Dedi ve kodu… Ama ya sonrası ?
Kusurlar, eksiklikler ve yaşadıkça yaptığımız hatalar hepimize mahsus elbette. Hiç birimiz dört dörtlük değiliz. Ama asıl olan onları içsel disiplinle düzeltmeye çalışmak. Kendi içimizde güçlenmek, güven tazelemek. Oysa ki bizler kendi içimize odaklanacağımıza işin kolayına kaçıyoruz. Başkalarını eleştiriyoruz. Varsa kusurları gözler önüne seriyoruz. Yanlışlarını kendisiyle özelinde paylaşmak yerine; başkalarına açıklamaktan rahatsızlık duymuyoruz. Üstelik işin ilginç yanı söylediklerimize öyle inanıyoruz ki; karşımızda bizi dinlemeyen, sözümüze itibar etmeyenleri görmeye tahammül edemiyoruz.
Şimdi bu satırları okuduğunuzda, başkaları hakkındaki düşüncelerimizi hiç mi belirtmeyeceğiz dediğinizi duyar gibiyim. Elbette belirteceğiz. Ama buradaki ince nüans çok önemli. Çünkü paylaşılanlar, aktarılanlar; yeri geldiğinde bahsi geçen kişinin yüzüne de cesaretle söylenebilecek şekilde ve içerikte olmalı. Kanıt barındırmalı. Kendimizin ve başkalarının yorumları eklenmemeli. Sevginin o tılsımlı dokunuşlarından asla uzaklaşmadan, saygıyla süslenerek yapılmalı.
Bunun formülü ise doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen; Antik Yunan filozofu Sokrates’in ÜÇ FİLTRE KURALI’nda saklı. Zamanını Atina sokaklarında dolaşarak, karşılaştığı insanlarla konuşarak, gerçeği arayarak geçirdiği bir güne ait aşağıdaki satırlar.
Ve yazımın ana teması.
İnternet ortamında defalarca paylaşıldı. Belki de çoğunuz biliyorsunuz. Ama tekrar etmenin bir zararı yok diye düşünüyorum. Kurallar çok önemli çünkü. Yaşam şeklimize taşıyıp, kullanır hale geldiğimizde kalitemize kocaman bir art daha katacağını söyleyebilirim.
İşte Sokrates’in ders niteliğindeki manidar öyküsü;
Bir gün bir tanıdığı “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” diye sorar Sokrates’e. “Bir dakika bekle” diye yanıtlar Sokrates ve devam eder.
“Bana bir şey söylemeden önce küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna ‘Üçlü Filtre Testi’ deniyor…”
Tanıdığı şaşırır elbette. Sokrates sözlerine devam eder. “Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir.
Birinci filtre ‘Gerçek Filtresi’: Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçeği yansıttığından emin misin?” Adam duraklar ve kısa bir düşünme molası sonrası “Hayır. Aslında sadece duydum’’ der. Bunu duyan Sokrates. “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun.
Şimdi ikinci filtreyi deneyelim; ‘İyilik Filtresi’. Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?” diye devam eder. Adamın yanıtı yine “Hayır, tam tersi…” olur.
“Öyleyse,” der Sokrates. “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. ‘İşe Yararlılık Filtresi’. Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?” Adam şaşkınlıkla Sokrates’e bakar. Ve der ki “Hayır, gerçekten pek işine yaramayabilir.”
Bunu duyan Sokrates derin bir nefes alarak; sözlerine vurucu noktayı koyar. ‘’İyi. Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru, iyi ve faydalı değilse bana niye söyleyesin ki?”
İşte öykümüz böyle. Bundan sonrası bizlere kalmış.
Dedikodudan uzak duramıyorsak, birileri hakkında düşüncelerimizi aktarmamız, paylaşmamız gerekiyorsa bunları göz önünde bulundurmakta; yaşam şeklimize taşımakta fayda var.
Yaşadığımız dünyada DOĞRU, İYİ, FAYDALI olan her şey hepimizin kalitesine etki edecek. Bunu unutmayalım olmaz mı? Yaşam şeklimiz, saygının ve zarifliğin önderliğinde; ÖZde güzelliğe ve paylaşmaya olsun.
Belgin ERYAVUZ