Babası.................... : Üçüncü Murâd Han
Annesi.................... : Safiye Vâlide Sultan
Doğumu.................. : Mayıs 1566
Vefâtı...................... : 20/21 Aralık 1603
Tahta Geçişi............ : Ocak 1595
Saltanat Müddeti..... : 8 sene 10 ay 25 gün
Osmanlı sultanlarının on üçüncüsü ve İslâm halîfelerinin yetmiş ikincisi. Sultan üçüncü Murâd Han’ın oğlu olup, 26 Mayıs 1566 târihinde Safiye Vâlide Sultan’dan Manisa’da doğdu. Şehzâdeliğinde; yüksek din, fen, idarî ve askerî ilimleri, kıymetli âlimlerden öğrenerek yetişti. İlk hocası İbrâhim Cafer Efendi’dîr. Haydar Efendi, Pir Mehmed Azmi Efendi, Sultan Selim Medresesi müderrisi Nâsûh Nevâlî Efendi’den de tahsîl ve terbiye gördü. Târihe geçen muhteşem bir sünnet merasimi ile sünnet edildi. 1583’de Manisa sancağı vâliliğine tâyin edildi. Kumandanlık ve devlet idaresi siyâsetini iyice öğrenmek için Manisa’ya gönderildiğinde, yanına müderris Nâsûh Nevâlî Efendi, Lalası Sipâhî Bey, defterdâr baş rûznâmecisi Hasan Beyzade, Nişancı Lala Mehmed Paşa, reisülküttâb olarak da Abdurrahmân Çelebi ve diğer, vazîfeliler verildi. 1595 senesinin Ocak ayına kadar Manisa’da vâlilik yaptı.
Şehzâde Mehmed, babasının vefât haberini alır almaz Manisa’dan hareket ederek 27 Ocak 1595’de İstanbul’a geldi ve Osmanlı tahtına geçti. Yeni sultana ilk bîat eden Hâce-i Sultânı, meşhur tarihçi Hoca Sâdeddîn Efendi oldu. Aynı gün ikindi namazından sonra, sultan üçüncü Murâd Han’ın cenaze namazı kılınarak, Ayasofya Câmii avlusunda babası ikinci Selîm Han’ın türbesinin yanına defnedildi. Sultan üçüncü Mehmed ilk olarak ulemâdan Sâdeddîn Efendi’yi hocalığa, sadâret kaymakamı Ferhad Paşa’yı sadrâzamlığa, Halil Paşa’yı da kapdân-ı deryalığa tâyin etti.
1593 senesinden beri devam eden Avusturya harpleri sırasında, papa sekizinci Clement’in teşvik ve propagandalarıyla, ahâlisi hıristiyan olan Osmanlı Devleti’ne tâbi Erdel, Eflâk ve Boğdan voyvodalıkları Türklere karşı isyân ettiler. Bunun üzerine sadrâzam Ferhad Paşa, Eflak seferi için serdâr-ı ekrem tâyin edildi. Ancak askerin yeni serdâr-ı ekremi istemeyerek, isyân hareketi başlatmaları üzerine, Ferhad Paşa azledilerek yerine Koca Sinân Paşa dördüncü defa sadârete getirildi. Osmanlı ordusu iç çekişmeler ve sadâret değişiklikleri ile vakit kaybederken, Eflâk prensi Mihâil, bölgeyi ateş ve kan gölü hâline getirdi. Alman ve Erdel kuvvetlerinden yardım alan Mihâil; Rusçuk, Ziştovi, Silistre, Varna, İbrâil, İsmail, Akkerman ve İsakçı’da yaşayan müslümanları katletti. Bu yüzden bir çok müslüman dağlara çıktı. Sadârete getirilen Sinân Paşa, Mihâil’e gereken dersi vermek için 18 Temmuz 1595’de İstanbul’dan sefere çıktı. Sadrâzam sefere çıkmadan bir süre önce, seksen bin kişilik Alman kuvvetleri Estergon kalesini kuşatmıştı. Sinân Paşa, Eflâk üzerine yürürken, oğlu Mehmed Paşa’yı Avusturya cephesine gönderdi. Mehmed Paşa’nın maiyyetinde yirmi bin kişilik bir kuvvet bulunuyordu. Mehmed Paşa elindeki bu kuvvetin bir kısmını kaleye soktu. Plânına göre, kendi kuvvetleriyle kaleye koyduğu kuvvetler düşmanı iki ateş arasında bırakacaktı. Hâlbuki kuvveti çok olan düşman bunu fırsat bilerek, bir mikdâr kuvvetini kalenin muhasarasında bırakıp, bütün şiddetiyle serdârın üzerine yüklendi. Bu saldırıdan korkan serdâr en yakınlarını dahi haberdâr etmeden Budin’e doğru kaçtı. Bu sırada düşmana bâzı darbeler vuran Anadolu beylerbeyi Lala Mehmed Paşa, serdârın kaçtığını ve gerisinin düşman tarafından çevrildiğini görünce, bin dört yüz mevcuduyla Estergon kalesine girmeye mecbur kaldı. Neticede Estergon bir ay muhasaradan sonra yardımdan ümidini keserek teslim oldu. Bundan sonra Budin’in kuzeyinde ve Tuna kenarındaki Vişegrad da düşman eline geçti.
Diğer taraftan sadrâzam Sinân Paşa komutasındaki kuvvetler Eflâk prensi Mihâil karşısında başlangıçta bâzı muvaffakiyetler elde ettiler. Osmanlı kuvvetleri Bükreş ve Tergovişte’yi geri aldı. Satırcı Mehmed Paşa Bükreş’e kale komutanı tâyin edildi. Eflâk’ın beylerbeyilik olarak idaresi kararlaştırıldı. Ancak bu sırada Eflâk prensi Mihâil’in saldırıları devam ediyordu. Sinân Paşa, Eflâk’ta hâkimiyeti tam olarak te’sis edemedi. Nitekim Paşa’nın ayrılmasından hemen sonra bölgeye hâkim olan Mihâil, Osmanlı kuvvetlerini takibe başladı. Nihayet Osmanlı ordusu Yergöğü’den Rusçuk tarafına Tuna’yı geçmesi sırasında sadrâzamın esir vergisi almak için askeri oyalaması, düşmanın yetişmesine sebebiyet verdi. Önce top ateşi ile köprüyü yıkan Mihâil, Osmanlı askerine büyük zâyiât verdirdi. Sonra da henüz karşıya geçmemiş bulunan akıncı kuvvetleri üzerine saldırdı. Bu, Osmanlı akıncı birliklerinin düşmana karşı son muhârebesi oldu. Akıncılar son neferine kadar düşmana karşı savaşarak şehâdet şerbetini içtiler.
Böylece Türk akıncı ocağı, bir daha altından kalkamıyacağı bir darbe yedi. Sinân Paşa ve oğlu Mehmed Paşa, arka arkaya Türk ordusunun mağlûbiyetlerine, on binlerce asker ve halkın ölmesine sebeb olmuşlardı. Bu yüzden Sinân Paşa İstanbul’a gelirken, Küçükçekmece yakınlarında görevinden azledildi ve Malkara’da mecburî ikâmete tâbi tutuldu. Yerine tâyin edilen Lala Mehmed Paşa, çok hasta olduğundan bu makamda ancak dokuz gün kalabildi. Lala Mehmed Paşa’nın yerine sadârete tekrar Sinân Paşa getirildi.
Sinân Paşa, bu son sadâretinde hatâlarını örtebilmek için Pâdişâh’ı sefere çıkmaya teşvik ve iknâ etti. Hoca Sâdeddîn Efendi de Pâdişâh’ın sefere çıkması tarafdârı idi. Yeniçeriler de, başlarında Pâdişâh olmadan sefere gitmeyeceklerini açıkladılar. Bu durum üzerine üçüncü Mehmed Han, sefer hazırlıklarını başlattı. Sefer hazırlıkları sırasında Sinân Paşa öldü ve yerine Dâmâd İbrâhim Paşa getirildi. 20 Haziran 1596 günü Dâvûdpaşa ordugâhına gelen Sultan, ertesi gün buradan Eğri seferine çıktı. Yanında sadrâzam ve serdâr Dâmâd İbrâhim Paşa, Hoca Sâdeddîn Efendi, Çağalazâde Sinân Paşa, nişancı Hamza Çelebi, yeniçeri ağası Ali Ağa, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri de bulunuyordu. Ordu-yı hümâyûn Edirne, Filibe, Sofya yoluyla 30 Temmuz’da Niş’e vardı. Bu sırada Bosna beylerbeyi Ahmed Paşa tarafından gönderilen esirlerin ordugâha gelmesi zafer müjdesi olarak kabul edildi. Sultan, 21 Eylül’de Eğri ovasına vardı ve otağ-ı hümâyûn kuruldu.
Eğri kalesi Budin’in 137 kilometre uzağında, Eğri suyunun kenarında müstahkem bir mevki idi. Sultan, kale kumandanına ve halkına hitaben bir ferman göndererek, İslâmiyet’e davet ve teslim olmalarını teklif etti. Kale komutanı bu teklifi reddederek, fermanı götüren askeri de habsetti. Bunun üzerine Pâdişâh hücum emrini verdi. Kale beş koldan kuşatıldı ve bu kollara sadrâzam Dâmâd İbrâhim Paşa, Cerrah Mehmed Paşa, Hadım Cafer Paşa, Rumeli beylerbeyi Sokulluzâde Hasan Paşa ve yeniçeri ağası Veli Ağa kumanda ediyordu. Yirmi üç muhasara topu, sesi bir an bile susmayacak şekilde ateşleniyor ve gülleler birbiri ardına Eğri kalesine yağıyordu. 4 Ekim günü dış kale düştü. Üç kat surla çevrili dış kalenin düşmesi, düşmanın savunmasını büyük ölçüde sarstı. Ertesi gün iç kalenin muhasarası başladı. 12 Ekim günü de iç kale teslim oldu. Kale komutanlığına Erzurum beylerbeyi Sinân Paşa tâyin edildi.
Eğri kalesine yardıma gelen Avusturya arşidükü Maximilien komutasındaki büyük ordu, kalenin Osmanlı Devleti’nin eline geçmesi üzerine, Eğri’den ayrılacak olan ordu-yı hümâyûna baskın yapmak için tertibat aldılar. Bu durumu öğrenen sultan Mehmed Han, vezir Hadım Cafer Paşa’yı on beş bin kişilik bir kuvvet ile öncü tâyin etti. Cafer Paşa, düşman ordusu ile Haçova’da karşılaştı. Düşmanın çokluğuna rağmen Rumeli beylerbeyi Veli Paşa ile birlikte kahramanca düşman üzerine atıldı. Fakat soğuk hava ve düşmanın çokluğundan askerin fazla zâyiât vermesi üzerine Veli Paşa geri çekildi. Cafer Paşa ise, verilen emri yerine getirmek için canla başla savaştı. Yanındaki askerin sayısının azalması yüzünden geri çekilmek mecburiyetinde kaldı (22 Ekim 1596). Bu küçük çaptaki muhârebeden dört gün sonra arkadan gelen büyük Osmanlı ordusu, Avusturya ordusu ile karşılaştı. Osmanlı ordusunun merkezinde üçüncü Mehmed Han, sağ kolda vezir Mehmed Paşa, sol kolda ise vezir Sokulluzâde Hasan Paşa bulunuyordu. Muhârebenin başlamasıyla birlikte, düşman, uzun menzilli toplarıyla hücuma geçti. Osmanlı ordusunun merkezine tazyik yapmaya başladı. Bir anda Türk askeri arasında bir kargaşa başlayarak kanadlar arasındaki birlik bozuldu ve düşman Pâdişâh’ın otağını sardı. Vaziyet tehlikeli bir hâl aldı. Düşman kuvvetleri çadırlar arasına girmiş ve yağmaya başlamıştı. Bu durumu gören at oğlanı, yâni seyis, aşçı, deveci, katırcı, karakullukçu denilen ordunun gerisinde vazîfeli hizmetliler, düşman üzerine kazma, kürek, balta, odun gibi şeylerle hücuma geçtiler ve aynı zamanda da “Düşman kaçıyor” diye bağırarak askerleri geri döndürmeyi başardılar. Bu sırada ön kol komutanı Çağalazâde de süvarileriyle hücuma geçerek, ordunun sağ kanadını bozmuş olan yirmi bin düşmanı bataklığa sürerek imha etti. Bu hengâmede üçüncü Mehmed Han’ı dimdik atının üzerinde, Hoca Efendi’yi de onun yanı başında atının gemlerini tutmuş gören akıncılar ve Kırım atlıları, zaferi kazandığını sanan düşmana dehşetli bir darbe indirdiler. Düşmanın elli bin kadarı kırıldı. Böylece kaybedilmiş sayılan Haçova savaşı; Pâdişâh’ın teslimiyet ve sebatı, Hoca Sâdeddîn Efendi’nin duâsı, askerin şecaati ile zaferle neticelendi. Sultan üçüncü Mehmed Han bu seferin sonunda Eğri Fâtihi ünvânını aldı (Bkz. Haçova Meydan muhârebesi).
Haçova’da kazanılan büyük zaferden sonra 22 Aralık 1596’da İstanbul’a dönüldü. İstanbul’da, kazanılan zaferlerin sevinciyle, üç gün üç gece merasim ve şenlikler yapıldı. Şâir Baki dâhil, bir çok şâir bu zaferlerden dolayı kasîdeler, manzum târihler ve zafernâmeler sundular.
Osmanlı ordusunun yokluğundan faydalanan Avusturyalılar ise, Yanık kalesini muhasara etmişlerdi. Bunun üzerine sultan üçüncü Mehmed, Satırcı Mehmed Paşa’yı Avusturya cephesine serdâr tâyin etti. Satırcı Mehmed Paşa’nın bölgeye geldiğini haber alan Avusturya kumandanı, Yanık muhasarasını kaldırarak geri çekildi. Satırcı Mehmed Paşa kuvvetleri 1 Kasım günü Tuna kıyısında bulunan elli bin kişilik Avusturya ordusu ile karşılaştı. Çok kanlı geçen muhârebe sekiz gün sürdü. Kış şartlarının ağırlaşması üzerine, Osmanlı ordusu Belgrad’a çekildi. Serhad boylarını boş bulup istediği gibi hareket eden Avusturyalılar, 1598 senesi Mart ayında baskın düzenleyerek Yanık kalesini ele geçirdiler. Burçlardan birinde bulunan üç yüz kadar Türk askeri ise, kurtulma imkânı olmadığını görünce barut mahzenini ateşleyerek şehîd oldular. Bu haber İstanbulda büyük üzüntü uyandırdı.
Satırcı Mehmed Paşa, İstanbul’dan yardım aldıktan sonra 29 Ağustos günü harekete geçti. Toplanan harb meclisinde Varad kalesi üzerine yürünmesine karar verildi. Osmanlı ordusunun Erdel taraflarına gitmesini ve Varad’ı kuşatmasını fırsat bilen Avusturya kumandanı Mathias, yetmiş-seksen bin kişilik bir kuvvetle Budin kalesini kuşattı.
Diğer taraftan âsî Eflâk voyvodası Mihâil, Tuna muhafızı Hadım Hâfız Ahmed Paşa’ya isyândan vazgeçtiğini bildirerek, görüşmeye geleceğini söyledi. Hâfız Ahmed Paşa da voyvodaya inanarak ordusuyla Niğbolu önlerine gelip, otağ kurdu. Bu sırada Mihâil yirmi bin kişilik bir kuvvetle âni bir baskın düzenleyerek, üç bin Türk askerini öldürttü. Dağılan birliklerini toplayan Hâfız Ahmed Paşa, Niğbolu’yu kuşatan Mihâil üzerine yürüdü. Mihâil iki ateş arasında kalacağını anlayarak Bükreş’e kaçtı.
Satırcı Mehmed Paşa’nın Varad kuşatması mevsim şartları yüzünden sürüncemede kaldı. Bu sırada Avusturyalıların Budin muhasarası da bütün şiddetiyle devam ediyordu. Kale müdafilerinin kahramanlıkları yanında bilhassa, Szolnak sancak beyi Kulaksız Ömer Bey’in, Peşte müdâfaası ve kahramanlıkları dillere destan olmuştu. Mevsimin ilerlemesi Avusturya ordusunu muhasarayı kaldırmaya mecbur etti. Ertesi gün de Osmanlı ordusu Varad muhasarasını kaldırdı ve Belgrad kışlığına çekildi. Savaş mevsimi boşuna harcanıp düşmanın derlenip toparlanmasına imkân verildiği için, Satıra Mehmed Paşa azledilerek yerine sadrâzam Dâmâd İbrâhim Paşa serdâr tâyin edildi.
Avusturya serdârı tâyin edilen Dâmâd İbrâhim Paşa, 15 Mayıs 1599’da Uyvar seferi için İstanbul’dan hareket etti. Ordu Belgrad’a vardığı zaman Uyvar taraflarına gidilmesine karar verildi. Ciğerdelen’e gelindiğinde Avusturyalılar sulh için müracaat ettiler. Vaç kasabasında yapılan sulh görüşmelerinde bir neticeye varılamadı. Oyalama taktiği olan sulh isteğinden sonra, Avusturya ordusu Kornan’a çekildi. Kırım süvarilerinin düşman topraklarına karşı yaptıkları akınlarda istenilen netice alınamadı. Belgrad kışlağına çekilen İbrâhim Paşa, büyük gayret sarf ederek orduda disiplini sağladı. Bölgede hıristiyan reâyaya karşı âdilâne muamelede bulunan İbrâhim Paşa, onların itaatlerini te’min ederek, reâyadan topladığı milis kuvvetleriyle, senelerce o bölgede zulüm yapan, Heidük denilen eşkıyaların kökünü kuruttu.
Sadrâzam İbrâhim Paşa, 1600 senesi baharında tekrar sefere çıkarak Kanije üzerine yürüdü. Müstahkem Kanije kalesi 12 Eylül’de muhasara edilmeye başlandı. Kenarından nehir geçen kalenin etrafı bataklıktı. Bu yüzden kaleye yanaşmanın ve lağım açmanın imkânı yoktu. Muhasara zor şartlar altında devam ediyordu. Nihayet içerde habsedilen Türklerin, canlarını feda ederek yanlarındaki barut deposunu havaya uçurmaları, kalenin harâb olmasına yol açtı. Barutsuz kalan düşman top ateşini kesmek mecburiyetinde kaldı. Buna rağmen kale müdafileri teslim olmamakta direniyordu. Bu arada Philippe Emmanuel komutasında yirmi bin kişiden fazla yardım kuvveti Kanije önlerine geldi. İki ateş arasında kalma tehlikesi gösteren Osmanlı ordusu kahramanca çarpıştı. Yardıma gelen düşman ordusu, 14 Ekim günü geri çekildi. Yardım kuvvetlerinin geri çekilmesi üzerine, 12 Ekim günü kale komutanı teslim oldu. Yapılan andlaşmaya göre ateşli silâhlar müstesna olmak şartiyle, kale halkı dilediği eşyasını alarak serbestçe çıkıp gidecekti. Kanije, beylerbeylik hâline getirilip, Tiryâki Hasan Paşa’ya verildi. İstanbul’da üç gün üç gece şenlikler yapıldı. Belgrad’a kışlamak için çekilen Dâmâd İbrâhim Paşa, ertesi sene sefere çıkacağı sırada vefât etti. Yerine sadâret kaymakamı olan Yemişçi Hasan Paşa tâyin edildi.
Yeni sadrâzam, biraz gecikmeli olarak Belgrad’a hareket etti. Ordu daha Belgrad’a ulaşmadan, İstolni-Belgrad’ın düşman eline geçtiği haberi geldi. Buraya asker gönderildi ise de, ordu yenik düştü. Tam bu sırada arşidük Ferdinand, Kanije’yi muhasaraya başladı. Ancak Kanije komutanı Tiryâki Hasan Paşa’nın Türk târihinde kahramanlık, askerî sevk ve idarede bir maharet örneği olan müdâfaası sonunda, muhasara Avusturya askerinin hezîmeti ile neticelendi. Hasan Paşa, kalede top olmadığı intibaını uyandırarak, öncü kuvvetlerini aldatmış ve muhasara başladığı zaman açtırdığı şiddetli top ateşiyle düşmana büyük zâyiât verdirmişti. Ayrıca sık sık huruç hareketleri yaptırarak düşmanı yıpratmıştı. Zaman zaman hîleli haberlerle düşman ordugâhını yanıltmış ve zamanın geçmesini sağlamıştı. Serdâr Yemişçi Hasan Paşa, Kanije’den aldığı haberler doğrultusunda, yardıma gitmeye karar verdi. Fakat yeniçerilerin mevsimin soğuk olması yüzünden, Kanije’ye gidemiyeceklerini bağırarak söyleyip, serdârın çadırını yıkmaları üzerine yardımdan vazgeçerek Belgrad’a dönmek mecburiyetinde kaldı. Kanije kalesinin müdâfaaya gücü kalmadığı ve mühimmatın bitmek üzere olduğu bir sırada, sağnak hâlinde bir yağmur, korkunç fırtına ve nihayet tahammül edilmeyen bir soğuk yüzünden el ayak tutmaz olmuştu. 17 Kasım gecesi düşman ordugâhı bu tabiî âfetle pençeleşirken, ordu içinde Yemişçi Hasan Paşa’nın gelmekte olduğu haberi yayıldı. Avusturya ordusunda başlayan büyük panikten yararlanan Tiryâki Hasan Paşa, huruç hareketiyle düşmanı büsbütün perişan etti. Her şeyi bırakıp selâmeti kaçmakta bulan arşidük Ferdinand, canını zor kurtardı (18 Kasım 1601). Bu zafer ile kırk yedi top, on dört bin İtalyan tüfeği ve bir çok harb malzemesi ele geçirildi. Haber İstanbul’a ulaşınca, şenlikler yapıldı. Sultan, Tiryâki Hasan Paşa’ya vezirlik payesi verdi ve çeşitli hediyeler gönderdi. Sultan üçüncü Mehmed ayrıca gönderdiği hatt-ı hümâyûn ile kahramanları kutladı (Bkz. Kanije Müdâfaası).
Arşidük Ferdinand, Kanije’yi muhasara ederken, Avusturya ordusunun diğer bir kolu İstolni-Belgrad kalesini kuşatarak ele geçirmişti. Rumeli beylerbeyi Lala Mehmed Paşa’nın gayretleriyle 1602 Ağustos’unda İstolni-Belgrad geri alındı. Bu sırada Erdel voyvodası, Avusturyalıların baskısı karşısında serdâr Yemişçi Hasan Paşa’dan yardım istedi. Hasan Paşa, hemen Erdel taraflarına gitmeye karar verdi. Fakat diğer taraftan arşidük Mathias’ın kumandasında büyük bir Avusturya ordusunun Budin’i kuşatma ihtimâli vardı. Budin beylerbeyi ve kâdısının bütün ricalarına rağmen, Hasan Paşa verdiği karardan dönmeyerek Erdel’e hareket etti. Türk ordusunun Erdel’e hareketini fırsat bilen Mathias, Peşte’yi kuşattı. Durumu haber alan Hasan Paşa, derhâl geri döndü. Tuna’nın ikiye böldüğü Budin’in Buda tarafı Avusturyalılar, Peşte kısmı da Osmanlılar tarafından muhasara ediliyordu. Osmanlı ordusunda yiyecek sıkıntısı başgösterdi ve Peşte kuşatması kaldırıldı. Budin’deki asker ise, huruç hareketleriyle düşmana çok zâyiât verdirdi. Eski Budin vâlilerinden Dev Süleymân Paşa’nın keşfi olan ve içleri demir parçaları ile dolu olan bombalar düşmana doğru yuvarlanarak düşman oyalandı ve yağmur mevsimi beklendi. Sürekli yağmurlar yağmaya başlayınca, arşidük geri çekilmek mecburiyetinde kaldı. Savunmada büyük yararlılıkları görülen Lala Mehmed Paşa, üçüncü vezirliğe terfî ettirilerek Macaristan seraskerliğine tâyin edildi.
Uzun süren Avusturya-Osmanlı savaşları ve devletin üst kademelerindeki mevki mücâdelesi yüzünden, Anadolu’da yer yer şakilik hareketleri baş gösterdi. Kuvvetlenen eşkıya zümresi, Karayazıcı Abdülhalîm tarafından teşkilâtlandırıldı. Karayazıcı’nın çevresinde şekavetleri sebebiyle Cağalazâde Sinân Paşa tarafından dirlikleri kesilen tımar ve zeamet sahipleri ile hükümete küskün muhteris devlet adamları da bulunuyordu. Karayazıcı, emri altında bulunanları, aynen Osmanlı sultanlarının kapıkulu teşkilâtına benzer bir surette, tertib ettikten sonra, Sivas’tan Urfa’ya kadar uzunan sahada halka zulmetmeye başladı. Bu arada Urfa’yı zabt ile hükümdarlığını îlân ederek etrafa; “Halim Şâh Muzaffer Bâda” ibaresini ihtiva eden tuğralı fermanlar gönderdi. Sultan üçüncü Mehmed tarafından üzerine gönderilen Sinân Paşaoğlu Mehmed Paşa ile Hacı İbrâhim Paşa kuvvetlerini bozdu. Bu başarılarından dolayı Karayazıcı’nın etrafında otuz bin kişi toplandı.
Vaziyetin gittikçe tehlikeli bir hâl aldığını gören sultan Mehmed, Bağdâd vâlisi vezir Sokulluzâde Hasan Paşa’yı Anadolu serdârlığına tâyin etti. Sokulluzâdenin Elbistan taraflarında sabahtan ikindiye kadar yaptığı muhârebede mağlûb ettiği Karayazıcı, Samsun taraflarına çekildi. Sokulluzâde, Karayazıcı’yı tâkib etti ise de kış yüzünden askerine izin vererek Tokat kışlağına çekildi. Celâlîlerin başı olan ve etrafında Anadolu’nun her tarafından binlerce sekban, sipâhî zorbası ve beylerin kapularını terkeden âsî kapıağalarını toplayan Karayazıcı, o kış Canik dağlarında öldü. Sokulluzâde Hasan Paşa, Karayazıcı’nın ölümü ile celâlî gailesi bitti diyerek işi gevşetince, yerine geçen kardeşi Deli Hasan, biraderinin maiyyetindeki sergerdelerden kethüda Şahverdi, Yularkaptı, Tavîl Ahmed gibi şahıslarla Sokulluzâde Hasan Paşa’yı Tokat’ta muhasara etti. Kuşatma sırasında Hasan Paşa 20 Nisan 1602 sabahı kale burçlarında dolaşırken, celâlîlerden birinin attığı kurşunla vuruldu. Bunun üzerine Sultan, Diyarbekir beylerbeyi Hüsrev Paşa’yı vezâret rütbesiyle Celâlîler üzerine serdâr olarak gönderdi. Ayrıca üçüncü vezir Hâfız Ahmed Paşa’yı da mühim bir kuvvetle Tokat üzerine yolladı. Fakat Hâfız Ahmed Paşa da, Deli Hasan kuvvetleri ile başa çıkamayarak Tokat kalesine kapandı.
Kazandığı başarılar Deli Hasan’ın cesaretini daha da artırdı, saflarına katılanlar fazlalaştı. Sonunda Ankara üzerinden Anadolu beylerbeyliğinin merkezi Kütahya üzerine yürüyerek şehri yaktı ve Afyonkarahisar taraflarına çekildi. Avusturya muhârebelerinin devamı sebebiyle, Pâdişâh Anadolu’daki isyânları bastırmak için âsiler üzerine yeterli kuvvet gönderemedi. Asîlerin elinden kaçarak İstanbul’a gelen bir kısım Anadolu şehir ve köylüsü de dîvânda perişan vaziyetlerini dile getirdi. Bunun üzerine Sultan, Anadolu’nun durumuna tam manâsıyla eğilemiyeceği için Deli Hasan işini sulh ile halletmeyi uygun buldu. Deli Hasan’a Bosna beylerbeyliği ve maiyyetindeki elebaşılara sancak beyliği ile kapıkulu süvârîliği verilerek soygun ve zulümleri önlendi. Deli Hasan Paşa’nın devlet hizmetini kabul ederek Rumeli tarafına geçirilmesiyle Anadolu’daki Celâlî hareketleri sona ermedi. Zîrâ Deli Hasan’ın devlet hizmetine girmesi ile muhalifleri Tavil Ahmed ve Saçlı gibi celâlîler faaliyetlerini sürdürdüler (Bkz. Celâlîler).
Uzun süreden beri devam eden celâlî isyânları yüzünden, Anadolu tam bir anarşi ve huzursuzluk içinde idi. Bu sırada merkezde de sipahiler isyâna başlamışlardı. Sadrâzam Yemişçi Hasan Paşa isyânla alâkalı görülerek azl ve îdâm edildi (1603).
Avusturya savaşları ve celâlî isyânları Osmanlı Devleti’ni zor duruma getirdi. Bunu fırsat bilen ve 1603’de tahta çıkan Safevî hükümdarı birinci Abbâs, Avrupa devletleriyle Osmanlı Devleti aleyhine bir ittifak akdine teşebbüs etti. Daha sonra sudan bir sebeple harb îlânına lüzum görmeden Tebriz üzerine yürüdü. Karnı-Yarık muhârebesinden dönen Tebriz beylerbeyi Ali Paşa, Sofya mevkiinde Şâh’ın ordusu ile karşılaştı. Büyük kahramanlık gösteren Ali Paşa şehîd oldu. Daha sonra Şâh Abbâs Tebriz kalesini muhasara etti. Çok ümidsiz bir hâlde olan kale müdafileri, Şâh Abbâs’ın teslim teklifini önce reddettiler, fakat daha fazla mukavemet imkânı kalmadığı için üç gün sonra vire ile teslim oldular. Vire ile teslim olan kale halkının can ve malına dokunulmamak esas madde olmasına rağmen, Şâh, şehirde sünnî müslümanlar üzerinde büyük katliâm yaptı (21 Ekim 1603). Tebriz’in sükûtundan (düşmesinden) altı gün sonra Nahcivan kalesi de teslim oldu. Şâh, Nahcivân’dan Erivan kalesine yöneldi. Kale kumandanı Şerîf Mehmed Paşa idi. Şâh 15 Kasım’da Erivan’ı kuşattı. Şerîf Mehmed Paşa üç huruç hareketi yaparak Satevî ordusunu bozdu. Durumu öğrenen Pâdişâh, Trabzon’da bulunan Saatçi Hasan Paşa’yı İran seferi serdârlığına tâyin etti.
Avusturya ve İran cephelerinde başarı kazanmak için çâreler araştıran üçüncü Mehmed Han, üzüntüsünden 1603 senesinin 21-22 Aralık gecesi vefât etti. Ertesi gün üçüncü Mehmed’in cenaze namazı şeyhülislâm Mustafa Efendi tarafından kılındıktan sonra, Ayasofya yakınında babası üçüncü Murâd’ın yanına defnedildi.
Sultan üçüncü Mehmed Han, çok nâzik, halim, selîm, vakur, kerîm, edip, sâlih ve âbid (çok ibâdet eden) bir şahsiyete sahipti. Sancak beyliğinden saltanata gelen son Osmanlı pâdişâhıdır. Bütün Osmanlı pâdişâhları gibi hassas bir şâir olan üçüncü Mehmed Han’ın şiirde hocaları Nevâlî ve Nevî’dir. Şiirlerinde Adlî mahlasını kullanmıştır. Beş vakit namazını cemâatle kılardı. Devrin kaynakları; dindarlığını, hazret-i Muhammed, dört halîfe, Eshâb-ı kiram ve âlimlere hürmetini yazar. Bunların adı bahsedildiği an hürmeten ayağa kalkardı. Kolayca üzüntüye kapılır, yemekten-içmekten kesilirdi. Celâlî isyânları ile İran savaşlarının sürmesi onu büyük üzüntü içinde bıraktı. İçkiyi sıkı bir şekilde yasaklayıp, bütün meyhaneleri kapattı. Sultan üçüncü Mehmed Han’ın, Handan Sultan’dan; Mahmûd, Ahmed, Cihângir, Mustafa ve Selîm isimli oğullarıyla, iki kızı olmuştur. Mahmûd, Cihângir ve Selîm sağlığında vefât etmiştir.