Bütün dağlarda anavatanları arıyorum. fakat bulamıyorum hiçbir yerde vatanı, huzursuzum bütün kentlerde ve çıkıyorum bütün kapılardan. yüreğimin beni son zamanlarda götürdüğü bugünün insanları yabancı ve alay eder gibi geliyor bana ve sürülmüşüm anavatanlardan. bu nedenle çocukluğumun yurdunu seviyorum yalnızca, hala keşfedilmemiş olanı, en uzak denizdeki yurdu… onu aratıyorum yelkenime sürekli. çocuklarımda telafi etmek isterim babalarımın çocuğu olmamı ve tüm gelecekte telafi etmek isterim şimdiki zamanı.


”insan hayvanla üstinsan arasında gerili bir ip: uçurumların tepesinde.
ürperti! geçişler, ürpertili yolculuklar, korkuyla dönüp bakmalar geriye, bocalıyışlar.
insanı büyük yapan, onun köprü olabilmesi, amaçları değil: insanı sevilesi yapan , onun karşıya geçiş, batış yeteneğidir.
yaşamayı bilmeyenleri severim ben, yeter ki batmasını bilsinler, çünkü sadece onlardır karşıya geçen.
yüreği dolu dolu olanı severim, kendini unutur, her şeyi içerir, böylece batar o da.”


pazar yerindeki sinekler üstüne


yalnızlığına kaç dostum ! seni büyük adamların gürültüsünden sersemlemiş,küçüklerin iğneleriyle de delik deşik olmuş görüyorum. seninle nasıl susulacağını pek iyi bilir orman ve kaya. o sevdiğin ağaca benze yine sen, o geniş dallıya: sessiz ve dinlercesine sarkar o, deniz üstüne. yalnızlığın bittiği yerde, pazar yeri başlar; pazar yerinin başladığı yerdeyse, büyük oyuncuların gürültüsüve ağılı sineklerin vızıltısı başlar. dünyada en iyi şeyler dahi, göstereni olmazsa değersizdirler:bu göstericilere büyük adam der halk. halk pek anlamaz büyükten, yani: yaratıcılıktan.ama büyük şeylerin bütün göstericilerinden ve oyuncularından hoşlanır.yeni değerler yaratanların çevresinde döner dünya – görünmeden döner. oysa oyuncuların çevresinde döner halk ve şan: “dünyanın gidişi” böyledir.ruh vardır oyuncuda; ama ruhun vicdanı pek yoktur. o hep, en çok inandırdığı şeye inanır – kendine inandırdığı.
(…)
devirmek – onca tanıtlamaktır bu. çıldırtmak – onca kandırmakdır bu.ve onca kan, bütün kanıtların en iyisidir. ancak duyarlı kulaklara sızan gerçeğe, yalan ve hiç der o.
(…)
gösterişli soytarılarla doludur pazar yeri – ve halk övünür büyük adamlarıyla.bunlar onca o anın efendileridirler.
(…)
bu dediği dedik, bu sıkıcı kişileri kıskanma, ey gerçek tutkunu !dediği dedik kişinin koluna hiçbir zaman asılmamıştır gerçek.
(…)
pazar yerinden ve şandan uzakta yer alır büyük olan her şey.hep pazar yerinden ve şandan uzakta barınmıştır yeni değerler yaratan.yalnızlığına kaç dostum: görüyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş. sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç ! yalnızlığına kaç ! sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın.onların göze görünmez öclerinden kaç ! onlar sana karşı öcden başka bir şey değildirler.artık el kaldırma onlara ! sayısızdır onlar, hem senin yazgın sinek kovmak değildir ki …


* * * * * * * * * * * * * * * *


“ey büyük yıldız! işık vereceğin kalmasa, mutluluğun kalır mıydı? on yıldır mağaramın tepesine yükselip durmaktasın: ışığından ve yolculuğundan usanırdın; ben, kartalım ve yılanım olmasaydı!
ama her sabah yine de seni bekledik, ışığının fazlasını alıp seni kutsadık.
bana bak! kovan kovan bal toplamış arı gibiyim. bilgeliğimden bıktım; balımı almak için uzanacak ellere ihtiyaç duyuyorum.
insanlar arasında âlim olanlar deliliklerine, yoksul olanlar da zenginliklerine yeniden sevininceye kadar, dağıtmak, bölüştürmek istiyorum.
bu yüzden derinliklere dalmalıyım; akşamları denizin arkasına inip, dünyanın dibini aydınlattığın gibi, ey coşkun yıldız!
aralarına ineceklerimin de adlandırdığı gibi, batmalıyım.
en erişilmez mutluluklara bile kıskançlık duymadan bakan durgun göz, haydi kutsa beni!
taşmaya başlamış kadehi kutsa ki su aksın, her bir yöne iletsin sevinç parıltılarını!
bak! bu kadeh bir kez daha boşalmak, zerdüşt insan olmak istiyor.


ve böyle buyurur zerdüşt.”


Friedrich Nietzsche - böyle buyurdu zerdüşt