım hanı Saadet Giray geldiği zaman çoktan iş işten geçmişti. Serdârın şehâdeti ve mağlûbiyet haberi Edirne’de pâdişâha bildirildi. Sadâret kaymakamı Kâdı Ali Paşa vezîriâzam tâyin edildi. Koca Halîl Paşa’ya da Macaristan cephesi serdârlığı verildi. Sultan İkinci Ahmed Han, Kırım hanını, yazdığı bir hatt-ı hümâyunla tekdîr etti.
Avusturya kuvvetleri ne kadar aradılarsa da şehîd serdârın nâşını bulamadılar. Varadin’den Segedin’e, oradan da Tameşvar yakasındaki Çarad taraflarına giderek üç günde Ligve’yi aldılar. Sivas beylerbeyi Deli Ömer Paşa kumandasındaki birlikle Tameşvar’a yedi bin kile zahire gönderildi. Aynı yılın (1691) Kasım ayında Avusturyalıların Varat kalesini muhasara ettiği haberi geldi. Geniş salâhiyetle serdâr tâyin edilen Koca Halîl Paşa, ne yapmak lâzım geleceğini orduda istişare etti. Eğinli Mehmed Ağa (yeniçeri ağası), Varat, Yanova ve Göle gibi kalelerin çevresinin bataklık olması sebebiyle bir müddet müdâfaa edebileceğini öncelikle Tameşvar kalesine yardım edilmesi gerektiğini söyledi. Bu görüş kabul edildi. Tuna’nın sol tarafındaki Paçova sahiline geçilerek dört günde Tameşvar’a ulaşıldı. Kale, asker, erzak ve mühimmat yönünden ikmâl edilerek, muhafızlığına Fındık Mustafa Paşa getirildi. Belgrad’a dönen Koca Halîl Paşa, gelen ferman üzerine, kapıkulu askeri ile sancak-ı şerifi Edirne’ye gönderdi. Belgrad’a vezir Topal Hüseyin Paşa’yı muhafız tâyin edip kendisi Ohri’ye gitti. Lehistan cephesinde kral Sobiesky, Kahraman Paşa’nın karşısında bir hezîmete daha uğradı ve Kamaniçe muhasarasını kaldırmak mecburiyetinde kaldı. 1692 yılı Ocak ayında Topal Hüseyin Paşa, Koca Halîl Paşa’nın yerine Macaristan serdârlığına tâyin edildi. Aynı yılın Nisan ayında, Avusturyalıların Varat, Erdel ve Tameşvar taraflarında faaliyette bulundukları, Bosna’ya da taarruz plânladıkları haber alınarak gerekli tertibat alındı. Bu sırada Avusturya müttefiki olan Leh kralı, Avusturya ile savaş hâlinde bulunan Fransa ile dostluk kurarak Osmanlılarla anlaşmak istedi. Kâdı (Arabacı) Ali Paşa, sadâretten alınarak, Diyarbekir vâlisi Hacı Ali Paşa vezîriâzam oldu ve Avusturya üzerine sefere me’mur edildi (1692). Fransa’ya karşı daha güçlü olması gayesiyle Avusturya-Osmanlı savaşının durdurulması için İngiltere ve Flemenk (Hollanda) büyükelçileri, sultan Ahmed Han nezdinde faaliyette bulundularsa da netice alamadılar. Bu arada vaktinde yardım ulaştırılamayan Varat kalesi Avusturyalılara teslim olmak mecburiyetinde kaldı.
1692 Haziran’ın son günü Edirne’den hareket eden vezîriâzam ve serdâr-ı ekrem Hacı Ali Paşa, Ağustos’un ilk günlerinde Belgrad’a vardı. Betgrad’da yapılan istişare toplantısında, Slankamen savaşı dolayısıyla gözü yılmış olan askerin Sava nehrinin karşı yakasındaki düşmanla çarpışması hâlinde nehirde boğulma tehlikesi doğacağı söylenip, ordunun Belgrad’da kalarak surların tamir edilmesi kararlaştırıldı. Göle ve Tameşvar kalelerine ikmâl yapıldı. Avusturyalıların sınır kalelerine yaptıkları küçük çaptaki saldırılar püskürtüldü. Zâten Avusturyalılar, Fransızlarla savaştıkları için Osmanlılar üzerine fazla güç sevkedemiyorlar, Osmanlılar da toparlanmak için geri duruyorlardı. Nemçelilerin kışlağa çekildiklerini haber alan serasker Hacı Ali Paşa, Belgrad’ın tahkim işlerini bitirdikten sonra, dokuz bin askerle Büyük Cafer Paşa’yı hudut serdârı tâyin ederek, Kasım ayında geri döndü.
Veziriazam Hacı Ali Paşa, Nemçeliler (Avusturya) ile uğraşırken, Venedik donanması da Girid’e asker çıkarmıştı. Kaleyi, vezir Ispanakçı İsmâil Paşa savunuyordu. Malta, Floransa ve Papalık donanmaları hep bir olup, Girid’deki Hanya kalesi önüne yığıldılar. Hanya şehri ve Girid adası tehlikeye düştü. Emrinde bin beş yüz askeri olan İsmâil Paşa, hemen Kandiye muhafızı Fındık Mehmed Paşa’dan ve donanmayı hümâyûndan yardım istedi. Vezir Koca Halîl Paşa, Mora’ya girdi. Venedikliler, bir an önce işlerini bitirip, Koca Hâlîl Paşa’ya mâni olmaya çaltştılarsa da, İsmâil Paşa’nın kahramanlığı sayesinde kaleyi alamadılar. Kaleyi teslim isteği ile gelen Venedik elçisini İsmâil Paşa; “Bir daha teslim teklifiyle gelirsen, başını vururum” diye tehdîd etti. Yapılan iki umûmî taarruzu püskürttü. Malta amirali İki yüz silahşörüyle birlikte öldü. Kaptân-ı derya vezir Dâmâd Yûsuf Paşa’nın Girid’deki Kandiye’ye gönderdiği filoyu alan Fındık Mehmed Paşa, sekiz bin askerle Hanya’ya geldi. Aynı gün Venedikliler, muhasarayı kaldırıp kaçtılar ve bu esnada Fındık Mehmed Paşa tarafından bir hayli hırpalandılar. Kırk bir günlük Hanya muhasarası, Venediklilere dört bin askere mâl olmuştu. Büyük amiral hemen görevinden alındı. Bosna ve Karadağ’da da başarı sağlayamadılar.
1693 yılının ilk günlerinde, daha önce tahttan indirilmiş olan sultan dördüncü Mehmed Han vefât edip, Yeni Câmi yanındaki türbeye defnedildi.
1693 yılı Mart ayı sonlarında Bozoklu Bıyıklı Mustafa Paşa, vezîriâzam tâyin edildi! Hacı Ali Paşa da Kandiye muhafızlığına gönderildi. 1693 yılı Temmuz’unda vezîriâzam Bıyıklı Mustafa Paşa, Nemçe seferi için Edirne’den hareket etti. Tuna üzerinden Ruscuk’a ulaşınca, Kırım hanı Selîm Giray orduya katıldı. Vezîriâzam, ölen Boğdan prensi Konstantin Kantemir’in yerine prens Konstantin Duka’yı tâyin etti. Erdel’i geri almak için yola çıkan Osmanlı ordusu, Tuna’yı geçince, Nemçe ordusunun Belgrad’a yaklaştığını haber aldı. Serdâr-ı ekrem istikâmet değiştirip, Villages ve Yanova kalelerini fethettiken sonra Belgrad’a yöneldi. Belgrad’ı muhasaraya almış olan Nemçelilere karşı kale muhâfızı Cafer Paşa, yaralı olmasına rağmen, kaleyi kahramanca savunmaktaydı. Kırım hanı Selîm Giray’in Nemçelilerin imdadına gelen bir düşman ordusunu yenmesi üzerine kuşatma kaldırıldı. Serdâr-ı ekrem, çekilen düşmanı tâkible çok zâyiât verdirdi ve on yedi Eylül’de Belgrad’a girdi. Selîm Giray, Erdel’e yaptığı akından sonra, bol ganimet ve yirmi bin esirle geri döndü. Kışın yaklaşması üzerine Kasım sonlarına doğru Osmanlı ordusu Edirne’ye döndü.
Vezîriazam Bıyıklı Mustafa Paşa, bu başarılı seferinden başka, ıslâhat işleri ile de uğraştı. Orduya katılmayan ocaklı ve tımarlıları defterden sildi. Çok düşman kazandı. Bu yüzden görevden alınıp yerine Sürmeli Ali Paşa getirildi. Râkib gördüklerini yakın çevreden uzaklaştıran Ali Paşa, bâzı mühim yerlere yeni tâyinler yaptı. Bu arada İngiliz büyükelçisi, Nemçelilerle sulh yapılması için faaliyete geçti ise de isteklerin kabûl edilmez oluşu, toplanan konferansın dağılmasına sebeb oldu.
28 Haziran 1694’de Narenta kalesi Venediklilerin işgaline uğradı. Dalmaçya ile Hersek arasında bulunan Narenta suyu üzerinde olan bu kalenin stratejik ehemmiyeti pek büyüktü. Geri almak için bir kaç defa teşebbüs edildiyse de muvaffak olunamadı. Narenta kalesinin düştüğünü öğrenen serdâr-ı ekrem Sürmeli Ali Paşa, Edirne’den Belgrad’a doğru yola çıktı. Osmanlı nehir donanması (ince donanma) ile bir gün ara ile Belgrad’a ulaştılar. Selîm Giray Han da, dört oğlu ile beraber geldi. Sava üzerine kurulan köprüden Esklavonya’ya geçildi. 12 Eylül’de Varadin önüne ulaşan Osmanlı ordusu, kaleyi kuşattı. Macar topraklarına yaptığı akından dönen Gâzi Giray da muhasaraya iştirak etti. Yüz bin kişilik Osmanlı ordusu tarafından kuşatılan kale çok iyi savunuluyordu. Yirmi üç gün süren kuşatma, Sakız’ın düşman eline geçmesi üzerine gelen hatt-ı hümâyûnla kaldırıldı. Serdâr-ı ekrem, Belgrad’a gelip Aralık başında da İstanbul’a döndü. Haleb beylerbeyi Cafer Paşa, Belgrad muhafızlığında bırakıldı. Kırım askeri de Besarabya’ya çekildi. Şehri güzel bir şekilde tahkim eden Cafer Paşa, kış içinde Göle kalesini aldı.
Serdâr-ı ekrem, Varadin muhasarası için yolda iken, Malta, Floransa ve Papalık filolarından müteşekkil bir Venedik donanması, Sakız limanına gelerek karaya asker çıkarıp, deniz ateşi açarak, kaleyi muhasaraya başlamıştı. Sakız kalesini bin üç yüz yetmiş asker ile Hasan Paşa müdâfaa ediyordu. Yanında bahriye beylerbeyi Mehmed Paşa ile derya beylerinden Ahmed ve Mehmed beyler vardı. Kale çevresinde lağımlar kazan Venedikliler, ilk gün iki bin yedi yüz gülle attılar. Evlerin çoğu hasar gördü. Rumlar ayaklanıp kalenin teslimi için yürüyüşler yaptılar. Türklerden ellerine geçirdikleri kadın ve çocukları Venediklilere teslim ettiler. Hasan Paşa, Sakız’da sürgünde bulunan sabık şeyhülislâm Hoca Sa’deddînzâde Feyzullah Efendi ile durumu müzâkere etti. Bu kadar kuvvete karşı koymanın boşu boşuna kan dökmek olacağına hükmedip kalenin vire ile teslim olması kararlaştırıldı. İki hafta süren muhasaradan sonra teslim olan kaledeki müslümanlar, götürebildikleri eşyalarla birlikte gemilere bindirilip Çeşme’ye taşındılar. Sakız’ın düşmesi İstanbul’u karıştırdı. Pâyıtâht-ı Âl-i Osman’a bu kadar yakın olan bir adanın Venedik eline geçmesi, sultan İkinci Ahmed Han’ı çok müteessir etti. Belgrad’da Nemçe üzerine sefer ile meşgul olan vezîriâzam ve serdâr-ı ekrem Sürmeli Ali Paşa’ya bir hatt-ı hümâyûn gönderdi. Serdâr-ı ekremin eline ulaştırılan hatt-ı hümâyûnda, pâdişâh; “Madem ki Sakız düşman elindedir, bütün Üngürüs (Macaristan) memleketini feth etsen, makbûlüm değildir” diyordu. Serhad işlerini düzene koyup, hemen yola çıkan Sürmeli Ali Paşa, Edirne’ye gelince; “Sakız ahvâli derûnumu (içimi) yaktı. Teshiri (zaptı) murâdımdır. İcâb edenlerle görüşüp ne yapmak lazımsa bildiresin. Bu kış Sakız elde edilmezse, şöyle bilin kim, bütün reisleri katlederim” fermanı ile tutuştu. Vezir Hasan Paşa’ya Sakız’ın teslimini tavsiye eden Feyzullah Efendi, Nil üzerindeki İbrim adasına sürüldü. Buna îtirâz eden iki kazasker Başmakçızâde Ali ve Yahyâ efendiler Gemlik ve Haleb’e gönderildiler. Reîsülküttâb Ebû Bekr Efendi, Elbasan sancakbeyliğine tâyin edildi. Rami Efendi, reisülküttâb oldu. Kapdân-ı derya Helvacı Yûsuf Paşa azledildi. Yerine Amcazade Hüseyin Paşa tâyin edildi. Mısırlıoğlu İbrâhim Paşa’ya donanma serdârlığı verilerek, kış içinde Sakız’ın alınmasına me’mûr edildi. Sultan Ahmed Han huzuruna çıkan İbrâhim Paşa’yı taltif ve tehdid ederek; “Sadrâzam hüsn-i hâlini arz edip vükelâm dahi ma’kûl görüp hizmet umduğundan seni Sakız fethine serasker nasb u tâyin eyledim. Eğer taksirat edersen, şiddetli cezâlandırınm” deyip duâlarla uğurladı.
Donanma-yı hümâyûn 1695 yılının ilk günlerinde, Derseâdet’ten hareket etti. Ayrılmadan önce Barbaros Hayreddîn Paşa’nın, Beşiktaş’taki türbesi ziyaret edildi. Yâsinler, Fâtihalar okundu... Kurbanlar kesildi... Fukarâya sadaka dağıtıldı.
Mekânımız deryâ deniz...
Venedikli, gelen biziz.
Öcümüz komaz, alırız...
Bize Hayreddînli derler.
sesleri arasında donanma-yı hümâyûn denize açıldı.
Bütün deniz erleri, erenler, Çeşme’de toplandılar. Donanmanın idaresi Mezemorta Hüseyin Paşa’ya verildi. Mezemorta Hüseyin Paşa, uygun hava gözledi. Nihayet bir seher vakti tekbir-i kebirlerle deryaya açıldılar. 9 Şubat 1695 öğle vakti, Venedikli göründü... Ön direk gözcüsü tam 65 tekne saydı. Bandıraların (bayrakların) çoğu Venedikdi. Papalık, Toskana ve Malta şövalyeleri bile bandıralarını çekmişlerdi. Bütün haçlı kâfirleri, hepsi birden Sakız ile Koyun adaları arasındaki boğaza dolmuşlardı.
Mezemorta’nın emrinde, kırk sekiz Osmanlı gemisi mevcuttu. Düşmanın çokluğuna aldırmadı. Usta topçulardan Abdülfettah Reis’e işaret etti.
“Yâ Allah... Bismillah” ile, ilk Osmanlı topu, gürledi. En ağır Venedik kalyonu, infilâk etti. İslâm güllesi, tam cephane ambarına düşmüştü. Arkadan bir daha... Büyük amiral Benedetto, çılgına döndü. Oniki dakikada, en büyük iki kalyon ve bin iki yüz gemici kaybettiler. Türk topçularının mahareti, akıl alacak gibi değildi! Artık kendi amiral gemisi ile hücum etmesi gerekliydi, öyle yaptı!.. Fakat topçu çavuşu bu sefer daha keskin nişan aldı. Tam isabetle Benedetto’yu öteki dünyâya yolladı. Venediğin büyük amirâliyle birlikte, büyük ümitleri de yok oldu!.. Çünkü dokuz Venedik teknesi sulara gömülmüştü. Tamamen yok olmamak için, Sakız’ın iç limanına doğru kaçtılar.
Adadaki topların, atış mesafesine girmek istemediğinden Hüseyin Paşa, üzerlerine varamadı. Düşmanı açık denizde bekliyecekti. 9 gün oyalandı. Sakız’a varan bütün yardım yollarını kesti. Birleşik haçlı donanması Mezemorta’yı yenmedikçe buralarda barınmanın imkânsız olduğunu iyice anladı. Mecburen, denize açıldılar. Mezemorta avını bekleyen şahin gibi denizlerde süzülüyordu... Fakat yeni büyük amiral, daha atak davrandı. Osmanlılara aniden hücum etti. On sekiz Şubat sabahı, korkunç bir deniz savaşı başladı. Son yıllarda böylesi görülmemişti. Barbaros’un gerçek torunları öçlerini komayıp aldılar. Düşman, dokuz büyük kalyon ve on binlerce denizci daha kaybetti. Büyük ve küçük bütün amiralleri, batıya doğru firar ettiler. Sakız’ı terkettiler. 22 Şubat 1695 sabahı Osmanlı sancakları, Sakız semâlarında yeniden yükseldi. Serasker Mısırlıoğlu, müjdeyi bizzat vermek için İstanbul’a koştu. Fakat asker düşman ile cenkederken Sakız’ın elden çıkmasının acısı ile üzüntüden hastalığı ağırlaşan Sultan Ahmed Han, 6 Şubat 1695 târihinde Sakız’ın fetih haberini alamadan, elli iki yaşında iken hayâta gözlerini yummuştu. Edirne’de vefât eden Sultan, İstanbul’da Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın türbesine defnedildi. Yerine yeğeni ikinci Mustafa Han sultan oldu.
Çok merhametli ve vatanperver olan sultan İkinci Ahmed Han, hasta olduğu zamanlarda bile, devlet işlerinden asla el çekmezdi. Haftada iki gün yapılan dîvân toplantılarının dörde çıkarılmasını emretti. Toplantıları bizzat tâkib eder, yaptığı herhangi bir hatâyı düzeltmekten çekinmezdi.
Kıyafet değiştirerek halk arasında dolaşır, dertlerini sabırla dinler, çâre bulunması için gerekli yerlere emirler verirdi. İslâmiyet’e, Hicaz bölgesine ve seyyidlere hizmet hususunda derin bir mes’ûliyet hissi içinde hareket ederdi. Tahta çıktığı zaman söylediği sözler, Sultân’ın nasıl manevî bir mes’ûliyetle devlet reisliğini kabul ettiğini anlatmakta ve milletine hizmet duygusunun derinliğini göstermekdlr.
Ahmed Han, devrinde âdil bir sultan olarak yaşamış, milletini memnun etmek için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışmıştır. Gösterişten hoşlanmaz, sâde giyinmeye özen gösterirdi. Uzun uzun düşündükten ve bilenlerle istişare ettikten sonra karâr verirdi. San’atkârları korur, taltiflerde bulunarak daha iyiye ve güzele doğru yönlendirirdi. Kendisi de güzel yazı yazardı. Yazdığı Kur’ân-ı kerîmler ve çoğalttığı kitaplar vardır. Şairlik tarafı da bulunan Ahmed Han, bir şiirinde şöyle demektedir:
Sığındım tâ ezelden ben Allah’a
O’dur zîrâ bâya, yoksula penâh
Tevekkül üzre ol, her zaman Ahmed
Yardım etsin sana her yerde Allah!
Çocukları: İbrâhim, Selîm, Hadîce, Asiye. Hanımı: Râbi’a kadın.