Hiç bu dilde sevilmiş miydin ?
Bilmem...Bu sevginin bir karşılığı olsun diye mi bunca koşulsuzlukla sana vermiştim onu da bilmiyorum. Ancak sağlıklı bir ilişki için karşılıklı duyguların olması gerektiğini bildiğimden sanırım, ikimizin ilişkisini sağlıklı kılmak için hep daha çok veriyor ve böylece muhtemel ya bu yoğun sevgiye acıma ya da artık almaktan ve bir şey vermiyor olmaktan rahatsız olduğun düşüncesi sana en azından teşekkür edebilmeyi öğretmişti. Ki ben senin verdiklerimi görmeye başladığını düşündükçe sağlıklı olma yolunda yürüdüğümüzü sanarak içimde daha da derinlere kök salmasına izin veriyordum sen denen bu hastalığın...
Seni sevmek hiçbir şiir ya da çevirinin dillendiremediği, kelimeleştirip, Türkçeleştiremediği bir acı gibi orada durdu. Ve bazen kendine mutlu birkaç anımızdan renkli çakıl taşları buldu. Şimdi anlamak çok kolay ama o zaman inan görmek bile çok zordu. Çünkü benim gözüm senden başkasını görmüyordu. O yüzden iki gözümdün sen benim. O yüzden hayat diye başlardı sana tüm cümlelerim. Ve hayat beni ne zaman incitse renkli çakıl taşları elimde bir oyunu kaybetmiş mağlup bir çocuk gibi sana gelirdim. Senin hep güçlü hep dik durak zorunda yaşama modelini nasıl da unutup sana ve senin o huzurlu olduğu hayalini kurduğum kıyılarına sığınmak isterdim. Ama her seferinde sen beni daha güçlü kılma için ya da hayatta güçsüz de olunabileceğini ve bunun bazen bir malubiyet değil tabiatın bir parçası olduğunu sana hatırlattığımdan sanırım bir de senin tarafından hırpalanırdım. İşte o zaman renkli çakıl taşlarını avuçlarımda sıkmaktan avuçlarım kanar ve ben çok acırdım.
Hiç bu dilde sevilmiş miydin? Bilmem... Şimdi hangi renklerle hangi kokularla hangi denizlerle tamamlanır benim sensiz yanım? Onu da bilmiyorum. Sen özneydin benim cümlelerimde ben yağmurdan bir yüklem. Öyle çok korkardım ki aslında senin gitmenden ya da bir şekilde incinmenden... Bu yüzden satır başlarımı ben hep senden yana tuttum. Gecenin ezgisini senin için bin telden birden vurdum. Saat gecenin en güzel öleniydi ki ben bunca zaman tuttuğum tüm satır başlarım koltuğumun altında ve savurduğun son iki cümlen ki küpem oldu kulağıma bir oyunu kaybetmiş mağlup bir çocuk gibi uzun bir süre kendime sığınacak bir yer aradım durdum.
Hiç bu dilde sevilmiş miydi adın? Bilmem... Çatısını sözcüklerden yükselten üç kapılı bir evde yaşadım uzun bir zaman. Bir kapısı gidenler için, biri arka bahçeden çıkıyor sokağa hayatıma kaçak girmeye çalışanlar için. Son kapımsa tuz taşıyan kadınlar içindir yaraya... Sevgili hiç bu dilde sevilmiş miydin sen bilmiyorum ama mutlu birkaç anımızdan kalma çakıl taşları var avuçlarımda onları sıkı sıkı tutmaktan parçalanan ellerimin kan kokusu sindi tüm kasabaya ve bir kapımdan içeri hala tuz taşıyorlar kadınlar kanayan avuçlarıma...