Romantik Komünist ve Romantik Devrimci lakaplarıyla anılan, halk arasında genellikle sadece Nazım Hikmetolarak bilinen ünlü şairin asıl adı Nazım Hikmet Ran’dır. 1902 yılında Selanik’te doğmuştur. İlk şiiri Feryad-ı Vatan’ı on bir yaşında yazdığına bakılırsa Nazım Hikmet’in küçük yaşlarından itibaren edebiyata, özellikle şiire merak sardığını görebiliriz. Bir aile toplantısında, Bahriye Nazırı Cemal Paşa’ya okuduğu, denizcilerin kahramanlıklarını yazdığı şiirin ardından aile bireyleri kendisinin Bahriye Mektebi’ne gitmesini uygun buldular. Mektepten mezun olduktan sonra subay olarak görev alan Nazım Hikmet, düşüncelerindeki aşırı savunuculuktan dolayı ordu ile ilişkisi kesildi.
Okul yıllarında öğretmenleri Nazım Hikmet’in ahlaki açıdan olumlu tavırlar sergileyen, zeki fakat çalışmayı sevmeyen, fevrî hareketleri olan bir öğrenci olarak nitelendirmişlerdir. Nazım Hikmet fırtınalı yaşamayı seven, hayatı dalgalarıyla severek onları başarıyla atlatmaktan korkmayan bir insan olarak yaşamını idame ettirmiştir. Denizciliği ve denizi sevmesinin, şiirlerinde konu edinmesinin sebebi de aslında denizlerdeki özgürlüğü kendi ruhunda hissedebilmesidir.
Babası Hikmet Bey mevkî sahibi, tahsil görmüş bir kişidir. Hamburg konsolosluğu yapmış ayrıca Selanik’te Hariciye Nezareti’nde memurluk yapmıştır. Annesi Ayşe Celile Hanım ise Batı kültürünü solumuş, benimsemiş, Fransızca bilen, piyano çalıp resim yapan bir hanımefendidir. Ailesinin aydın kişiliği, Nazım Hikmet’in düşüncelerinde oldukça etkin rol oynamıştır. Tutucu ve yobaz değil; soran, sorgulayan ve her türlü düşünceye saygı duyulan bir ortamda yetişmesinden dolayı Nazım Hikmet içinde bulunduğu düzeni çekinmeden eleştirebilmiş ve düşüncelerini savunmakta tereddüt etmemiştir.
Nazım Hikmet ilk şiirlerini hece ölçüsü kullanarak yazmaya başladı ancak konu itibariyle Halk Edebiyatı hece şiirlerinden oldukça farklıydı. Sovyetler Birliği’ne gitmesinin ardından Nazım Hikmet, şiirlerini herhangi bir kalıba sokmak yerine, düşüncelerini serbest bir şekilde yazmayı tercih etti. Bunda Sovyet şairlerinin etkisi de büyüktü. Türkçenin ses yapısında kurulan ahenkle, ele alınan konunun daha rahat bir şekilde kaleme alındığı, estetik kaygının yoğunluğundan öte temanın ön plana çıktığı serbest nazım şekliyle yazmaya başladı. Şiirleri dünyaca bilinen hatta çeşitli dillere çevrilen, usta sanatçılar tarafından bestelenip şarkıya dönüştürülerek ölümsüzleştirilen Nazım Hikmet, sanatta üstün başarılar elde edip sevilse de hayatı hiç kolay geçmemiştir.
Nazım Hikmet, 1925 yılından itibaren savunduğu düşünceleri içeren şiirleri ve yazıları yüzünden birçok kez yargılandı. 1938 yılında orduyu ayaklanmaya kışkırttığı gerekçesiyle 28 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 12 yılı aşkın çeşitli illerdeki cezaevlerinde yattıktan sonra aftan yararlanarak esaretine son verildi. Devamlı olarak izlenen Nazım Hikmet 48 yaşındayken onun tekrar askere alınacağı aksi takdirde öldürüleceği duyumunu aldıktan sonra yurtdışına kaçtı. 1951 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarılan Ran, birçok dünya memleketlerini gezdikten sonra Moskova’ya yerleşti. Nazım Hikmet vatanını çok seven bir şairdi. Şiirlerine bakılırsa hep memleket özlemi ile yaşadığını ve gittiği hiçbir yerin kendi ülkesi gibi olmadığını, her yerde yabancılık çektiğini anlayabiliriz. Hapis hayatı boyunca yaşadıkları 2007 yılında çekilen “Mavi Gözlü Dev” adlı filmde konu edinilmiştir.
Nazım Hikmet’in şiirlerinin çoğunda siyasi düşüncelerinden izler vardır. Görüşlerini çekinmeden sözcüklere dökebilmiş, savunduğu ideolojisini asla terk etmemiştir. Şiirlerinde vazgeçilmez temalardan bir diğeri ise aşktır. Nazım Hikmet birçok kez aşık oldu, aşk onun hayatında olması gereken bir duyguydu çünkü aşksız yaşanmayacağını düşünüyordu. Herkesin bildiği, en büyük aşkı ise Piraye idi. Çoğu aşk şiirini Piraye için yazmış, “böyle bir aşk görülmemiştir” dedirtmiştir. Çünkü Piraye ile evliliğinin 13. Yılında tutuklanan Nazım Hikmet, sürekli aşk acısı çekmiş, sevdiğine karşı derin bir özlem duymuştur. “Yaşamak ümitli bir iştir sevgilim / yaşamak seni sevmek gibi ciddî bir iştir” derken Nazım Hikmet, hem yaşama hem de sevdiğine karşı hem umutlu günlerin geleceğini düşündüğünü ve ne aşkın ne de hayatın alay edilmeyecek kadar ciddi olduğunu ifade etmiştir.
3 Haziran 1963’te Moskova’da, kalp krizi sonucunda hayatını kaybeden Ran, sevenlerini oldukça üzmüştür. Ölümünden sonra Sovyet Yazarlar Birliği’nin düzenlediği törene yerli yabancı birçok sanatçı katılmış, tören siyah beyaz bir şekilde çekilmiştir.
Nazım Hikmet 10.01.2009’da Resmi Gazete’de yayımlanan bir kararname ile tekrardan Türk vatandaşlığına alındı. Uzun yıllar sürgün hayatı yaşayan, canı kadar çok sevdiği ülkesinden ayrı kalmanın acısını yüreğinde her daim hisseden ve erken denilebilecek yaşta tüm bu sancıların yaraladığı kalbine yenilip hayatta göç eden Nazım Hikmet’in vatandaşlığa dönme haberinin ardından çoğu ağızlardan şu sözler duyuldu : “ Keşke yaşarken değer verilseydi…”