Modernizm Rönesans ile birlikte başlayan, Batı’yı dönüştüren önemli bir süreçtir. Batıyı batı yapan sürece ve Rönesans sonrası yaşananlara Modernizm denilir. Modernizmin ortadan kalktığı veyahut sorgulanmaya başladığı süreç ise günümüz edebiyatıdır. Buna da Modernizm ötesi, Modernizm sonrası süreç yani Postmodern süreç diyoruz. Biz ise bu yazımızda dünya edebiyatında Modernizm konusuna değineceğiz.
Dünya edebiyatındaki bütün akımlar aslında Modernizme dayalı akımlardır. Klasisizm, Romantizm, Realizm, Natüralizm, Sembolizm, Sürrealizm akımlarının hepsi modern akım olarak sayılmaktadır. Klasik edebiyat dışındaki tüm akımların Modern edebiyat olarak kabulünün yanı sıra bir akım olarak Modernizm de bulunmaktadır.
Modernist akımlar doğduğu kültürel ortama dayalı akımlardır. Modernist edebiyatta bu grubun içinde yer alıyor. Ancak Modernist edebiyat bir akım olarak daha dar bir dönemi ifade ediyor. Modern edebiyat denilince 1890’lar ile 1960’lara kadar üretilen bir tür edebiyatı kastediyor. İlk Modernist öykü 1890’larda yazılmıştır. Gerçek anlamda Modernist ilkleri ise 1920’li yıllarda oluşur.
Modern akımın ortaya atıldığı zamanlar Sürrealizme denk gelen süreçlerdir ancak Modernist edebiyatın çıkış noktası Sürrealizm gibi savaşın yarattığı kötü psikoloji ya da isyan duygusu değildir. Modern edebiyatın çıkış noktası düşünseldir ve aslında Realist romanla bir hesaplaşma olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Realist akımın temel dayanağı olan Pozitivist anlayışı yani Materyalizmi reddeder.
Modernizm bireyci, zaman zaman idealist veya sezgici felsefe içinde bir temel bulduklarını söyleyebiliriz. Modernist yazarlar, Sürrealistlerde olduğu gibi bir araya gelmemişler, “Farklı bir oluşum gerçekleştirelim” diye bir topluluk kurmamışlardır.
Peki, nasıl olmuştur?
Hemen hemen aynı dönemde, dünyanın değişik edebiyatlarında birbirine yakın benzer görüşleri ortaya koyan sanatçılar, sanat kuramcıları ortaya çıkıyor. Bu edebiyatçılar yazdıkları ile Modern akımın temellerini atıyorlar. Virjinia Woolf yazdıklarıyla daha sonra da edebiyat üzerine görüşleriyle Modernist edebiyatın ilklerini ortaya koyarak bu kopuk sanatçıları bir ekolün parçası haline getirmiştir. Yalnız bu ilkler önceden tasarlanmış ilkler değildir. Zaman içinde eser üretimiyle birlikte oluşmuştur. Bu akımı meydana getiren unsurların en önemlilerini şu şekilde gösterebiliriz:
ü Maddeci düşünürlere karşı idealist, bireyci veya sezgici düşünürlerin ortaya çıkışı,
ü Özellikle Nietzsche, Bergson gibi felsefecilerin varlık ve zaman problemi üzerine geliştirdikleri düşünceler,
ü Öte yandan Einstein görelilik yani izafiyet teorisini ortaya koyması,
ü Einstein ile hemen hemen aynı dönemde Freud’un psikanalisttik teorisini ortaya atışı,
ü İnsanın zihinsel faaliyetleri ile ilgili ilginç bulguları ortaya çıkarması.
Modernist edebiyat, belli başlı düşünce sistemlerine dayanır. Özellikle Nietzsche, Bergson etkisini yadsımak mümkün değildir. Bergson, idealist felsefenin Fransa’daki en önemli temsilcidir ve zaman anlayışında çığır açmıştır. Nietzsche ise varoluş sorunları üzerinde durarak bugün bile etkisini hiç kaybetmeyen düşünce akımları ortaya atmıştır. Elbette bu akımlar dünyası içinde karşımıza çıkan yazarlardan önemli bir kısmı da düşünür kimliğiyle karşımıza çıkan yazarlardır.
Realizm, içerik anlayışını pozitivizm ve materyalist düşünceye dayandırıyordu. Realizme göre insanı yaşadığı çevre ve tarihsel koşullar belirliyordu. Böylece Realist romanın, öykünün kurmaca kişisi tarihsel ve çevresel koşulların inşa ettiği bir kişi olarak öne çıkıyordu. Roman, yer ve zamandan bağımsız düşünülemezdi. Realist romanı, öyküyü oluşturan kurgu stratejisi, temelde, her şeyi, olay örgüsü de dahil olmak üzere her şeyi sebep sonuç içerisinde düzenlenmektedir. Yani mantıksal çerçeveye oturtulmak zorundadır her ayrıntı. Çünkü bilimsel yöntem izlenmektedir. Tekniğe hâkim olan anlayış temelde budur. Modernist edebiyat ise Realizm ile hesaplaşmıştır ve bu çerçevede Modern edebiyat:
Modern edebiyat:
1.İnsanı kavrayışta Realizmden farklı bir çerçeve çizmek zorundadır.
2.Modern edebiyat kendi yolunu, Realizmin anlatı stratejileriyle oluşturmamak zorundadır. Çünkü o anlatı stratejilerinin hepsi felsefi olarak ya Pozitivizme ya da Materyalizme dayanıyor
Bu iki temel unsuru eğer ayrıştırabilmişse ki öyle, o zaman biz, Modernist edebiyat diye bir edebiyattan bahsedebiliriz. II. Dünya savaşından sonra Modernist edebiyata bir de Varoluşçu roman eklenmiştir. Bazı kaynaklarda Varoluşçuluk adı altında da bu mesele incelenir. Ama Modernist edebiyat 1900’lü yılların başından itibaren oluşmuştur ve başlangıç aşamasında varoluşçuluk yoktur.
Toplumdan uzaklaşma
Toplum düzenine karşı çıkan ilk akım Romantikler’di. Onlar doğaya kaçarak toplumdan ve yeni baş veren kapitalist düzenden uzaklaşıyordu. Realistler ise bu düzenden kaçmak yerine bu düzene bir ayna tutuyorlardı. Modern akımın insanları ise topluma yabancılaşmış bir kesimi oluşturmaktadır. Onlar Sürrealistler gibi toplum düzenine isyan etmek yerine toplumdan uzaklaşmayı tercih etmişlerdir. Bu bakımdan Modernist akıma bağlı birçok yazarın hayatı intihar ile sona ermiştir.
Roman anlayışı
Romanlarda zaman ve mekan kavramı yoktur. Realist romanlarda olduğu gibi belirli bir zaman ya da o zamana bir işaret yoktur çünkü Modern yazarlar için akan zaman önemli değildir. Onlar algıladıkları zamanı yazarlar. Mekan yani çevre konusunda da oldukça farklı düşüncelere sahip olan Modern yazarlara göre çevre, insanı oluşturmaz ve bu yüzden de Modern yazarlar çevreyi uzun uzun işlemeye gerek duymazlar. Bu düşünce de Natüralist düşünce kalıbını tamamen kıran bir yapıdır çünkü Natüralistlere göre insanın kişiliğini oluşturan yegane unsur çevredir.
BAKIŞ AÇISI
Bakış açısı, doğrudan doğruya kavramlaştırma aşamasında, kuramsal alt yapı oluşturma aşamasında, Modernist yazarların katkısıyla ortaya çıkmış bir roman unsurudur. Modernist edebiyatta bakış açısı çok önemlidir. Elbette bütün anlatı metinlerinde anlatıları anlatan bir kişi vardır. Bir masalda da bir öyküde de bir Realist romanda da bir Romantik romanda da anlatıcı vardır. Anlatıcı olmadan anlatı gerçekleşmez; ama bunun kavramlaştırılması Modernist yazarlar tarafından gerçekleştiriliyor.
Yukarıda anlatılan düşünce Amerika`lı yazar Henry James tarafından ortaya atılan bir kavramdır. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında bıraktığı edebi eleştireler, roman ve diğer eserleri ile Batı edebiyatında önemli bir yer edinmiştir.
Bakış açısı, doğrudan doğruya anlatıcı ile ilgili bir kavramdır. Çoğunlukla okuyucu, daha profesyonel, daha bilim adamı kimliğiyle bir romanı okumuyorsa ve anlatıcı 3. kişiyse yazarlarla anlatıcıyı özdeşleştirme yanılgısına düşebilir. Ama anlatıcı yazar değil, yazarın yarattığı bir kişidir. Bu yaklaşımı ilk ortaya koyan ise yukarıda tanıtılan Henry James’ tir. Bu düşünceler etrafında yazarın bir anlatıcı kimliği vardır. Bunu en iyi şu şekilde anlarız: Yazarımız bir erkektir ama romanında ben anlatıcı olarak bir kadını konuşturmaktadır. Orada okuyucu yazarla kadını özdeşleştirme eğilimi gösterir. 3. Tekil kişili anlatıcı romanlarda aynı bu şekilde bir özdeşleştirme çabası olduğunu Modernist yazarlar ortaya koyar.
Realist yazarlar topluma bir ayna tuttuklarını, objektif, nesnel bir kurmaca dünya kurduklarını iddia ediyorlardı. Modernist yazarlar ise bu yaklaşımı sorguluyorlar, bu yaklaşımla hesaplaşıyorlar ve bakış açısı kuramı, bu bağlamda işe yarıyor. Çünkü Modernist yazarlara göre, romanda anlatıcının kimliği çok önemlidir. Romandaki gerçekliği de anlatıcı belirler, romandaki gerçeklik anlatıcının gerçekliğidir. Bu daha önceki yaklaşımlardan tamamıyla farklı bir yaklaşımdır. Böylece gerçeklik izafi hale dönüşür. Okuyucu, anlatıcının gerçekliğiyle nesnellikten çıkmış oluyor, okuyucu kendinin bir bilim adamı olarak görmekten vazgeçiyor. Henry James’in Yürek Burgusu romanı bu bağlamda önemlidir. Bu romanla ilgili birçok tartışma çıkmıştır. Bakış açısını en iyi anlatan romanlardandır ve okumak gerekir.