Bayram gecesi başlayan ve akabinde devam eden esrarengiz karşılaşmamızda kadına iyice ısındım ve onu çözmeye başladım. Ateşli, heyecan dolu ve her kadının içinde barınan hassas bir kalbi vardı. Bazen gerçeği her şeyin üstünde tuttuğu için tedbirli, soğukkanlılıktan bihaber, hayatta uyulması gereken bazı kurallara köhne inançlar gözüyle bakan biriydi. Ara sıra da ruhu şahlanmış kimseler gibi kendi çıkarımlarıyla övünüp avunan hali gözüme çarpıyordu. Yine de bu durum ona ayrı bir çekicilik katıyordu. Düşünmeye, gerçeği aramaya, sorunların nedenlerini irdelemeye meyilli tavrında kendimi görür gibi oldum. Bu yüzden bir an bile ukalalık eden biri gibi gelmedi bana. Biraz da çocukça edalarına hayran kaldım sanırım. İşin en garibi, ilk defa bir kadının yüzüne baktıkça cazibesine kapıldım, güzelliğinin yaratığı akımda sürüklendim gittim. Bu kadınlıkla çocukluk arasındaki ince çizgi henüz belirginleşmemiş yüze, taptaze bir saflıkla arzularına karşı sarsılmaz bir inancın ışığı vuruyor, manevi bir güzellik veriyordu. O anlarda yüzeysel, savruk bir bakışın kavrayamadığı bu güzellik insanı ağır ağır etkisi altına almaya başlıyordu. Babasının onun üstüne bu kadar titremesini ve dünyadaki diğer bütün erkeklerden onu kıskanmasının nedenini ve tüm varlığıyla ona bağlanmasını şimdi daha iyi anlayabiliyordum.
Her şeye uzun uzadıya kafa yormayı sevmem bu yüzden karşımda benim adıma düşünüp çarpıcı, pratik sonuçlar çıkarabilen insanlara bayılırım. Özellikle de bunu yapan bir kadınsa ve böyle bir güzelliğe sahipse, ona aşık olmamaktan başka çarem kalmaz. Bu kadın, şimdiden benim için ruhumu yöneten bir güç, düşüncelerimde bir otorite gibi bir şey olmuştu. Oldum olası kalbi kalbimden duygulu, kafası kafamdan mantıklı ve ruhu soylu olan her insana taparcasına hayran kalırdım. Kadın da bana duyduğu yakınlık çerçevesinde dünyasını bana açtı. Üstelik benim iradem karşısında kat kat kuvvetli ve ateşli bir iradeye sahipti. Kendimden daha üstün olan bir iradeye hemen bağlanabiliyorum, bu benim en zayıf yönümdü maalesef. İlişkilerimin başlangıcında daha farkında olmadan hep bu özelliğimden yararlanıyordu kadınlar. Bir süre sonra bu fark edilince, ya kendi iradeleri kaybolup beni taşıyamaz oluyorlardı ya da beni kendi üstlerinde bir ağırlık olarak görüp sırtlarından atmak istiyorlardı. Oysa, bir erkeğin de kadın gibi sırtını dayayabileceği, güçlü bir iradeye ihtiyaç duyabileceği hiçbirinin aklına gelmiyordu. En azından düne kadar öyle düşünüyordum. Bu kadının diğerlerine göre bariz bir üstünlüğü vardı. Bir kere çocuk görünümünde bir kadındı ve uzun yıllar da bu taze görünümüne sahip olacaktı. Çocukluk hali, parlak zekası, diğer yandan fazla ön ve kesin yargılara sahip olmayışı, benim mizacıma daha uygun geliyordu. Bu esneklik bizi birbirimize doğru çekiyor, çektikçe eğdiriyordu. Baş başa verip konuşmaya başladığımızda siyasetten tutun da oyunlara, oyuncaklara kadar varan bir sohbet bizi dış dünyadan soyutlamıştı. Ara sıra terslemeye benzer çıkışları ve zıt açıklamalarından mazoşistçe zevk aldığımı itiraf etmeliyim, çünkü böylesine bir muhabbeti bu seviyede ilerletebilmek her kadının harcı değildir. Kendimi bu kadının yanında diğerlerinden daha çok rahat ve keyifli hissediyordum nedense, sanırım bunun en önemli cevabı farklı üstünlüklerimizin birbirimize hissettirdiği denklik oluyordu.