Birçok kaynakta belirtildiği gibi Sermet Sami Uysal, Yahya Kemal’in şiir dönemlerini dörde ayırır:
1. Şiirde Ön Hazırlık (1897 – 1905)
2. Paris’te “Hâlis Şiiri” Arayış ve Fransız Şairlerinden Etkileniş Dönemi (1905- 1912)
3. Kendi Şiirini Geliştirme ve Derinleştirme Dönemi (1912-1948)
4. Kendi Kendini Yenileyiş Devri (1948-1958)
Bu ayrım, şairin şiirlerindeki gelişmelere ve özellikle Paris’e gittiği döneme göre ayrılmıştır. Gerçekten de özellikle Paris, Yahya Kemal’in edebi yaşamı için oldukça büyük bir kavistir ama biz konunun daha iyi anlaşılması için daha farklı bir ayrıma gideceğiz. Ayrım şu şekilde başlıklar halinde incelenecektir:
1. Edebî Kişiliğini Oluşturan Etmenler
2. Kendi Şiirini Yaratma Arayışı
3. Şiir Anlayışı
4. İşlediği Konular ve Kaynakları
Bu yazı ise Yahya Kemal’in edebî dünyasının oluşum konusunu işleyeceği için ilk iki maddesi üzerinde durulacaktır.
Edebî Kişiliğini Oluşturan Etmenler
II. Meşrutiyet yıllarında ünlenen Cumhuriyet döneminin en büyük şairlerinden biri sayılan Yahya Kemal’in sanat anlayışının yeşermesinde Üsküp’ün, oradaki yeni Mekteb’in ve Mekteb-i Edeb’in; özellikle de aile üyelerinden annesinin etkili olduğunu kendisi anılarında söylemektedir (Yahya Kemal; Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım, İSTANBUL FETİH CEMİYETİ YAYINLARI)
Aynı anılar kitabında, Yahya Kemal; edebiyat, özel olarak da şiire ilgisinin Üsküp İdadisinde (Üsküp Ortaokulu) başladığını belirtir. Bu yıllarda Recaizade Mahmut Ekrem’i, Abdülhak Hamit’i, Muallim Naci’yi ve Ziya Paşa’yı okuduğu gibi, eski divanları da elinden düşürmediği hatta Esrar mahlasıyla şiirler yazdığı yine aynı eserde şairin kendi kaleminden anlatılmıştır. Bu etkileşimler ile Yahya Kemal’in şiir oluşum evreleri de yavaş yavaş oluşmuştur:
Nev-Yunanilik
Yahya Kemal’in Yakup Kadri (Yakupoğlu) ile beraber kurdukları “Nev- Yunanilik” düşüncesi, temelde Akdeniz bölgesinin oluşturduğu uygarlıkların yeniden canlandırılması ve ortaklaştırılması amacına dayanır. Şaire göre Türk milleti zaten asırlardır Doğu kültüründen beslenmiş ve o kültürü kendi potasında millileştirerek bir edebiyat oluşturmuştur ve yine aynı şey Akdeniz medeniyetleri için de uygulanabilir.
İşte II. Meşrutiyet ilanı sonrası İstanbul’a dönen Yahya Kemal’in aklındaki tarih temeli tam olarak buydu. Bu tarihlendirme fikrini temellendirmek ve tanıtmak için birçok makale hatta şiir yazdı. Bu şiirler “Bergana Heykeltıraşları” ve “Sicilya Kızları”; makaleler ise “Bir Kitab-ı Esâtir”, “Tiyatro” ve “Çamlar Altında Muhasebe” dizisinde bulunan bazı makalelerdir. Ancak bu güzel hayaller Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı ile yok oldu. Dünya ve memleket büyük bir yıkıma maruz kalmışken Yahya Kemal bu temiz düşüncelerine “ Yol Düşüncesi” ile veda etti.
Din
Yahya Kemal, Paris’ten döndüğünde herhangi bir diplomaya sahip değildi ama tartışılmaz, iyi derecede tarih ve uygarlık bilgisine sahipti ve bu bakımdan yüksek öğrenim kurumlarında tarih dersleri vermeye başladı. Elbette bu dersleri verirken de atalarının tarihini incelemeye başladı ve gördü ki din ölçütü, en az ulusal değerler kadar önemli bir konuydu. Bu nedenle o, Türk milletini daha da onun dilinden söylersek Anadolu Türk medeniyetini İslam’dan hiç ayırmadı. 1921-22 tarihlerinde yazdığı şiirlerde de bunu açıkça belirtti.
Kendi Şiirini Yaratama Arayışı
Yahya Kemal: Agâh Kemal, Esrar, Mehmet Agâh, Süleyman Sadi imzalarını kullanmıştır.
“Hatıra” adlı ilk şiiri “Üsküp’ten A. Agâh” imzası ile İstanbul’da çıkan Musavver Telakki dergisinde yayımlanır. Orta öğrenimi için geldiği İstanbul’dan Paris’e gideceği döneme kadar boş geçen 1,5 yılda Cenap Şehabettin ve elbette genç Servet-i Fünun şairlerini tanır. İrtika (1902) ve Malumat (1903) dergilerinde Agâh Kemal imzası ile şiirleri çıkmıştır. Aynı zamanda çeşitli edebiyat ve musiki meclislerine de devam etmiş, hatta bir yakım tekkelere de gitmiştir.
Bu yıllar elbette onun emekleme bir nevi özenti duygularıdır ama bu duyguları onda bir edebi duygu oluşturmaya yetmiştir.
Yahya Kemal’in gerek sanat ve edebiyat gerekse tarih hakkındaki görüşlerinin oluşmasına Paris’te geçirdiği 9 yıl oldukça etkili olmuştur.
PARİS YILLARI
Şair, Paris’te bir yanda daha yeni yeni ünlenen Fransız Coşumcularını okuyor bir yandan da Gerçekçi romancıları izliyordu. Daha yeni ve henüz etkisiz olan Parnasyen ve Simgeci şairleri yakından, bizzat ya da yapıtları ile tanımaya çalışıyordu.
Sadece şiiri değil şiirin temeline de inmeye çalışan şair, bu yolda Fransızların aynı amaçla yaptıkları çalışmaları inceliyor, onların ulusal tarih görüşlerinin sanat ve edebiyatlarına nasıl kaynak oluşturduğuna dikkat ediyordu.
Dönemin ünlü tarihçileri Albert Sorel ve Camille Julien’i izliyor hatta mümkün mertebe onların evlerindeki sohbetlerine katılarak onlarla birebir tartışma şansı buluyordu. Çeşitli yönlerde genişleyen kültürü ona edebiyat ve tarih alanında yeni ufuklar açıyordu.
PARİS’TEN GELEN OLGUN BİR ŞAİR
Paris deneyimleri ile Yahya Kemal, o güne kadar sürekli takip ettiği ve beğendiği Türkiye’de bir hareket olarak adını duyuran Servet-i Fünun şiirinden uzaklaştı. Bir süredir yenileşeme ve sadeleşme süzgecinden geçen Türkçeyi kullanarak bir şiir kurma isteği uyandı Yahya Kemal’de.
Nasıl ki Fransızlar klasik metinlerinden hareket ederek yeni Fransız şiir anlayışına ulaşmışlarsa pek tabii Türkler de böyle bir hareket noktası ile kendi şiir anlayışlarını Türkçe şiirler ile kurabilirlerdi. Türk şairi Divan şiirine yeniden hayat kazandırmanın ondan pürüzsüz ve saf dizeler elde etmenin yollarını aramalıydı çünkü Yahya Kemal, Türk tarihini Malazgirt ile başlatıyordu ve dolayısıyla onun için Klasik Türk Şiiri dönemi Divan Edebiyatı dönemiydi.
Bu konu yani Yahya Kemal’in Türk tarihi ile ilgili düşünceleri de günümüzde de hala etkisini devam ettiren ve ciddiye alınan düşüncelerdir. Yahya Kemal devrinde yıllardır bir imparatorluk yönetimiyle hüküm süren Osmanlıcılık düşüncesine karşı bir Turan düşüncesi yeşermeye başlamıştı. Türk’ün ulusal tarihi Osmanlı mı Orta Asya mı olacaktı? Tarihçi Camille Julien’in bir sözü Yahya Kemal’in bu sorusunun cevaplarını veriyordu:“Fransa toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı”. Bunu Türk tarihine uyguladı. Bu haliyle Yahya Kemal, Ziya Gökalp’in ırk temeline dayanan görüşü yerine, ulusal tarih kavramını, son olarak vatan edinilmiş topraklar üzerinde yani Anadolu’da başlatıyordu. Türkler ile Anadolu arasında bir bağlantı kuran Yahya Kemal, Türk tarihindeki Orta Asya’yı tamamen yok saymış ve Anadolu temelli bir Türk tarihi dolayısıyla bir sanat tarihi oluşturmayı düşünmüştür. Bu düşünce onun ölümüne kadar devam etmiş, şair bu düşünceden asla geri adım atmamıştır.
Meşrutiyetten birkaç yıl sonra aklına bu yeni fikirler ile Türkiye’ye dönen Yahya Kemal, şiirde Türk Klasik döneminin yani Divan şiirinin sesi ile örnekler vermeye başladı.
“Eski Şiirin Rüzgârıyla” adlı şiirlerinin büyük bir kısmı bu yılların arayışını yansıtır. Bir taraftan da
Peyam-ı Edebî (1919)
İleri (1919- 21)
Tevhid-i Efkâr (1920- 21)
Payitaht ( 1921)
Yarın (1921-22) gazetelerinde belirtilen zamanlarda kendi düşüncelerini ( Türk ulus tarihi – edebiyat – tarih – sanat ) makaleler halinde yayımlıyordu. Elbette bu yıllarda Anadolu’da bir Milli Mücadele yaşanıyordu. Yahya Kemal ise her Türk vatandaşı gibi bu mücadeleye destek verdi; özellikle Dergâh dergisinde çıkan yazıları ile Milli Mücadele döneminin ne kadar haklı olduğunu ve elbette bu mücadelenin bir zafer ile sonuçlanacağını belirtiyordu.
Bütün bu mili duygular, Paris zamanları, annesi, Üsküp’te bulunduğu tekkeler ile Yahya Kemal kendi şiirini yaratmıştır. Bu şiirinin sadece ve sadece konuları değişmiştir, yoksa şiirlerindeki Türk Klasik tarzı (Yahya Kemal’in klasik anlayışına göre klasik) hep korunmuştur. Konularındaki bu dalgalanma ise kuşkusuz hayatındaki ve memleketteki değişimlerle doğru orantılı ve aslında oldukça doğal dalgalanmalarıdır.