Babası.................... : İbrâhim Han

Annesi.................... : Hadîce Turhan Sultan

Doğumu.................. : 1/2 Ocak 1642

Vefâtı...................... : 6 Ocak 1693

Tahta Geçişi............ : 8 Ağustos 1648

Saltanat Müddeti..... : 38 sene 3 ay

Halîfelik Sırası.......... : 84



Osmanlı sultanlarının on dokuzuncusu ve İslâm halîfelerinin seksen dördüncüsü. Sultan İbrâhim Han’ın oğlu olup, 1/2 Ocak 1642’de Hadîce Turhan Sultan’dan İstanbul’da doğdu. Doğumuna çok sevinilip, donanma şenlikleri yapıldı. Şehzâdeliğinde, İmâm-ı Şâmî Yûsuf Efendi, Şâmi Hüseyin Efendi ve diğer kıymetli hocalardan ders alarak yetiştirilmeye başlandı. Babası İbrâhim Han’ın âsîler tarafından tahttan indirilmesi üzerine 8 Ağustos 1648’de sultan olan dördüncü Mehmed Han yedi yaşında idi. Tahsîl ve ta’limine saltanatı zamanında da devam etti.

Sultan dördüncü Mehmed Han’ın çocukluğundan istifâde eden devlet kademelerindeki kişiler, idarede daha çok söz sahibi oldular. Sadârete getirilen Sofu Mehmed Paşa, mâlî işlerde tecrübeli bir devlet adamı idi. Mehmed Paşa, Devlet hazînesinin zor durumda olması yüzünden sadâretinin ilk günlerinde bâzı kararlar alarak hazînede bir dereceye kadar denge sağlamaya çalıştı. Masrafları azaltma çalışmalarına saraydan başladı. Gümrük, tuzla gibi mukâtaalardaki vazîfe sahihlerinin yoklamasını yaparak, müstahak olmayanlara berat vermedi ve beratlarındaki istihaklarını da azalttı. Sadrâzam bu arada kapıkuıu süvarilerine senelerden beri verilmeyen gulâmiyelerini dağıttı ve Girid seferine katılmak şartıyla bölüklerinden çıkarılan kapıkullarını tekrar deftere kaydettirdi. Bu ihsânları az gören sipâhîler çeşitli yerlerde toplanarak, isyân hazırlığına başladılar.

Diğer taraftan dış saraylarda bulunan ve celeb denilen acemi oğlanları isyân etti. Pâdişâh cülûsunda, her beş veya yedi senede bir İbrâhim Paşa Sarayı, Galatasarayı, Edirne Sarayı ile Enderûn’dan acemi çıkmaları olurdu. Bunlar kabiliyetlerine göre yeni saraya veya kapıkulu süvârî bölüklerine alınırdı. Sultan İbrâhim zamanında, çıkma zamanları geçmesine rağmen çıkarılmadıkları gibi, yeni cülûsta da ihmâl edilmişlerdi. 28 Ekim günü ayaklanan acemi oğlanlarına bir kısım sipâhî de katılmıştı. Şeyhülislâm Abdurrahîm Efendi’nin isyâncıların katledilmeleri hakkında verdiği fetva, işi daha da karıştırdı. İsyâncılar ayak dîvânı istediler. Sadrâzam ve şeyhülislâmın idamını isteyen âsîler, yeniçerilerin kendilerine karşı gelmeleri üzerine, bir yeniçeri zabiti, sipâhîler tarafından öldürüldü. Böylece devletin atlı ve piyade sınıfı askerleri devlet adamlarının şahsî ihtirasları yüzünden karsı karşıya geldiler ve Sultanahmed meydanında birbirlerine girdiler. Başlangıçta bozulan yeniçeriler, daha sonra insafsızca sipahileri öldürmeye başladı. Sipâhî isyânının kanlı şekilde bastırılması, yeniçeri ağalarını devlet yönetiminde söz sahibi hâline getirdi. Sadrâzam, ağalara sormadan bir iş yapamaz oldu. Yeniçeri ağaları sefahate dalarak çok zengin oldular. Ağaların nüfuzunu kaldırmak isteyen Sofu Mehmed Paşa, ağaların başı olan Kara Murâd ile çatıştı. Bu sırada eski kapıkulu süvarilerinden Gürcü Abdünnebî, ödediği iltizâmın verilmeden mukâtaasının geri alınması üzerine isyân etti.

Gürcü Abdünnebî etrafında topladığı sipâhîler ile Konya’ya gelerek, etrafa korku ve dehşet saçtı. Üsküdar yakınlarına kadar gelen âsîler, halka eziyet edip, yağmaya kalkışınca, üzerlerine gönderilen bostancılar, Abdünnebî kuvvetlerini ağır yenilgiye uğrattı. Abdünnebî, Anadolu’ya kaçarak canını zor kurtardı. Mudurnu taraflarında eşkıyalığa başladı. Bu sırada kapdân-i derya Voynuk Ahmed Paşa komutasında boğazdan çıkan donanmanın Venediklilere yenilmesi üzerine, donanmaya gerekli önemi vermediği gerekçesiyle Sofu Mehmed Paşa sadâretten alınarak, yerine Kara Murâd Ağa sadrâzamlığa getirildi (1643).

Kara Murâd Paşa, sadrâzam olduktan sonra, isyâncı arkadaşları ile arası açıldı. Sadrâzam, devletin en yüksek mevkiinde bulunmasına rağmen istediği gibi hareket edemiyordu. Yeniçeri ağaları Murâd Paşa’yı öldürmeyi plânladıkları bir toplantıda, ocaktan Bektaş Ağa mâni olarak, paşanın sadâretten çekilmesini teklif etti. Diğer ağaların bunu kabulü üzerine, Kara Murâd Paşa, Pâdişâh’a mührü teslim ederek istifasını sundu. Yerine Melek Ahmed Paşa tâyin edildi. Melek Ahmed Paşa hükümet işine ocak ağalarının müdâhele etmemesi şartıyla mührü kabul etti. Buna rağmen ağaların her işe burnunu sokmaları üzerine aralarına soğukluk girdi ise de tekrar düzeldi.

Melek Ahmed Paşa, bütçe açığını kapatmak için ayarı bozuk akçe (züyûf akçe) bastırıp tedavüle çıkardı. Esnafa dağıtmaya karar verilen bu züyûf akçelerin 118 tanesi bir altına karşılık geliyordu. Bunu kabul etmeyen yaklaşık on bin esnaf, durumu sadrâzama bildirmek için Paşa kapısına gittiler. Onları dinleyen sadrâzam isteklerini kabul etmedi. Bunun üzerine esnaf topluluğu şeyhülislâma gitti. Şeyhülislâmı bir ata bindirip saraya doğru yürüdüler. Bâb-üs-seâde kapısı önüne gelen esnaf topluluğu, küçük Pâdişâh’ı ayak dîvânına çağırdı. Ayak dîvânına çıkan Pâdişâh’a durumlarını arz ettiler. Sultan Mehmed topluluğa; “Size böyle zulüm olmasına benim rızâm yoktur” dedi ve işin aslını öğrenmek için sadrâzamı saraya davet etti ise de, Melek Ahmed Paşa korkusundan gelemedi. Bunun üzerine küçük Pâdişâh, esnafa; Kânûnî Sultan Süleymân devrindeki kânuna aykırı vergi ve tekâlifin affedildiğine dâir bir hatt-ı hümâyûnu verdi. Esnaf ayrıca Pâdişâh’dan, sadrâzamın azlini ve ocak ağaları olan ve devlet işlerine karışan Kara Çavuş, Bektaş Ağa, Kethüda Bey, Samsuncu Sarı Kâtip ve Deli Birader’İn katlini istediler. Bu durumu öğrenen ocak ağaları yeniçeriyi At meydanına çıkararak köşebaşlarını tutup halkı sindirdiler. Pâdişâh tarafından azledilen Melek Ahmed Paşa’nın yerine Siyâvuş Paşa getirildi.

Diğer taraftan, Abaza Hasan Paşa, vazifeden azledilmesini bahane ederek Kastamonu’da ayaklandı. İzmit’i ele geçirip, yol keserek yağmaya başladı. Daha sonra Kastamonu’ya geri çekildi. Sivas vâlisi tâyin edilen Karaman beylerbeyi Katırcıoğlu Mehmed Paşa, isyânı bastırmakla görevlendirildi. Ancak eski Sivas vâlisi İbşir Mustafa Paşa ile birleşen Abaza Hasan Paşa, üzerlerine gelen kuvveti Aksaray civarında bozguna uğrattı. Abaza Hasan Paşa bu muvaffakiyetten sonra, halktan zorla vergi toplamaya başladı. Eskişehir çevresini idaresi altına alıp, İstanbul’dan bâzı isteklerde bulundu. İstanbul’dan Boynueğri Mehmed Paşa başkanlığında bir hey’et gönderildi. Giden hey’et sipâhîler ile yeniçeriler arasındaki anlaşmazlığı giderdi ve Abaza Hasan Paşa’yı isyândan vazgeçirip Türkmen voyvodalığını verdi, İbşir Mustafa Paşa da Halep beylerbeyliğine tâyin edildi.

İstanbul’da ve Anadolu’da bütün bunlar olurken, sultan İbrâhim Han devrinde başlatılan Girid harbi bütün şiddetiyle devam ediyordu. 1651’de Girid’e gönderilen yardım malzemesi taşıyan yetmiş dört parçalık donanma, Nakşa adası açıklarında Venedik donanmasının âni baskınına uğradı. Altı kalyon dolusu asker ve önemli mikdârda mühimmat, top, Venediklerin eline geçti. Bu yüzden Girid’de çarpışan Türk kuvvetleri zor durumda kaldılar.

Donanmanın mağlûb olduğu sırada, Topkapı Sarayı’ndaki bostancılar bir Ramazan günü ayaklanarak iftardan sonra Sultan’ın babaannesi Mâhpeyker Kösem Vâlide Sultan’ı perde ile boğarak öldürdüler. Durumu öğrenen Sultan, sadrâzamı saraya davet ederek dîvân akdedip, suçluların cezalandırılmasını istedi. Ulemâdan Hanefî Efendi ile Hocazâde Mes’ûd’un tavsiyeleriyle sancak-ı şerif çıkarıldı ve muhalefet edenlerin katline dâir fetva veri idi. Halk ve asker sancak-ı şerîf altında toplandı. Davete uymayan ve yalnız kalan yeniçeri ağaları sonlarının geldiğini anlayarak saklandılarsa da idamdan kurtulamadılar. Böylece üç seneye yakın devlet işlerinde her şeye müdâhale eden ve ortalığı karıştıran dört kişiden kurtulan Sultan, rahat bir nefes aldı.

Ağalar devri kapandıktan sonra, sultan dördüncü Mehmed Han, Siyâvuş Paşa’yı sadâretten alarak yerine Tarhuncu Ahmed Paşa’yı getirdi. 20 Haziran 1652’de sadrâzam olan Tarhuncu Ahmed Paşa, bu vazifeyi, mâlî tedbirlere kimsenin müdâhale etmemesi şartı ile kabul etti. Bütçedeki mâlî durumu yakından tâkib etmiş olan Ahmed Paşa, hâl çarelerini de iyi biliyordu. Yapacağı işleri bir plân dâhilinde şöyle sıraladı: Girid’in fethini tamamlamak, donanmayı ıslâh etmek, hazîne için gerekli parayı sağlamak ve hazîneye borcu olanlardan parayı tahsîl etmek.

Hatır ve gönüle bakmadan çalışan yeni sadrâzam, haksız kazanç yollarını kapadı. Bu sırada defterdârlığa getirilen ve vergilerin toplanmamasından şikâyetçi olan Mustafa Paşa, buna bir çâre bulunmasını istedi. Neticede Sultan’ın hâzır bulunduğu bir toplantıda Erzurum, Çankırı, Kastamonu, Manisa gibi eyâlet ve sancakların iltizâma bağlanmasına ve vâlilerin bu iltizâmdan muayyen bir kısmını hazîneye göndermelerine karar verildi. Ayrıca has, zeamet, tımar ve paşmaklıklardan gelen gelirden bir mikdârın hazîneye alınması kararlaştırıldı. Bundan başka bütün dirliklerin hesaplarının dökümünü ihtiva eden bir defter sadrâzam tarafından Pâdişâh’a sunuldu. Bütçe açığını kapamak için masraflar kısıldı. Maliyeciler, kaynaklarda Tarhuncu bütçeleri veya lâyihaları olarak geçen iki bütçe hazırladılar. Masrafların kısılması bâzı devlet erkânının hoşuna gitmedi ve bunlar sultan dördüncü Mehmed Han’a sadrâzamın kendisini tahttan indirerek yerine şehzâde Süleymân’ı çıkaracakları iftirasında bulundular. Neticede Tarhuncu Ahmed Paşa 30 Mart 1653’de görevinden azledilerek, yerine kapdân-ı derya Derviş Mehmed Paşa getirildi.

Bu arada Derviş Mehmed Paşa’nın yerine kapdân-ı derya olan Çavuşoğlu Mehmed Paşa, Çanakkale boğazının çıkışında Venedik donanmasının bulunmamasından faydalanarak Girid’e yardımcı kuvvet ve mühimmat götürdü. Dönüşte Rodos’a uğradığı sırada Venedik donanması üzerine geldi ise de muhârebeye cesaret edemedi. Çavuşoğlu da taarruza cesaret edemiyerek İstanbul’a döndü. Bu hareketi Çavuşoğlu’nun azline sebeb oldu. 1653 senesi Aralık ayında Budin vâlisi Kara Murâd Paşa kapdân-ı deryalığa tâyin edildi. Kara Murâd Paşa 1654 senesi Mayıs’ında sefere çıkarak, Çanakkale boğazı çıkışında bekleyen Venedik donanması üzerine hücum etti. Mağlûb olan Venedik donanmasının gemilerinin çoğu battı. Düşman amirali ölenler arasında idi. Bu başarıdan sonra Girid’e mühimmat götüren Kara Murâd Paşa, sonbahara doğru İstanbul’a döndü. Bu sırada geçirdiği felç yüzünden sadâretten alınan Derviş Mehmed Paşa’nın yerine Haleb vâlisi İbşir Mustafa Paşa getirildi.

İbşir Paşa, meşhur Abaza Mehmed Paşa’nın yeğeni olup, yanına topladığı sekban ve levendlerle etrafa zulüm yapan, söz dinlemeyen bir vezirdi. Abaza Hasan Paşa isyânında, bu âsinin yanında yer aldığından isyânın bastırılması için İbşir Paşa’ya vâlilik verilmişti. Onu sadrâzam yaparak İstanbul’a getirmek suretiyle, her an çıkarabileceği bir isyânın önüne geçilmek istenmişti. Fakat İbşir Paşa, hemen İstanbul’a hareket etmedi. İstanbul’daki nüfuzluların emrine girmek istemediğinden Anadolu’daki karışıklığı düzelttikten sonra geleceğini bildirdi. Haleb’den ayrılan İbşir Paşa, kalabalık bir ordu ile Konya’ya geldi. Şam, Haleb ve Bağdâd vâliliklerine kendi adamlarını tâyin etti. İstanbul’a geldiği zaman maiyyetinde yirmi bin kadar asker vardı. İbşir Paşa’nın İstanbul’daki hoşa gitmeyen icrâatlarına Anadolu’dan gelen şikâyetler de katılınca, durumu nâzikleşti. Yanında getirdiği sipahilere vâdettiğini veremeyince de, bunlarla arası açıldı. Sadrâzamın Anadolu’da bıraktığı adamları halkı ezdiklerinden İstanbul’a şikâyetler yağıyordu. İbşir Paşa’nın bu sırada kapdân-ı derya Kara Murâd ile de arası açıldı. Murâd Paşa sadrâzamın kendisini donanma ile İstanbul’dan uzaklaştırıp sonra da azlettireceğini öğrenince, İbşir Paşa’dan memnun olmayanları türlü vâdlerle kendi yanına çekti. Sonra da asker taifesini İbşir Paşa aleyhine kışkırttı. Nitekim Yeniçeriler ile sipahiler, 10 Mayıs 1655’de At meydanında toplanarak, İbşir Paşa, şeyhülislâm ve İbşir Paşa’nın adamı kul kethüdasının katlini istediler. Şeyhülislâm ve sadrâzam saraya sığındı. İsyancılar sadrâzamın Ayasofya’daki konağını hücum ile yağmaladılar. Ertesi günü de şeyhülislâm Ebû Saîd Efendi’nin konağını talan edip Hasan Can ailesinin yüz elli seneden beri biriktirdikleri eşya ve kitapları yağmaladılar. Durumun yatışmadığını anlayan Sultan, İbşir Paşa’yı azlederek yerine Kara Murâd Paşa’yı getirdi. Fakat âsîler sadrâzamın katlinde diretince, idâm edildi.

İkinci defa sadârete getirilen Kara Murâd Paşa, bol vâdlerde bulunarak iş başına geldiğinden, hazîne işlerini ve devlet itibârını alt-üst etti. Kapıkulu süvarilerinin veledeş denilen paralarını ödediği gibi, Revan ve Bağdâd seferlerinde isimleri defterden çıkarılan sipahileri tekrar deftere kaydettirdi. Tarhuncu Ahmed Paşa’nın, ölümü bahasına büyük bir gayretle yirmi beş bine indirdiği sipâhî mevcudu elli, elli bine indirilen yeniçeri sayısı da tekrar seksen bine çıkarıldı. Bu durum devlet hazînesine büyük darbe vurdu. İbşir Paşa’nın idamı üzerine Türkmen voyvodası Abaza Hasan Paşa, Anadolu’da karışıklık çıkarmaya başladı. Olayları önliyemiyeceğini anlayan Sadrâzam, hacca gitmek gayesiyle 19 Ağustos 1655’de istifa etti ve Şam vâliliğine tâyin edildi. Yerine Süleymân Paşa sadârete getirildi.

Süleymân Paşa, sadârete geldikten sonra Anadolu’da kargaşalık çıkaran Abaza Hasan Paşa ve müttefiki Seydi Ahmed Paşa’yı Boğazhisar’ın muhafazası ile vazifelendirerek Anadolu’dan uzaklaştırdı. Sadrâzam bütçenin dengesizliği ve devlet işlerine her taraftan gelen müdâhalelerden ne yapacağını şaşırmıştı. Bozuk ve karışık akçe sebebiyle esnaf, halk ve asker arasında çekişme eksik değildi. Devlet idaresine tam olarak sâhib olamayan Süleymân Paşa, ihtiyarlığını ileri sürerek yüz doksan yedi günlük sadâretten sonra 27 Şubat 1656 günü istifa etti. Sadrâzamlığa Girid serdârı Deli Hüseyin Paşa, sadâret kaymakamlığına da Zurnazen Mustafa Paşa tâyin edildi. Ancak yedi gün sonra sadâretten azledilen ve Girid’de bulunan Deli Hüseyin Paşa sadârete tâyinini ve azlini öğrenemedi.

Bu sırada Vak’a-i vakvakiye (Çınar vak’ası) diye târihe geçen meşhur hâdise zuhur etti. İsyanın tek sebebi mâlî bozukluk idi. Askerin bir kısmına züyûf veya kızıl akçe ismi verilen değeri düşük akçelerin verilmesi ve bir kısmına ise maaş verilmemesi bu isyânın en büyük sebebi idi. Bu akçeleri İstanbul esnafı almıyor, alanlar ise tehdîdle kabul ediyordu. Bu sırada Girid’den dönen bir kısım yeniçeri dokuz aydır maaş almadıklarını şikâyet için gittikleri Ağakapısında, kul kethüdası Osman Ağa’nın hakaretine uğrayınca, ocağa dönüp diğer yeniçerilere durumlarını anlattılar. Mağdur durumda olan sipâhî ve yeniçeriler bir toplantı yaparak, buna sebeb olan ve hazîneyi yağmalayıp servet biriktiren saray ağaları ile devlet erkânından otuz kişiyi tesbit ettikten sonra At meydanında toplandılar. İdamını istedikleri kişilerin bulunduğu listeyi Sultan’a takdim ile ayak dîvânı istediler (4 Mart 1656). Bu durum karşısında Sultan yeniçeri ağası ile kul kethüdasını değiştirdi. Ancak asîler tatmin olmadı. Sonunda Pâdişâh ayak dîvânını kabul edip, vezirler ve ulemâ yanında olduğu hâlde Alayköşkü’nde toplanan askerlerle konuştu. Ayak dîvânında asîlerin aralarında seçtikleri temsilciler, Pâdişâh’ın yaş îtıbâriyle işleri alabilecek çağa geldiğini, Girid’de askerin çaresizlik içinde olduğunu, memleketin harâblığı, köylünün zulümden bıktığını, askerin maaş yüzü görmediğini, verilenlerin de geçmez akçe olduğunu, vergilerin ve defterdârın saltanat şeriklerinden korktuklarından hakîkati arzedemediklerini, Sultan’a yakın olan ağa ve musahiplerin devletin işine karışarak çok mal topladıklarını, hazînede iki senelik açık bulunduğunu, duruma sebebiyet verenlerin temizlenmesi gerektiğini söyleyerek, bu cüretlerinden dolayı aflarını istediler. Ayrıca ulûfe diye verdikleri akçe budur diye bir avuç züyûf akçeyi Sultan’a arz ettiler. Listesini verdikleri otuz kişinin îdâmını istediler. Pâdişâh, listede isimlen bildirilenlerin mallarının alınıp sürgün edileceklerini dört saat önce sadrâzam olan Zurnazen Mustafa Paşa ile askere tebliğ etti ise de âsîler hep birlikte; “Hayır katlolunmadıkça dağılmayız ve seni de istemiyoruz” diye bağırdılar. Bunun üzerine istekleri kabul edildi. Zurnazen Mustafa Paşa sadrâzamlıktan alınarak yerine Silistre vâlisi Siyâvuş Paşa tâyin edildi. Sadâret kaymakamlığına da kubbe vezirlerinden Yûsuf Paşa getirildi. Asîlerin sundukları listede bulunanlar yakalandıkça îdâm edilip Sultanahmed meydanındaki Çınar ağacına asıldılar, isyân, idamlar tamamlanıncaya kadar devam etti. Cesedler, çınar ağacında günlerce asılı kaldığından bu isyâna, târihte Vak’a-i vakvakiye denildi.

Sadrâzamlığa ikinci defa getirilen Siyâvuş’un bu görevi uzun sürmedi. Hastalığı yüzünden ancak iki defa dîvân toplantılarına katılabildi. Siyâvuş Paşa bir ay yirmi iki günlük sadâretinden sonra ölünce, yerine Boynueğri Mehmed Paşa getirildi. Çınar vak’asında öldürülen saray ağalarının yerini halkın meydan ağaları adını verdiği sipâhî ağaları almaya başladı. Henüz Şam’dan gelmemiş olan yeni sadrâzam yerine devlet işlerini kendi bildikleri gibi yönetiyorlardı. Meydan ağalarının rezaleti İstanbul’da herkesi canından bezdirdi. Devlet erkânı bunların rezaletine nasıl son verileceğini gizli gizli günlerce görüştü. Bu sırada sipâhî ağaları, Anadolu’da Seydi Ahmed Paşa’nın zulmü ve ele geçirdiği sipâhîleri öldürmesi yüzünden Sultan’ın bizzat Anadolu seferine çıkmasını istediler ve bunda direndiler. Bunun üzerine Pâdişâh Anadolu seferine çıkmayı kabul etti. Sefer için tuğlar çıkarılarak cephanelik önüne dikildi. Sefer hazırlıkları görüşülmek üzere devlet erkânı yeniçeri ve sipâhî ağaları saraya davet edildi. Görüşmeler sırasında, sipâhî ağalarının hiddetle ortaya atılıp edep ve terbiye dışı bir takım sözler sarfetmeleri üzerine, ocak ağalarından Hüseyin Ağa, şeyhülislâma; “Efendim, pâdişâh üzerine hükm ile memleket nizâmını bozup ortalığı karıştıranların cezası nedir?” diye sordu. Şeyhülislâm da şerîat kılıcı ile cezalandırılmalarının lâzım geldiğini söyleyince, Sultan dördüncü Mehmed’in işareti ile toplantıya gelen dört sipâhî ağası öldürüldü. Bunu duyan diğer ağalardan kaçan yirmi kadarı yakalanarak îdâm edildi. Böylece meydan ağaları devri sona erdi.

İstanbul’da arkası arkasına sadrâzamlar değişip, isyânlar birbirini tâkib ederken, Anadolu’da yer yer ayaklanmalar oluyordu. Bu sırada en büyük tehlike, Çanakkale boğazı çıkışında bir zamanlar Akdeniz’deki müttefik devletler donanmasını yenen Osmanlının Venedik donanmasına mağlûb olması idi. Uzun süren Girid savaşı yüzünden, buraya yardım için giden Osmanlı donanmasının boğaz dışında bekleyen Venedik donanması ile çarpışması âdet olmuştu. 1656 Haziran’ında Girid’e yardıma çıkan kapdân-ı derya Dâmâd Kenan Paşa komutasındaki donanma, Çanakkale boğazı çıkışında ters esen rüzgâr yüzünden mağlûb oldu. Yetmiş dokuz gemiden sekizi düşman eline düştü. Çoğu yanan gemilerden pek azı kurtulabildi. Bu, İnebahtı yenilgisinden sonra donanmanın uğradığı en büyük mağlûbiyet idi. Donanmanın bu yenilgisi üzerine Venedikliler, Bozcaada ve Limni gibi asker’i önemi fazla adaları kuşatarak ele geçirdiler. Bu durum İstanbul’da büyük heyecan uyandırdı. Venediklilerin Rumeli sahillerine taarruz etmesi üzerine, tâyin olduğu Silistre eyâletine gitmekte olan Seydi Ahmed Paşa, durumu öğrenir öğrenmez, derhâl sahillerin muhafazasına koştu. Karaya çıkan düşman askerini geri püskürttü. Bu başarısından sonra görevden alınan Kenan Paşa’nın yerine kapdân-ı deryalığa getirildi.

Donanmanın mağlûbiyeti yüzünden çıkabilecek herhangi bir karışıklığın önüne geçmek için 15 Eylül’de devlet erkânı ve ulemâ Yalı köşkünde bir toplantı yaptı. Bu toplantı neticesinde Manisa ve Aydın sancakları ile Anadolu ve Karaman eyâletlerine sancak beyi ve vâliler tâyini ile bunların İzmir, Sakız, İstanköy gibi ada ve sahillerin muhafazalarına me’mur edilmeleri, tersanede yeni gemilerin hızla yaptırılması, herkesten imdâdiye adı ile para alınması ve iç hazîneden bir mikdâr para çıkanlması kararlaştırıldı. Sultan dördüncü Mehmed, önceki sadrâzamlar gibi paraya düşkün olan Boynueğri Mehmed Paşa’nın icrâatından memnun değildi. Yalı köşkünde yapılan ikinci toplantıda Sultan sefere hazırlanması için emir vermesine rağmen, sadrâzam acz gösterince bir karâra varamayan meclis dağıldı.

Sultan dördüncü Mehmed Han, devlet idaresinde başarılı olamayan Boynueğri Mehmed Paşa’nın yerine dirayetli bir vezir aramaya başladı. Vâlide kethüdası Mîmâr Kâsım Ağa’nın tavsiyesi ile göngörmüş, tecrübeli vezir Köprülü Mehmed Paşa saraya çağrıldı. Köprülü Mehmed Paşa, bu görüşmede devletin içinde bulunduğu güçlükleri îzâh ederek, bunların altından ancak olağanüstü yetkilerle donatılmış olma hâlinde kalkabileceğini, aksi takdirde muvaffakiyetinin mümkün olmadığını arzetti. Bunun üzerine dördüncü Mehmed Han, yaptığı işlere müdâhale edilmeyeceği, aleyhindeki şikâyetleri kendi görüşünü almadan değerlendirmeyeceği, devlet me’mûriyetlerinde yapacağı tâyin ve azillere karışmayacağı gibi, büyük yetkilerle Köprülü Mehmed Paşa’ya sadrâzamlık mührünü verdi (14 Eylül 1656).

İstanbul’da kudret ve iktidarını kısa sürede gösteren Köprülü Mehmed Paşa, Venedikle olan uzun ve yıpratıcı savaşı sona erdirmeye, Çanakkale ablukasını kaldırmaya ve Girid’in fethini tamamlamaya karar vererek sefer hazırlıklarına girişip yeni bir donanma hazırlattı. Fakat bütün bu çalışmalara rağmen kapdân-ı derya Topal Mehmed Paşa, Çanakkale boğazındaki ablukayı kaldıramayınca cezalandırıldı. Bir süre sonra Venedik amirali Osmanlı baştardelerini zaptetmek için Kum kalesi önünden geçerek taarruz etti. Venedik amiral gemisi tarafından Osmanlı baştardesi ele geçirileceği sırada Kum kale metrislerinden Kara Mehmed adındaki bir topçu tarafından atılan bir gülle, Venedik amiral gemisinin barut mahzenine isabet etti. Düşman amirali gemisinin berhava olması, bozulmuş olan kuvve-i mâneviyenin düzelmesini sağladı ve Osmanlıların galebesini te’min etti. Nihayet Bozcaada ile Limni adası geri alınarak boğazın ablukası kaldırıldı.

Bundan sonra Köprülü, ilk olarak Girid’in fethini düşünmekte idi. Ancak Erdel ve Anadolu’da isyânların çıkması, bu teşebbüsün gecikmesine sebeb oldu. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu karışıklıktan ve Venedikle meşgul olmasını fırsat bilen Erdel prensi Gyürgy Rakoczy, katoliklere karşı protestan direnişinin lideri olduğunu îlân ederek İsveç kralı yanında Eflak ve Boğdan prensleriyle de anlaşarak Macaristan ve Lehistan’ı ele geçirme hayâllerine kapıldı. Durumun vehâmetini bilen Köprülü, Kırım tatarlarının bölgeye gönderilmesi için Pâdişâh’dan bir hatt-ı hümâyûn aldı. Büyük bir güçle gelen Kırım Hanı, Erdel’i itaat altına aldı. Rakoczy, Varşova’dan çekilmek zorunda kaldı. Buna rağmen Rakoczy Sultan’a bağlılığını tekrarlamaktan kaçınınca, Köprülü Mehmed Paşa büyük bir ordu ile Erdel seferine çıktı (23 Haziran 1658). Osmanlı ordusu Eylül 1658’de Erdel krallığının merkezi olan Erdel Belgrad’ını ele geçirdi. Prens Avusturya topraklarına kaçtı. Yerine Acos Barccai prens îlân edildi. Osmanlı birlikleri Yanova, Sebeş ve Lagos kalelerine yerleşerek Erdel’in tekrar ayaklanmasına mâni oldular.

Bu sırada Köprülü Mehmed Paşa’nın ve ordunun Avrupa’da bulunmasından istifâde eden Abaza Hasan Paşa, çıkardığı büyük bir isyân hareketi ile İstanbul’a yürüdü. Bu tehlikeli durum üzerine Erdel isyânını bastıran Köprülü, hızla İstanbul’a gelerek orduyu Üsküdar’a geçirdi. İsyanın elebaşlarına gizlice adamlar yollayarak aralarını açmaya çalıştı. Baskıyı hisseden Abaza Hasan Paşa, Eskişehir’e çekilirken, adamlarının çoğunu sadrâzamı öldürmek için Osmanlı ordusuna katılmak üzere gönderdi. Köprülü ise, sayısı altı bini bulan bu sahte askerleri tesbit ederek hepsini öldürttü. Sonra harekete geçerek Abaza’nın üzerine yürüdü. Bu arada durmadan gerileyen Abaza Hasan Paşa her geçen gün kuvvet kaybediyordu. Bu yüzden bir süre sonra barış çağrısında bulundu. Köprülü Mehmed Paşa ise bu barış çağrısına uymuş görünerek tertiplediği ziyafette Abaza Hasan Paşa dâhil bütün isyâncı elebaşlarını ele geçirerek cezalarını verdi.

Anadolu’da huzuru sağladıktan sonra İstanbul’a dönen Köprülü Mehmed Paşa, Fransızların Girid’de Venediklilere yardım ettiklerini öğrenince, İstanbul’daki Fransız uyrukluları hapsedip Fransa ile münâsebeti kesti. Bu sırada rahatsızlanarak 30 Ekim 1661’de vefât etti. Yerine tavsiyesi üzerine oğlu Fâzıl Ahmed Paşa tâyin edildi.

Köprülü Mehmed Paşa’nın Anadolu isyânları yüzünden tam bir istikrar sağlayamadan döndüğü Erdel’de, Avusturyalılar kanşıklık çıkarmaya devam ettiler. Bunun üzerine İstanbul’da yapılan toplantıda Erdel’e sefer açılmasına karar verildi. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra 12 Nisan 1663’de sadrâzam Fâzıl Ahmed Paşa’nın serdâr-ı ekremliğinde ordu sefere çıktı. Fâzıl Ahmed Paşa Belgrad’a geldiği zaman Avusturya elçileri anlaşmak için geldiler. Fâzıl Ahmed Paşa ise, eski vaziyetin iadesini ve Kânûnî Sultan Süleymân Han devrindeki gibi 30.000 altın verginin ödenmesini istedi. Şartlarının kabul edilmemesi üzerine Uyvar üzerine yürüyen sadrâzam, 17 Ağustos’da Uyvar’ı kuşattı. Sekiz günlük kuşatmadan sonra kale emân ile teslim oldu. Uyvar’ın fethiyle kalenin ehemmiyeti gündeme geldi. Bunun sağlanması için civardaki bir takım kale ve palangaların fethi gerekiyordu. Bunların en önemlisi olan Novingrad yirmi yedi günlük bir muhasaradan sonra ve bilâhare diğerleri de fethedildi.

Kış mevsiminin yaklaşması üzerine Belgrad kışlağına dönen sadrâzam, baharda yeni bir sefer açmayı plânlıyordu. Fakat kış mevsimi başlar başlamaz Avusturya ordusu Zigetvar üzerine yürüdü. Bunu haber alan Fâzıl Ahmed Paşa, Halep beylerbeyi Gürcü Mehmed Paşa’yı öncü gönderdikten sonra, kendisi de büyük bir kuvvetle yola çıktı. Düşman Zigetvar kuşatmasını kaldırıp geri çekildi. Bunun üzerine Fâzıl Ahmed Paşa civardaki bir kaç kaleyi fethetti. Uyvar’ın fethinden sonra peş peşe gelen başarılar, Avrupa’da heyecanın artmasına sebeb oldu.

Fâzıl Ahmed Paşa, Saint Gotthart mevkiine geldiğinde mareşal Montecuculi kumandasındaki müttefik kuvvetler ile karşılaştı. İki ordu arasında sâdece Raab nehri vardı. Alman komutanı, Osmanlı kuvvetlerinin köprü kurarak karşıya geçmesini bekledi. Türk topçusunun bombardımanı üzerine nehir kenarındaki Avusturya kuvvetleri ormana çekildi. Fâzıl Ahmed Paşa müsâid bir yerden nehri geçip düşmanı baskına uğrattıktan ve Raab veya Yanıkkale’yi aldıktan sonra Viyana’ya gitme plânını tatbik etmek istiyordu. Fakat yapılan köprü, askerin geçirilmesi esnasında yıkıldı. Yağan şiddetli yağmur, karşıya geçen asker ile bağlantının zamanında yapılamamasına sebeb oldu. Sabahtan ikindiye kadar devam eden harbin ilk safhası Osmanlıların galibiyeti ile bitti. Ancak ormana kaçan düşman tâkib edilerek veya gerekli tedbirler alınarak elde edilen başarı değerlendirilemedi. Bunu fırsat bilen düşman kumandanı, şiddetli bir taarruzla dört bin kadar Osmanlı askerini şehîd etti. Bu taarruzda Avusturya ordusunun da askerce zâyiâtı çok oldu.

Fâzıl Ahmed Paşa’nın bu muvaffakiyetsizliği muahedeye te’sir etmedi. Hiç ümid edilmeyen bir zamanda kazanılan Sen Gotar muhârebesinden sonra düşman kuvvetleri bir adım ileri gidemedi. Osmanlı ordusu da Vasvar’a döndü. Burada Avusturya murahhasları ile yapılan görüşmeler sonunda, Vasvar barışı imzalandı. Bu andlaşmaya göre Avusturyalılar Erdel’de işgal ettikleri topraklardan çekilecekler, Erdel prensi Apafi yerinde kalacak ve prenslik Osmanlı himayesinde bulunacaktı. Yıkılan kaleler tekrar yapılmayacak, karşılıklı elçiler ve hediyeler gönderilecek, iki devlet arasında bundan önce imzalanan andlaşmalar da yürürlükte kalacaktı. Ahmed Paşa bu andlaşmadan sonra bölgeden ayrılmayıp, Viyana’dan gelecek tasdikli muahede metnini bekledi ve metin geldikten sonra, Belgrad’a döndü. Muahede hükümlerinin tatbikatına nezâret etmek üzere 1665 kışını da Belgrad’da geçirip sonra Edirne’ye döndü (15 Temmuz 1665).

Sultan İbrâhim devrinde başlayan Girid’in fethi, iç karışıklıklar, Avrupa seferleri sebebiyle zamanında yardım gönderilememesi ve Venedik donanmasının nakliye gemilerine taarruzu yüzünden uzamıştı. Ayrıca henüz fethedilemiyen kalelerin durmadan tahkim edilmesi, mücâdeleyi Osmanlı aleyhine etkiliyordu. Avusturya cephesindeki savaş bir andlaşmayla neticelendikten sonra sadrâzam hazırlıklara başladı ve Girid serdârı Ankebûd Ahmed Paşa’nın imdâd mektubu üzerine, toplanan mecliste mes’elenin halledilmesi için karâr alındı. Mühimmat ve donanma tedârikine başlandı. Tehlikeyi sezen Venedikliler, barış teklifinde bulundular, ancak elçileri huzura kabul edilmedi.

Sultan dördüncü Mehmed Han, Girid serdârlığına sadrâzam Fâzıl Ahmed Paşa’yı getirdi. Hazırlıklarını tamamlayan sadrâzam 15 Mayıs 1666’da Edirne’den hareket etti. Tesalya’ya vardığında asker toplanması için bir kaç ay kaldı. Bu arada Ağrıboz adasıyla Benefşe ve Selanik’ten donanma muhafazasında Girid’e asker, mühimmat ve cephane nakledildi. Fâzıl Ahmed Paşa 3 Kasım’da Benefşe limanından yola çıkıp, 6 Kasım’da Girid’e vardı. Kışı Hanya’da geçirip, 25 Mayıs 1667’de Kandiye muhasarasını başlattı. Yirmi altı ay süren uzun ve şiddetli çarpışmalar sonunda Kandiye 5 Eylül 1669’da vire ile teslim olunca, Girid’in fethi tamamlandı (Bkz. Girid ve Seferleri). Sultan Mehmed Han, 1669 Haziran’ında Yenişehir yaylasında bulunduğu sırada, Ukrayna kazakları hatmanı Doreşenko bir elçi göndererek Leh kralı ve Kırım hanından şikâyetle himaye edilmesini ve Avrupa tarafına olan seferde Osmanlı ordusunda hizmetinin kabulünü istedi. Bu isteği kabul eden sultan Mehmed Han, kendisine bayrak, tuğ ve mehterhane gönderdi. Fakat bu sırada Leh kralı, Doreşenko üzerine saldırılarını yoğunlaştırarak bir kaç palangayı zaptetti. Bunun üzerine Lehistan’a karşı harekete geçmeye karar veren dördüncü Mehmed Han, Fâzıl Ahmed Paşa’yı da yanına alarak Edirne’den yola çıktı. Birinci Lehistan seferi denilen bu sefer sırasında Podolya’nın merkezi ve Lehistan’ın müstahkem kalelerinden biri olan Kamaniçe dokuz günlük kuşatmadan sonra fethedildi (27 Ağustos 1672). Düşman bu kaleyi kaybetme şoku içinde iken Halep vâlisi Kaplan Paşa, Kırım hanı Selîm Giray ve Doreşenko’nun komutasındaki birlikler, Lehistan ordusunun savunma hatlarını yararak Lehistan içlerine girdiler ve irili ufaklı bir çok kaleyi ele geçirdiler. Neticede Lehistan çok ağır şartlar altında andlaşma imzalamak mecburiyetinde kaldı. 18 Ekim 1672’de Bucaş’da imzalanan bu andlaşmayla Podolya, Osmanlı Devleti’ne bağlı bir eyâlet hâline getirildi. Ukrayna, Osmanlı Devleti’ne bağlı Kazak hatmanı Doreşenko’ya bırakıldı ve Lehistan’ın Osmanlı Devleti’ne her sene 220 bin duka altın ödemesi kararlaştırıldı. Bu muahede Lehistan’a çok ağır geldi. Lehistan diyet meclisi bu andlaşmayı tasdîk etmediği gibi, harac göndermeyip, kaleleri de teslim etmedi. Bunun üzerine 1673’de ikinci Lehistan seferine çıkıldı. Lehistan savaş hazırlıkları yaparken, Avusturya’dan da yardım alıyordu. Bunun yanında Eflak ve Boğdan voyvodaları baş kaldırarak, Lehistan safına geçti. Leh ordularının Hotin’i muhasara etmeleri üzerine Sultan, Fâzıl Ahmed Paşa’yı serdâr tâyin ederek bölgeye gönderdi. Kendisi ise, Babadağı kışlağına döndü.

Turla nehrinin karşı yakasında Hotin’i korumakla görevli Sarı Hüseyin Paşa, Jan Sobieski kumandasındaki 80.000 kişilik düşman ordusunun taarruzuna uğrayınca, kuvvetleri dağıldığından, kale, Lehliler tarafından zaptedildi (Kasım 1673). Bunun üzerine Kırım kuvvetleri de beraberinde bulunan Fâzıl Ahmed Paşa, Hotin önlerine gelerek, kaleyi kolayca geri aldı. Lehistan seferine devam edildiği sırada Kazak hatmanına yardım edilmek üzere, Osmanlı ordusu Ukrayna’ya girdi. Bâzı kale ve palangalar alındı. Leh elçisi gelip, Podolya ve Ukrayna’nın iadesi şartıyla andlaşma istedi ise de kabul edilmedi. Bu arada Fâzıl Ahmed Paşa’nın hastalanması üzerine 1675’de Lehistan serdarlığına İbrâhim Paşa tâyin edildi. Sultan, Fâzıl Ahmed Paşa ile Edirne’ye döndü, İbrâhim Paşa, kısa sürede kırk sekiz kale ve palangayı fethedince, Lehistan tekrar andlaşma istedi. 27 Ekim 1676’da Zarawno’da imzalanan andlaşma ile 220 bin duka altın haractan vazgeçilmek şartıyla, daha önce Fâzıl Ahmed Paşa tarafından akdedilmiş olan Bucaş muahedesinin esasları aynen kabul edildi.

Lehistan’la barış imzalandığı sırada hasta olan Fâzıl Ahmed Paşa vefât etti ve yerine, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadârete getirildi. Bu sırada Lehistan seferlerine sebeb olan Kazak hatmanı Doreşenko’nun, Osmanlı himayesinden çıkıp, Rus himayesine girmesi ve Ukrayna’nın merkezi olan Çehrin kalesini Ruslara teslim etmesi, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında harbe yol açtı. Sultan, Doreşenko’yu Kazak hatmanlığından azlederek yerine Yorgi Himilnitski’yi tâyin etti. Lehistan serdârı İbrâhim Paşa’ya ferman göndererek Kırım hanından da yardım alıp Ukrayna’yı fethetmesi ve Yorgi Himilnitski’yi yerine geçirmesini emretti, İstanbul’dan silâh ve cephane yardımı alan İbrâhim Paşa, 1677 Mayıs’ında Tuna’yı geçerek, Ukrayna topraklarına girdi ve Haziran ayında Çehrin kalesini kuşattı. Üç tarafı bataklık olan ve bir yönden kuşatılan kale, devamlı yardım alması yüzünden ele geçirilemedi. Kuşatmanın yirmi üçüncü gününde Rusların büyük bir orduyla geldiğini öğrenen İbrâhim Paşa, iki ateş arasında kalmamak için Bender’e çekildi.

Bu haberin İstanbul’da duyulması üzerine toplanan dîvânda, Çehrin’in fethi için büyük bir sefer açılmasına karar verildi. Bu sırada barış için İstanbul’a gelen Rus elçisine, Çehrin’in Osmanlı Devleti’ne teslimi şartı ile barış görüşmeleri yapılabileceğini, yoksa büyük bir Osmanlı ordusunun Çehrin önüne geleceği bildirildi.

Sultan dördüncü Mehmed Han, 30 Nisan 1678’de Çehrin seferi için Dâvûdpaşa kışlasından hareket etti. Silistre’ye kadar giden Sultan, buradan geri döndü ve sadrâzam Kara Mustafa Paşa’yı serdâr tâyin etti, 21 Temmuz’da Çehrin önüne varan Sadrâzam kaleyi kuşattı. Muhâsara’nın üçüncü gününde Rus başkumandanı prens Romonovski’nin büyük bir ordu ile Çehrin’e yaklaşması üzerine Sadrâzam, Kırım hanı ve Halep beylerbeyi Kara Mahmûd Paşa’yı Rus ordularını karşılamak için gönderdi. Yardım kuvvetlerinin gelmesinden cesaretlenen kale müdafileri huruç hareketi yaptılar ise de büyük kayıplar vererek geri çekildiler. Kırım hanı ve Halep beylerbeyi, yardıma gelen Rusları durdurdular ise de mağlûb edemediler. Yardıma gelen Rus ordusu ile Osmanlı ordusu arasındaki çarpışmalar mevzî harbi şeklinde sürdüğü sırada, gece karanlığından faydalanan Romonovski kaleye on sekiz bin askerini sokmayı başardı. Sadrâzam geri çekilen Osmanlı askerini kurulan köprüler vâsıtası ile ordugâha çektikten sonra köprüleri yıktırdı ve Rus kuvvetlerinin geçmesini önledi.

Serdârın kaleyi feth etmeden geri dönülmeyeceğini bildirmesi ve bir aralık Osmanlı mevzilerine yaklaşan beş bin Rus’un bir kaç yüz Türk askeri tarafından perişan edilmesi, askerin gayrete gelmesine yol açtı. Muhasaranın otuz üçüncü gününde lağımlar patlatmak suretiyle kale bedenlerinde açılan büyük gediklerden Türk askeri kaleye girdi. Kalede bulunan Rus askerlerinden bir kısmı kaçarken bataklıkta boğuldu. Ancak kayıklarla kaçabilenlerden bâzıları kurtuldu. Kara Mustafa Paşa, sefer müddetince yanında bulunan Himilnitski’yi Namirye kalesine gönderdi. Yanına iki bin tatar muhafız bıraktıktan sonra, ordu ile Babadağ kışlağına döndü. Haleb vâlisi Kara Mehmed Paşa’yı serdârlığa tâyin eden Sadrâzam 20 Kasım 1678’de Edirne’ye geldi.

Bir süre sonra Rusların savaşa devam etme arzusunda oldukları ve hazırlıklara başladıkları haberi İstanbul’a geldi. Bunun üzerine, toplanan dîvânda Rusya üzerine Pâdişâh’ın da katılacağı ikinci bir sefere karar verildi. Bizzat Pâdişâh’ın sefere çıkması Rus çarını telaşlandırdı. Kırım hanına elçiler göndererek sulhe hazır olduğunu bildirdi. Barış görüşmeleri Kırım’da Bahçesaray’da yapıldı. Kırım Hanı tarafından barış esasları Edirne’ye gönderildi ve tasvib olundu. 12 maddeden meydana gelen andlaşma yirmi sene yürürlükte kalacaktı. Bu andlaşmaya göre Özi suyu Osmanlı Devleti ile Rusya arasında hudûd olacaktı. Kırım Hanı, Rus topraklarına akınlar yapmayacak ve esirler mübadele edilecekti.

Rusya ile barış andlaşması yapıldıktan sonra, Avusturya’ya karşı isyân edip tekrar Osmanlı Devleti himayesini isteyen Tököly İmre, sadrâzam tarafından Orta Macaristan kralı îlân edildi. Tököly İmre’ye yardım etmek için Budin beylerbeyi Arnavud İbrâhim Paşa görevlendirildi. İbrâhim Paşa, kısa sürede bütün Orta Macaristan’ı fethederek, Osmanlı Devleti’ni matbu tanıyan Tököly İmre’ye bıraktı. Batıda Fransa ile uğraşan Avusturya imparatoru Leopold, Orta Macaristan’ın fethi ile büyük telâşa düştü. Henüz müddeti bitmemiş olan sulh muahedesini yenilemek üzere İstanbul’a elçi gönderdi. Sadrâzam tarafından yapılan teklifleri Avusturya imparatorunun kabul etmemesi üzerine Avusturya seferine karar verildi.

1683 Nisan ayı başlarında, dördüncü Mehmed Han’ın komutasında Edirne’den hareket eden ordu, 3 Mayıs’da Belgrad’ın karşısındaki Zemun sahrasına geldi. Burada kalan Pâdişâh, ordunun komutasını Kara Mustafa Paşa’ya bıraktı. 27 Haziran’da İstolni-Belgrad’da toplanan harp meclisinde ordunun Yanıkkale ile Komaron kalesinin fethi ve Avusturya içine akınlar yapılması görüşülürken, sadrâzamın ortaya attığı Viyana üzerine yürünmesi fikri, Kırım Hanı Murâd Giray ve Budin beylerbeyi Arnavud İbrâhim Paşa’nın karşı fikir beyân etmelerine rağmen, kabul edildi. Meclisin aldığı karar bir telhisle Sultan’a bildirildi. Sultan durumu öğrenince, sadrâzamın kendisine danışmadan Viyana’yı muhasaraya karar verdiğine hayret ederek; “Kasdımız Yanık ve Komaron kaleleriydi. Viyana kalesi dilde yoktu. Paşa ne acip saygısızlık edip, bu sevdaya düşmüş. Hoş imdi Hak teâlâ âsân getüre. Lâkin önceden bildireydi rızâ vermezdim” diye üzülerek bu emrivâkiyi istemeye istemeye kabul etti.

Kara Mustafa Paşa, 14 Temmuz 1683’de Viyana önlerine varıp kaleyi kuşattı. Viyana’ya gelebilecek yardımları önlemekle Kırım hanı görevlendirildi. Muhasara bütün şiddetiyle devam ederken, Kırım hanının ihmâli yüzünden yardım kuvvetleri Viyana önlerine geldi. Kuşatmayı kaldırmayan Sadrâzam yardım kuvvetleri ile karşılaştı. Osmanlı ordusunun sağında Budin vâlisi İbrâhim Paşa, merkezde Sadrâzam, sol kanatta ise, Kırım hanı ile Sarı Hüseyin Paşa bulunuyordu. Osmanlı ordusunun gerisine inmek isteyen düşman, plânında muvaffak olamadı. Düşmanın harb levâzımâtı fazla olduğundan, aralıksız topçu atışlarına devam etmesi üzerine ordunun sağ kanat birlikleri kısa zamanda bozuldu. Düşman ordunun içinde yol bularak Osmanlı ordusunun merkezine hücum edince askerde bir panik başladı. Bunu fark eden Leh kralı doğrudan sancak-ı şerif üzerine yürüdü. Sadrâzam yerinden kımıldamayıp beş altı saat mücâdele etti. Durumun vehâmeti üzerine Osmanlı ordusu bütün ağırlıklarını Viyana önlerinde bırakarak Yanıkkale taraflarına çekildi (Bkz. Viyana Kuşatması).

Kara Mustafa Paşa, Yanıkkale yakınlarına döküntü hâlinde gelen ordu efradını topladı. Muhârebede kusurları ve kayıtsızlıkları görülenleri cezalandırıp, düşmanın gelmesi ihtimâli olan kale ve palangalara muhafız kuvvetler yolladı. Aldığı tedbirlerle perişanlığı önleyerek orduda disiplini yeniden sağladı. Viyana muvaffakiyetsizliği, Sultan’ın, sadrâzama olan îtimâdını sarsmadı. Fakat sadrâzamın muhalifleri hummalı bir faaliyete girişerek, Pâdişâh’a Viyana hezimetinin yegâne müsebbibinin Kara Mustafa Paşa olduğuna inandırdılar. Böylece hezimetin kayıplarını telâfi edebilecek bir şahıs olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Belgrad’da îdâmına sebeb oldular. Yerine Kara İbrâhim Paşa sadârete getirildi.

Dördüncü Mehmed Han, Osmanlı Devleti’ni en geniş hudûdlarına kavuşturmasından sonra, Viyana bozgunu üzerine geri çekilişiyle, Avusturya orduları kısa zamanda Macaristan’ı ele geçirdi. 15 Temmuz 1684’de büyük bir düşman ordusu Budin’i kuşattı. Aylarca süren kuşatmada Türk kuvvetleri büyük bir cesaret örneği göstererek kaleyi müdâfaa ettiler. Kırım kuvvetlerinin kaleye yardıma geldiklerini öğrenen Avusturya ordusu, iki ateş arasında kalmamak için, Kasım ayının üçünde bütün ağırlıklarını kale önünde bırakarak geri çekildi. Bunun üzerine Budin vâlisi İbrâhim Paşa serdârlığa tâyin edildi.

Kışı Belgrad’da geçiren İbrâhim Paşa, üç cepheden Osmanlı topraklarına saldıran Avusturya kuvvetlerine karşı 1685 baharında harekete geçti. Düşman tarafından muhasara edilmekte olan Uyvar’ın yardımına gitmek için yola çıktı ise de Budin’de toplanan harp meclisinde Estergon’un kuşatılması karârı alındı. Estergon kalesinin kuşatıldığını öğrenen düşman kuvvetleri kaleye yardıma geldi. Düşman süvarilerinin plânlı hareketleriyle Osmanlı ordusu mağlûb oldu. İbrâhim Paşa Budin’e çekilmek zorunda kaldı. Bu sırada Uyvar kalesi de 19 Ağustos’da vire ile teslim oldu.

Bu yenilgiler ve kayıplar üzerine sadrâzam İbrâhim Paşa görevden alınarak yerine Sarı Süleymân Paşa getirildi. Sarı Süleymân Paşa, 1686’da serdâr olarak Avusturya cephesine hareket etti. Bu sırada Avusturya ordusu Budin’i üç yandan kuşattı. Budin’in düşmesine ihtimâl vermiyen Paşa ağır davrandı. Ancak 2 Eylül’de yapılan umûmi hücum neticesinde Budin kalesi düşman eline geçti. Budin’in düşmesi düşman kuvvetlerinin daha içerilere sarkmasına sebeb oldu.

1687 senesinde Avusturya cephesinde Osmanlı ordusunun aldığı mağlûbiyetler, devleti çok zor durumda bıraktı. Orduda isyânlar başladı. Sadrâzam sancak-ı şerifi alarak Belgrad’a çekildi. İsyâncılar vezir Siyâvuş Paşa’yı sadrâzam îlân ederek, sultan Mehmed’i tahttan indirmeye karar verdiler. Bunun için de Eylül ayında İstanbul’a hareket ettiler. İsyancılardan önce İstanbul’a gelen Sarı Hüseyin Paşa, mühr-i hümâyûnu Sultan’a takdim etti. Sultan, mühr-i hümâyûnu Siyâvuş Paşa’ya gönderip; Belgrad’dan ileri gelinmiyerek cephenin boş bırakılmamasını emrettiyse de dinlenmedi ve İstanbul’a doğru yola çıkıldı. Bu durumdan faydalanan düşman, Belgrad önüne kadar ilerledi.

Diğer taraftan Venedik, Avusturya ile anlaşarak Osmanlı Devleti’ne karşı cephe açtı ve adaların pek çoğunu ele geçirdi. Dalmaçya kıyıları ile Yunanistan’da Patras, Korent, İnebahtı ve Miziştre gibi önemli kalelere ve Atina’ya hâkim oldu.

Pâdişâh’ı tahttan indirmekte kararlı olan asker, Silivri önlerine kadar geldi. Siyâvuş Paşa ocak ağalarını ve zorbacılan toplayarak, sultan dördüncü Mehmed’in tahttan indirilerek kardeşi Süleymân’ın tahta geçirilmesine dâir karar aldılar. Bu mahzar (karar metni) bütün devlet erkânının hazır bulunduğu toplantıda dile getirildi. Bunun üzerine sarayda tertibat alınarak Kasım 1687’de şehzâde Süleymân’a bîat edildi. Tahttan indirilen sultan dördüncü Mehmed Han, Edirne Sarayı’na gönderildi. 6 Ocak 1693 târihinde vefâtına kadar Edirne’de oturdu. Cenazesi İstanbul’a nakledilerek, yeni Câmi’deki annesi Turhan Vâlide Sultan’ın türbesine defnedildi.

Osmanlı Devlet’nde Kânûnî Sultan Süleymân Han’dan sonra en fazla tahtta kalan pâdişâh olan dördüncü Mehmed Han, yaradılış îcâbı mutedil, kadirşinas ve vefâkâr olup, verdiği söze sâdık bir şahsiyete sâhibti. Orta boylu, tıknaz, beyaz tenli ve yanık çehreli idi. Ata çok bindiği için vücûdu öne meyilli idi. Ava, edebiyata, târihe merakı olup, sohbet dinlemeyi severdi. Beş vakit namazı cemâatle kılardı. İçkiyi yasak edip, imalathaneleri kapattırdı. Dîne sonradan karıştırılan bütün hurafelerin kaldırılması için uğraştı. Kahvehaneleri kapattırıp, oyuncu ve çalgıcıları İstanbul’dan uzaklaştırdı. Sadrâzamlığı Köprülü ailesine verip, idareden memnun olunca, savaşlardan zaman kaldıkça çok sevdiği sürek avlarına devam etti. Ava merakından Avcı lakabı verilmiştir. Zamanında Osmanlı Devleti en geniş hududlarına kavuşarak, dünyâ siyâsetinde faal rol oynadı.

Dördüncü Mehmed Han devrinde, kıymetli ilim adamları ve san’atkârlar yetişti. Her türlü sahalarda kıymetli eserler yazılıp, yapıldı. Seyyid Feyzullah, Ayşî Mehmed, Hibrî Ali, Ebü’l-Bekâ Eyyûb bin Mûsâ, Şuûrî Hasan efendiler kıymetli fıkıh, edebiyat, lügat ve diğer ilimlere âid eserler yazdılar. Dördüncü Mehmed devrinde inşâası tamamlanıp, ibâdete açılan Yeni Câmi, Osmanlı mimarisinin şaheserlerindendir. Yeni Câmi yanındaki Mısır Çarşısı, bu câmiye vakıf olarak yapılmıştır.

Dördüncü Mehmed Han’ın hanımları; Emetullah Râbiâ Gülnûş Sultan, Cihânşâh, Düriye ve Nevme sultanlardır. Bu hanımlarından Mustafa, Ahmed ve Bâyezîd isminde üç oğlu; Hadîce Sultan, Fatma Sultan, Ümmü Gülsüm Sultan isminde de üç kızı olmuştur.