İnsanı insan olarak sevmek durumundayız.
İnancımız gereği, yaratılanı sevmek zorundayız.
Hele yaratılanı yaratandan dolayı sevmeye çalıştığımız zaman, gerçek kimliğimize kavuşmuş, sahip olmuşuz demektir.
Biz insanı sevdiğimiz zaman, aslında en çok kendimizi sevmiş oluruz

Çünkü kendini seven, başkasını da sever.

Belki farkında olmayız, ama karşımızdakinin kimliğiyle, kişiliğiyle, duruşuyla, düşüncesiyle ilgilenmediğimizde, bir arada yaşamanın zevkine, tadına varırız.
İnsanlar birbirinden çok da farklı değildir.
Belki farklı yerlerde, farklı mekânlarda, farklı zamanlarda yaşanılıyor olabilir, sonuçta hepsi insan olduklarına göre; birbirimizi sevmek durumundayız.
Kim olduğumuzu bilmek kadar, karşımızdakinin de kim olduğunu bilincinde olmak gerekir.
Aksi takdirde hem kendimizi kandırmış, hem de karşımızdakine güven vermemiş oluruz.

Kendimiz tanımalıyız, kim olduğumuz bilincinde olarak hareket etmeliyiz.
Kendimizi tanıdığımızda, neler yaptığımızın farkında oluruz.
Kendimizi tanıdığımızda, özgüven sahibi olarak, karşımızdakine de güven vermiş oluruz.

Özgüvenimiz hem bizi, hem muhatabımızı mutlu eder.
Önemli olan, insanın kendini bilmesi,
Önemli olan, insanın görevlerini bilmesi,
Önemli olan, insanın nelere sahip ve muktedir olduğunu bilmesi,
Önemli olan kişinin, kişiler ne faydasının olduğunu/olacağını bilmesi,
En önemlisi, insanın kendini yaratanını bilmesi, hamd edip şükrünü eda etmesi.

Elbette ufak tefek farklılıklar olacaktır.
Kim olursa olsun, herkesin birbirine ihtiyacı olabilir
Unutmayın, insan kendini ve kimliğini bildiği ve gereklerini yerine getirdiği sürece; gerisi boştur, teferruattır.
Hani derler ya!

“Eğri oturup, doğru konuşalım” diye.
İşte öyle, şimdi derinlemesine bir düşünelim, bakalım.
Bizler ne durumdayız, ne kadar başkasını düşünüyoruz, ne kadar başkasına faydamız dokunuyor?
İşte, size ne durumda olduğunuzu gösterecek güzel bir kıssadan hisse.

“Ben onun kim olduğunu biliyorum.
Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış.
Etraftakiler hastaneye götürmüşler.
Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler.
Yaşlı adam huzursuzlanmış; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş.
…Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.

“Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.
Hemşire “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” deyince;
Yaşlı adam üzgün bir ifade ile: “Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş.
Hemşireler hayretle: “Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar.
Adam cevaplamış: “Ama ben onun kim olduğunu biliyorum” .
Peki, kim olduğunuzu biliyor musunuz?
Başkası bizi sevmese de biz onu ( yaratandan dolayı) sevebiliyor muyuz?
Düşünmeye değmez mi?
Ne dersiniz?


Kerim BAYDAK