Topluyor dudaklarını gökyüzü, tenimin duldalarından
Gül izi bırakarak…
Aşk;
Uzak bir dilde susulmuş, nazenin bir gonca buklesiydi
Bir dudak kıvrımından düşüveren gamzemin avuçlarına
I-
Yoktuk
Suçsuz bucaksız şehirlerde
Aşka yenik düşmüş yollara ayrılarak, kaç arş yürümüştük
Kendine devrik hiçlik dönencesinde
Ve sensizliğin öncesine
O hayal-i sürgün zamanlarda
Kalbin göçünü, rahvan adımlarla adımlıyordu
İçinde gümüş taylar taşıyan, yaşlı atlar
Ve biz yelelerine rüzgâr taşıyorduk
Göğüs kafesimizde…
Öğütlenmemiş öğütler mührüydü insan
Yarım yüzlü aynasında kendi tanrısıydı
Budanarak çoğalan aksanı ile
Teleklerine sürme çekmiş ateş kuşuydu
Kondukça aşka / yangın çıkararak
Cennetini, cehenneminde yakmış tek suçluydu…
Yine durmadan devam ettik, altımızdan yollar nehirlere aktı
Ve o nehirler yangınımıza ateş damlası taşıdı, kirpiklerinde kül olduk…
II-
Burası akşam
Saçları siyah şelaleye akıyor aşkın
Karışarak beyazın gölgesine şavkın
Kara bir güvercin bakışından düşüyor / derinime adın
Kuşanıyor seni umurum
Kaybedilmiş savaşlar gibi
İliklerine kadar sen dolarken zaman
Her dokunuşunda alnım, alnında çoğalmak için
Bu taş bağrım
Bu Kaf başım ile secde-i kıblende kor’a dönmek
Ve içim, içinde yanarak
Dergâh-i aşkında vuslata ermek
Bir sarmaşığın beline,
Güneş taşıyan gök karıncalarının gözyaşlarında ıslanarak
Filizlenmek yeniden
Seni sana…
Orası uzak kaygılar şehri
Çocuklar ve kadınlar hörgüçlerinde bulut taşıyorlar yağmura
Ve adın kalbimde konca açıyor, rayihası sen…
Ört beni
Yolarak gecenin çimlerini
Yalaz bir kefen gibi
Usulca fısılda rüzgârını, tenimin z/ar duvarlarına
Gül ateşinde kanım donsun
Her yanım yüzün
Yüzüm yüzünde aşk açsın
Cennetinin göğsüne sokulayım, günah gibi
Ve kalbin
Kalbimde, ölü nabız tokmağı /ah gibi…
III-
Kaç hicran rüzgârı esti açtığın yaradan
Akıl geçti, kalp geçemedi yâri yara edenden
Yaşam ertesi
Tersten ölmek kendimi sana
Mihenk-i sükût gibi, kalbin gözüne çekilerek
Hep aynı hayal-i efsun ölüsü / aşk
Maşukun aynasındaki kuyuya suretini düşürüp kaybolan…
Hayat akışta
Gittiğim tüm yollar sana dönüyor
Döndüğüm yollar seni götürüyor
Çıkmazlarım başa dönüyor
Son sende başlıyor
Senden sana kaçtıkça, sırca kırlangıçlar açıyor yaban menevşelerim
Ve kanatlanıyor yokluğunu…
İçimde yağmurların
Dışımda şehr-i İstanbul kayboluyor…
Hani o şiirlerdeki gökyüzüne dalgın martılar
Hani o saba makamına dokunan şehla aksanlı şairler
Ki siz!
Ne söyleseniz O susuyor
Ne sussanız aşk oluyor
Kalp Mevla’ya dönünce
İşte hep o kırık söylence…
- Aşk aksanı ile ötme artık, ey bülbül
Kays’ın aynasında bir güldü, senin Leyla Leyla diye delir(de)diğin…
IV-
Kalp kubbemde sala-i aşkın sesi
Gidişini gömdüğüm, o gün ertesi…
Seninle yağmura çizilerek arınmış iki dua gibiydik
Göğün astral boşluklarında kabulünü beklerken aşka dönüşen…
Sonrası sen
Evveli olmayan zamanlarıma dokunan iki ucum
Kum tanelerinden yapılmış bir kelebeğin hayalinde görüyorum seni
Saçlarında gülibrişim kokusu ve ay gölgesi şavka durmuş / tel tel…
Babil’in asma bahçelerinde
Gamzelerinden nihavent makamında lealiler dökülüyor
Uçuşuyorsun yağmur çatlakları arasında
Bir çift kanat
Sarı-siyah
Konunca dalıma
Gül oluyorsun…
Dokunmasın...
Kirli hayaller zülfüne kurulmasın diye
İçime kilitliyorum ismini
Girmesin diye senden başka lal bir bakış
Mil çekiyorum kalbime / sensizce…
Senden inen her kelime, dergâh-i sancıya secde durdurur
Ne çok taş kesilir kavlim, dilim Lâl-i kalbe kefen soyundurur…
| Abdulkadir Bostan