Sanılanın aksine Oğuz Atay’ın TUTUNAMAYANLAR romanı Türk Edebiyatında ilk post modern roman değildir; ilk modern romanıdır. Oğuz Atay’ın bu kitabı modern akımın roman türündeki karşılığıdır. Oysaki Türk edebiyatına modern akım, öykü ile girmiştir ve aslında çok uzun zamandır vardır. Bu bağlamda öyküde Modernist akım ellili yıllarda ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Örneğin, enfes bir öykü dili olan Sait Faik Abasıyanık, tam anlamıyla modern öyküler yazmıştır. Hatta modern edebiyata sağladığı katkılar ile Amerika’da ödül almıştır. Onun dışında Ferit Edgü, Nezihe Meriç, Adnan Özyalçıner gibi yazarlarımız da ilk çıktılarında Modernist özellikler göstermişlerdir. Öyleyse Modernizm ile Modernist edebiyatı birbirinden ayırmamız gerekir.
Modernlik, Rönesans ile başlar ve her alanda etkilidir. Modern edebiyat akım ise yine Modernlik ile alakalıdır ama edebiyat alanına yayıldığı için işleyişi farklıdır. Örneğin, Modernlik Kapital sistemi oluşturmuştur ki Kapital’in kelime anlamı sermaye demektir. Bu bağlamda eder Modern akım ile Modernlik paralel ise, Modern edebiyatın Kapital sistemi desteklemesi lazımdır; ama böyle bir şey hiç olmamıştır. Hatta tam tersi Modernist akım temsilcileri toplumdan uzakta kalan bir kitledir.
Modernist akım, dünya genelinde aşağı yukarı aynı etkiyi yaratmıştır ama biz yazımızda Türk edebiyatında görülen en belirgin modernist akım özelliklerini işleyeceğiz. Bu noktada da kaynaklarımız Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanı ve Sait Faik Abasıyanık’ın Alemdağ’da Var Bir Yılan adlı öykü kitabıdır. Modern edebiyatın anlaşılması için bu iki kitabı okumak gerekir ki size tavsiyemizdir; mutlaka bir göz atınız.
Modern Öykü
Öykü olarak ele alındığında Sait Faik, öykülerinde kişiler, mekânlar ya da zaman belli değildir. Öyküyü okumaya başladığınız anda, öykünün kurmayını yakalayamazsınız; şansınız varsa öykünün sonlarına doğru keşifler yapabilirsiniz. Klasik edebiyat incelemelerinde herhangi bir öykü inceleme planında olması gereken hiçbir unsur, Sait Faik’te yoktur ki bu Sait Faik de pek bunu önemsemez. O, anlattığı ile ilgilenir.
Kısaca modern öykülerde, realist öykülerde olduğu gibi:
- Zaman belirgin değildir.
- Mekan belirgin değildir.
- Kişiler belirgin değildir.
Öyküler henüz modern edebiyattan izler taşımaktadır. Asıl modern akım roman sahasında kendini belli edecektir.
Romanda Modern Akım
Romanda da öyküde olduğu gibi algısal zaman söz konusudur. Yazar, romanını isterse 24 saatte bitecek şekilde kurgulasın istersen 24 dakikada her halükarda ortaya tuğla gibi kitaplar çıkabilir. Bunun nedeni ise kullanılan bilinç akışı yönetimidir.
Bilinç Akışı Yöntemi
Bilinç akışı yöntemi, oluşturulan roman kahramanın zihninden geçenleri, zihninden geçtiği gibi romana aktarma çabasıdır. Modern romanların zor anlaşılmasını sağlayan en önemli unsurdur.
Şöyle açıklayalım:
Realist bir romanda kahramanın saatlerce düşüncelere daldığını ve saatlerce aynı düşünce etrafında düşünce ürettiğini okuruz. Ancak Modernist roman kahramanı öyle saatlerce aynı konu üzerinde fikir üretemez. Çünkü bilinçten akan şey, o karmaşa, sapmalar olduğu gibi yansıtılır. Buna bilinç akışı denir. Ama Modernistler, sadece bilinç akışı yöntemini kullanmazlar.
Modernistler bir konuya odaklanmış iç konuşma, iç monolog tekniği denilen bir konuşma aktarımını gerçekleştirirler ki bunu da ilk kez onlar ortaya çıkarmıştır. Bunlara iç diyalog yöntemi denilebilir. Mesela bazen kendi içimizde muhayyel bir kişiyle konuşuruz, kavga ederiz, kendi kendimize sorular sorarız ki iç monolog da tam olarak budur.
Modernist yazarlar, zihinden geçenlerin dolaysız aktarımı konusunda oldukça önemli yenilikler gerçekleştirirler. Modernist yazarlar için insanın fiziksel özellikleri tamamıyla anlamını yitirmiş vaziyettedir. Artık kişi aynada kendisine bakmamaktadır veya bir başkasına bakıp beğenme ya da nefret etme durumunda değildir. Özellikle birçok romanda kişiler, kendi içlerine kapanmışlardır. Bu yüzden de bu tür romanlarda, daha çok, kişinin iç dünyasını yansıtacak, onun iç dünyasını dolaysızca aktaracak teknikler denenmiş ve bulunmuş diyebiliriz.
Sonuç olarak Modernist edebiyat, özellikle roman ve öykü türünde realist stratejilere, alternatif olacak çok önemli yenilikler getirmiştir. Hemen tamamında aslında gerçeğin ne kadar kavranamaz, ne kadar algıya doğru bir yaklaşım olduğu fikri vardır. Bu yaklaşım yazarın lehinedir ancak okurun lehine değildir.
OLAY ÖRGÜSÜ
Realizim, Pozitivizme bağlıydı. Pozitivizm ise bilimsel yöntemleri kullanırdı. Olay örgüsü ise sebep-sonuç ilişkisi ile oluşturuldu. Modernist roman realizmi aşmak istediğinden Realizmin tekniklerini kullanmaz. Determinizme de inanmaz. Olay örgüsünde buna da yer vermez. Çünkü modernist yazarın kurguladığı hayattaki kahramanların kafası son derece karışıktır. Büyük maceralı bir hayatları yoktur. (Tutunamayanlar romanının kahramanı, sıradan bir insandı; bir politikacı ya da ünlü birisi değildi.)
Kahraman sadece kendi iç dünyasıyla meşguldür. Modernist yazarlar, kendilerini birey olarak algılayan, kendinin farkına varan, kendini gerçekleştirmek isteyen ama gerçekleştiremeyen insanı anlatır. Dolayısıyla bu toplum tarafından hastalıklı olarak görülür, topluma yabancılaşma söz konusudur. Bu durumda elbette olay örgüsü olmayacaktır; ama bu Modernist romanın akla gelenlerin art arda sıralama şeklinde yazıldığını da göstermez. Tam tersine Modernist yazarlar, tek bir cümleyi bile atlayamayacağınız bir yapı kurarlar. Bu yapı bilinçli olarak kurgulanmış bir yapıdır. Okura rol veren, okuru aktifleştiren bir stratejiye dönüşür. Modernist romanda bir sayfa bile atladığınız temayı kaçırmışsınız demektir.
TEMALAR
Modernizmde en önemli tema yabancılaşmadır. Yalnızlık, bunalım, bireyin kendi ifade ederken karşılaştığı her durum birer temadır diyebiliriz. Nitekim Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar kitabında da tema ölüm ve yalnızlıktır.
Bakış açısı
Modernist yazarlar bunun dışında daha önceki romanlarda genelde pek karşılaşmadığımız bir teknik deniyorlar. Çoklu anlatıcı, çoklu bakış açısı oluşturuyorlar. Mesela bir romanda bir ana odaklanıyor, o anda orada bulunan birçok kişi, o olaya farklı farklı açılardan yaklaşıyorlar. Sevgi Soysal’ın (1936-1976) Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanını böyle bir romandır. Bu teknik, Modernizm’den önce de kullanılıyordu; ama bunu en iyi yansıtan Modernistlerdir. Bu, gerçeğin ne kadar izafi yani göreceliği olduğunu bize gösterir ve romanın gerçekliğinin sadece anlatıcıya bağlı olduğunu vurgular. Bu açıdan Modernist romanın bu bakış açısı, bu yaklaşımı, roman türüne yapılan büyük katkılardan birisidir. Bakış açısı, anlatım tutumu, anlatıcının kimliği gibi konuları da içerir. Bunların hepsinin Modernistlere borçluyuz.
Anlatıcı
Romanda veya öyküde genelde iki tür anlatıcı vardır.
• 1. Tekil kişi (ben)
• 3. Tekil kişi (o)
Çok nadir olarak 2. Tekil kişi (sen) ile 1. Çoğul kişi (biz) anlatıcıları da vardır. Ancak 1. ve 3. Tekil kişi anlatıcılar özellikle 3. Tekil kişi anlatıcı daha yaygındır. Ama 1. Tekil kişinin anlatıcı olduğu romanların tek tip olduğunu düşünürsek yanılırız. Anlatım konumu da önemlidir bu bağlamda. Çünkü romanda bakış açısının hangi konumda oluşturulduğu, anlatıcının hangi konumdan romanı anlattığı da önemlidir. Kimi anlatıcı Tanrı konumundadır, her şeyi bilir. Kimi de gözlemcidir, sadece görebildiklerini, duyabildiklerini yazar. Natüralist yazarlar gözlemci anlatıcıyı kullanır. Ama diğer birçok eserde Tanrı anlatıcı konumuyla karşılaşabiliriz. Bunlar öteden beri vardır. Biliniyor. Ancak bunu, bu şekilde kavramlaştıranlar, Modernist yazarlardır.
Bakış açısı dediğimizde sadece anlatıcı veya anlatıcıların bakış açıları kastedilir ve Modernist romanda gerçeği anlatıcı oluşturur. Anlatıcının bakış açısı gerçekliği sınırlar. Onun algıladığı, görebildiği kadar sunulan bir gerçeklik vardır. Her farklı anlatıcı farklı bir gerçeklik ortaya koyabilir.
Modernist romanlarda çoklu anlatım tekniğinin kullanılması bazı kavramsal sıkıntıları yaratabiliyor. Anlatıcı her zaman Y kişisinden, X kişisinden bahsettiğini belirtmez. Okuyucu, romanın genel işleyişinden bunu çıkarmak durumunda kalabilir. Bu da farklı bakış açılarından baktığımızda aynı olgunun ne kadar farklı algılanabileceğini gösterir bize. Böylece aslında sadece kurmaca dünyada değil, hayatın içinde de tek bir gerçeklik olmayabileceğini düşünmeye başlarız. Böylece başkalarını ötekileştirmemeyi düşünmeye başlarız. Doğruluk kavramı değişir, herkesin, bizim gibi düşünmeyen insanların da düşündüğünü ve olaya daha farklı bir açılardan baktıklarını görmeye başlarız. Edebiyat bize bunu öğretir. Has edebiyat, bize tam da bunu öğretir.