Mete'nin Büyük Çin Seferi
Kuzey Çin'in elden çıkması ve tamamen kaybedilmesi, Han sülalesinin kurucusu İmparator Kao'yu harekete geçirdi. İmparator, çoğunluğu yaya olan 320 bin kişilik ordusunun başına geçerek, kuzeye doğru Mete'nin üzerine yürüdü. Bu durum Mete'nin tam aradığı fırsat oldu. Çünkü, Asya kıtasının en büyük gücü olduğunu gösterebilmek için Mete'nin Çin'i de yenmesi lâzım geliyordu.
Aldatma ve Yanıltma Taktiği: İmparator Kao, Mete'ye on kişiden oluşan bir elçilik heyeti gönderdi. Bu, gerçek bir elçilik heyeti değildi; bu heyette bulunanlar birer casus ve gözlemci idiler. Bu casus ve gözlemcilerin asıl görevi, Hun ordusunun durumunu öğrenmekti. Bu elçilik heyeti, Mete'ye, aldatma ve yanıltma taktiğini uygulamak için iyi bir fırsat verdi. Zira Mete, imparatoru saldırıya özendirmek için ona durumunu zayıf göstermek istiyordu. Bunun için, asıl askeri ve ekonomik gücünü ve varlığını ormanlarda gizledi. Karargahında sadece yaşlılar, çocuklar ile zayıf, sıska atları ve sığırları bıraktı. Çin elçilik heyeti Mete'nin karargâhını bu vaziyette gördüler. Bu casuslar ve gözlemciler, Mete'nin bu aldatma ve yanıltma taktiğini anlayamamış olmalılar ki, döndüklerinde gördüklerini iyi bir haber olarak imparatora anlattılar. İmparator, casuslarının getirdiği bilgilerden memnun olmakla birlikte biraz şüphelenmiş olmalı ki, komutanlarından birini aynı gaye ile Mete'nin karargâhına gönderdi. Fakat imparator, bu defa casusunun getireceği haberi beklemedi; ordusunu alarak Mete'nin üzerine doğru ilerlemeye devam etti. Bir süre sonra bu casus, gerçek bilgilere ulaşmış olarak döndü. O, gerçekten de Mete'nin aldatma ve yanıltma taktiğini tamamen anlamıştı. İmparatora bu durumu şu şekilde özetledi: "Mete ana ve seçkin birliklerini saklamıştır. Baskın yapabilmek için uygun bir zaman ve fırsat kollamaktadır". İmparator bu uyarıya kulak asmadı. Zira, ölçüsüz bir hırs onun gözünü âdeta kör etmişti. İmparator, ordusunun moralini çökerteceği ve paniğe yol açacağı düşüncesiyle komutanının bu kanaatini kabul etmedi. Üstelik onu, tutuklayıp başka bir şehre göndermek suretiyle cezalandırdı.
İmparatorun buradaki davranışına daha yakından bakılacak olursa, onun, Mete'yi ve Hunları hiç tanımadığı anlaşılıyor. Eğer İmparator Mete'yi ve Hunları iyi tanımış olsaydı, ilk casusların getirdiği haberden Mete'nin gerçek niyetini ve amacını daha o zaman anlayabilirdi. Öyle anlaşılıyor ki, imparator bu hususta tam bir gaflet içerisindedir. Halbuki, düşmana galip gelebilmek için onu daha iyi tanımak ve adımları da ona göre atmak lâzımdır. İmparatorda ise, böyle bir durum görülmemektedir.
Yıldırma ve Yıpratma Taktiği: Böylece Mete, ustalıkla uyguladığı aldatma ve yanıltma taktiğinde amacına ulaşmıştır. Şimdi sıra Çin ordusunu yıpratma, yıldırma ve pusuya düşürme taktiğine gelmiştir. Mete, Çin ordusunun üzerine "Sağ ve Sol Bilge Tiginler"inin komutasında 10 bin kişilik seçme birlik gönderdi. Bu birlik, büyük Çin ordusunu yoracak, yıpratacak ve pusuların kurulduğu yere çekecekti. Gerçekten bu birlik kendisine verilen görevi çok iyi yapmıştır. Âdeta taktik içinde taktik uygulamıştır. Öyle ki, bu birlik beklenmedik zamanlarda ve yerlerde imparatorun ordusunun karşısına çıkıyor, ani ve şaşırtıcı darbeler vurarak, Çin ordusunu maddeten ve manen yıpratıyor ve birdenbire de ortadan kayboluyordu. Öte yandan Çin ordusu, Hun birliğinin vurduğu darbeden sonra geri çekilmesini, kaçış sanıyor ve düşman karşısında büyük bir başarı elde etmiş gibi bu birliği hemen kovalamaya başlıyordu. Böylece, Çin ordusu, hem yıpratılıyor ve yıldırılıyor hem de aldatma taktiği ile pusuların kurulduğu yere çekiliyordu. İmparator ise, bu durumun kendisini pusu sahasına çekme hareketi olduğunun hiç farkına varamıyordu. O, âdeta zafer üstüne zafer kazanmış bir komutan edasıyla büyük bir şevk ve haz içinde ilerlemesine devam ediyordu.
Çin ordusu, sadece Mete'nin öncü birliği karşısında yıpranmakla kalmıyor, aynı zamanda ağır kış şartları altında büyük zayiat veriyordu. Zira Çin imparatorunun seferi, kış ayına tesadüf etmişti. Kuzey Çin'de ağır bir kış hüküm sürüyordu. Bölgeye çok kar yağmıştı. Hava da son derece soğuktu. Kar ve dondurucu soğuk, ağır kış şartlarına alışık ve dayanıklı olan Hun ordusunu hiç etkilemiyordu. Ama Çin ordusu için durum aynı değildi. Çin ordusunun on askerinden ikisinin veya üçünün soğuktan parmakları düşmüştü. Bu gerçekten Çin ordusu için büyük bir felâket idi.
İmparator, Hun öncü birliklerinin vur-kaç taktiği ve soğuklar yüzünden ordusunun bir hayli hırpalanmasına rağmen, ilerlemesine büyük bir inatla devam ediyordu. Fakat, Çin ordusu perişan bir vaziyetteydi. Bu perişanlık ordunun yürüyüş düzenine de yansımış bulunuyordu. Çin ordusunun atlı birlikleri ile Pe-teng dağı eteklerindeki yaylalara geldiği halde, yaya birlikleri çok gerilerde kalmıştı. Yani, atlı birlikler ile yaya birlikler birbirinden tamamen kopmuş ve bunun tabii sonucu olarak emir-komuta yitirilmişti. Bu, askeri taktikte asla bağışlanamayacak bir hata idi. Zira, bu ve bunun gibi hatalar, imparatoru, o zamana kadar Çin tarihinde görülmemiş bir felâkete götürüyordu.
Kuşatma (M.Ö. 200): İmparator ordusu ile Pe-teng yaylasında konaklamıştı. Hun ordusunun nerede bulunduğundan haberi yoktu. Daha da kötüsü imparator, bir pusu mevkiinde konaklamış olduğunun farkında bile değildi. Büyük bir gaflet içerisinde idi. Mete'nin uyguladığı taktikleri anlayamamış, şahsi emniyetini ihmal etmişti. Halbuki Pe-teng dağının üzerinde bir kale bulunuyordu. Bu kalede şahsi emniyetini sağlayabilirdi. Diğer taraftan uzun bir süre ortalıkta görülmemiş olan Mete, 400 bin kişilik tamamen atlı ordusuyla birdenbire Pe-teng yaylasının çevresinde ortaya çıkıverdi. Gerçekten de Mete, yerinde ve zamanında hızlı ve doğru hareket etmesini iyi bilen mükemmel bir strateji ustası idi. Çin ordusunu adım adım takip etmiş ve onu istediği yere çekmişti. Şimdi de imparatoru dört taraftan aynı anda kuşatıvermişti. Bu, hiç şüphesiz, savaş tarihinde çok nadir olan bir başarı idi. Böylece Mete, akılara durgunluk verecek bu çevirme hareketiyle, askeri stratejide dehasını bütün parlaklığı ile ortaya koymuştur.
Çin yıllıklarının kayıtlarına göre, Hun ordusunun sayısı 400 bin atlı idi. Bu sayı, hiç şüphesiz abartılmış bir sayı olmakla birlikte, Hun ordusunun ne kadar büyük olduğunu gösteriyordu. Bu kuşatmada Hun ordusu, Çin ordusunu dört taraftan bir kare içine almıştır. Bu karenin her bir yönünde bulunan atlar da farklı birer renk ile temsil edilmiştir. Daha açık ve kesin bir ifade ile söylemek gerekirse, bu kuşatmada kuzeydeki birliğin atları kara (yağız), doğudaki birliğin atları demir kırı (göğümsü), güneydeki birliğin atları al (doru) ve batıdaki birliğin atları da ak (beyaz) idi.
Burada Türk devlet teşkilâtının bir özelliği dikkati çekmektedir. Görüldüğü gibi, bu kuşatmada Hun ordusu, askerlerin bindikleri atların renklerine göre dört ana bölüme ayrılmıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, Hun Türkleri ordularını dünya anlayış ve tasavvurlarına uygun bir şekilde düzenlemişlerdir. Zira, Türklerin düşünce ve tasavvurlarında, dünya dört köşe (bucak) idi. Dört köşe olarak düşünülen dünyanın merkezinde ise, Türk hükümdarı bulunuyordu. Hükümdarın altında da, yine dört yönü temsil eden dört büyük memuriyet yer almakta idi.
Çin yıllıkları, bu kuşatma karşısında Çin imparatorunun nasıl bir tavır takındığı hususunda suskun kalmışlar; hiçbir yorum yapmamışlardır. Bizim kanaatimize göre, imparator, gördüğü manzara karşısında kelimenin tam anlamıyla şok olmuştur. Hatta, imparatorun üzerine endişe ve üzüntünün kara gölgesi âdeta bir karabasan gibi çökmüştür. Kaynağın ifadesiyle o, ne içeriden ne de dışarıdan yardım alabilmiştir. Artık kendisinin ve ordusunun kurtuluşundan ümidini bütünüyle kesmiştir.
Öte yandan Mete için durum tamamen farklıydı. O, başından beri büyük bir dikkat ve itina ile sürdürdüğü faaliyetini başarıyla hedefine ulaştırmıştı. Artık, büyük Çin ordusu avcunun içindeydi. Sıra Çin ordusunun imhasına ve bütün Çin ülkesinin ele geçirilmesine gelmişti. Bu da, Mete için işten bile değildi. Hiç şüphesiz, her iki taraf da böyle düşünüyordu. Fakat Mete'nin düşüncesi böyle miydi' Bunu, kuşatmanın sonuna kadar hiç kimse anlayamadı.
Kuşatma yedi gün sürdü. Çin ordusunda yiyecek sıkıntısı baş gösterdi. Daha da kötüsü Çin ordusunun morali tamamen çöktü. Çin yıllıklarının ifadesiyle söylemek gerekirse "Pe-teng kalesi altındaki felâkette yedi gün ekmek bulunamadı; asker yay çekemedi". Bu durum açıkça şunu göstermektedir. Mete, savaşın amacını çok iyi bilmekte ve ona uygun bir şekilde hareket etmektedir. O halde savaşın amacı nedir' Bunu şu şekilde belirtmek mümkündür: "Savaşın amacı, düşmanın iradesine her araç ile hâkim olmak ve kendi iradesini düşmana kabul ettirmektir." Bunun için öncelikle yapılacak iş düşmanın iradesini kırmak ve yıkmaktır. Düşmanın iradesini kırmak ve yıkmak için de sıkıntı verici ve maneviyat çökertici durumlar gereklidir. Bu durumlar da, ancak, ya maddi kuvvetlerle (silâh vasıtasıyla) ya da psikolojik yöntemlerle yapılabilir. Görüldüğü gibi, Mete, bu kuşatmada maddi kuvvetlerden çok psikolojik yöntemleri kullanmıştır. Öyle ki, Mete, kurtuluş için hiçbir ümit bırakmayan bu yedi günlük kuşatma ile imparatoru ve Çin ordusunu manen ezmiştir. Gerçekten de bu manevi eziklik imparator ve Çin ordusu için bir bozgun hareketinden daha ağır olmuştur.
Kuşatmanın Kaldırılması ve Bunun Sebepleri: Kuşatmanın yedinci günü Mete, tahminleri alt üst eden bir harekette bulundu. Hun ordu saflarının birleştikleri köşelerden bir koridor açtı. O gün, Pe-teng yaylasını, âdeta imparatora yardım edercesine yoğun bir sis kaplamış durumdaydı. İmparator ve Çin ordusu, yenilginin zilleti ve utancı içerisinde bu koridordan yavaş yavaş dışarıya çıktı. Hun ordu birlikleri sisin perdelediği bu çıkışı görmezlikten geldiler. İmparatorun ve Çin ordusunun, göz yumulan çıkışı ve kaçışı sağlandıktan sonra, Mete ordusunu alarak geri döndü.
Çin ordusunu tamamen imha etmek, imparatoru teslim almak ve bütün Çin ülkesini gele geçirmek mümkün iken, neden Mete, imparatoru ve Çin ordusunu serbest bırakmıştır' Bu durum eski Çin tarihçileri için büyük bir merak konusu olmuştur. Daha doğrusu bu mesele, imparatorun danışmanları tarafında bilinçli olarak merak konusu haline getirilmiştir. Zira onlar, imparatorun kuşatmadan kendisini kurtarabilmek için gizli bir plân uyguladığını söylemişlerdir. Fakat bu plânın ne olduğunu hiçbir zaman açıklamamışlardır. Durum böyle olunca, eski Çin tarihçileri de bu gizli plânın ne olduğu hususunda bazı yorumlar yapmışlardır. Çinli tarihçilerin meseleye bakış açısını göstermesi bakımından bu yorumların bazılarını aynen buraya alıyoruz:
İmparator, savaş meydanındaki Mete'nin karargahına ağır hediyelerle birlikte bir elçi göndermiştir. Elçi, Mete tarafından kabul edilmemiş olacak ki, o da Mete'nin eşine gitmiştir. Verdiği ağır hediyelerle hatunun (Mete'nin eşi) gönlünü çelmiş olan Çin elçisi, imparatorun düşüncelerini Mete'ye aktarması hususunda onu ikna etmiştir. Çin elçisi, hatun vasıtasıyla Mete'ye şöyle demiştir:
"Bugün Çin topraklarını elde etmiş olsanız bile, siz ey Şan-yü, orada oturup, (Çin'i) idare etmek için gerekli gücü kendinizde bulamayacaksınız". Bu sözler, akıllı ve gerçekçi bir hükümdar olan Mete'yi korkutmuştur. Bunun üzerine Mete, imparatoru serbest bırakmıştır.
Bu yorum ilk bakışta, kendi içinde çok tutarlı ve mantıklı gözükmektedir. Gerçekten de Çinliler, askeri kuvvetlerinden çok, daima mallarının cazibesine, paralarının çokluğuna, kızlarının güzelliğine ve politik zekâlarına güvenmişlerdir. Sık sık bunları kullanarak amaçlarına ulaşmışlardır. Burada da bu unsurların rolü görülmektedir. Çin elçisi, imparatorun düşüncesini Mete'ye ulaştırabilmek için, Mete üzerinde etkili olduğunu düşündüğü Hatun'a ağır hediyeler vermiştir. Burada basit bir rüşvet olayı söz konusudur. Hemen belirtelim ki, bu, Çinli tarihçilerin bir mantık hatasıdır. Asla rüşvet söz konusu olmamıştır. Eğer, Mete'nin gayesi maddi zenginliğe kavuşmak olsaydı, o, imparatordan sadece karargahındakini değil, bütün Çin ülkesindeki maddi varlığını elinden alabilecek durumdaydı. Bunun için sadece istemesi yetmekteydi. Daha azına razı olmanın mantığını kabul etmek mümkün değildir. Bu, eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Çin'i idare edip edememe meselesine gelince, burada bir gerçek payı bulunmaktadır. Fakat Mete'nin kafasındaki plân ve projeler arasında Çin'i ele geçirmek ve idare etmek gibi bir düşünce yoktu. Bu husus biraz aşağıda açıklanacaktır.
Gizli plân meselesinde, Çinli tarihçilerin yaptıkları yorumlardan biri de şudur: Çinli generallerden biri çok güzel bir kadın portresi yaptırmıştır. Generalin yaptığı bu portreyi, Mete'nin hatununa göndererek, ona şöyle söylemiştir: "Çin'de bunun gibi güzel kadınlar çoktur. Şu anda bizim imparatorumuz güç bir durumda bulunuyor. Bundan dolayı, bu kızları Mete'ye sunmak istemektedir." Hatun, bu sözlerden son derece etkilenmiştir. Kıskançlık duyguları kabarmış olan Hatun, böyle bir durumun kendi aleyhine olacağını düşünmüş, bunun tabii sonucu olarak da eşinin kendisine karşı sevgisinin düşeceği ve itibarının da azalacağı endişesine kapılmıştır. Hatun bu tehlikeyi önlemek için, hemen harekete geçmiş ve kuşatmayı kaldırması hususunda eşi Mete'ye baskı yapmıştır. Eşinin baskılarına dayanamayan Mete de, kuşatmayı kaldırmıştır.
Görüldüğü gibi, bu yorumlardan birinde "rüşvet" unsurunu, diğerinde de "kıskançlık" unsuru kullanılmıştır. Her iki yorumda da ortak unsur olarak kullanılan "hatun"dur. Mete'nin kararının değiştirilmesinde de rol oynayan başlıca unsur hatundur. Gerçekten de, Türk hükümdarının üzerinde hatunların birinci derecede etkileri vardı. Özellikle yönetim üzerinde onlar da söz sahibi idiler. Fakat Hatunların etkileri, tamamen hükümdarların kararını değiştirecek ve onları yönlendirecek derecede değildi.
Bu ikinci yorumdaki "kıskançlık" unsuru ise, "rüşvet" unsuru gibi tamamen Çinli tarihçilerin hayal mahsulüdür. Zira Mete, sevginin gözünü kör ettiği toy bir delikanlı değildi. Üstelik o, bir kadının kaprislerine ve baskılarına boyun eğecek bir ruh ve karakter yapısında hiç değildi. Aksine Mete, devletin ve milletin geleceğini her şeyin üzerinde tutan bir ruh ve karakter yapısına sahip bir liderdi.
Başka bir Çinli tarihçi de yaptığı bir yorumla, meseleyi tamamen "tarihin bir bilmecesi" haline getirmiştir. Bu tarihçinin görüşüne göre, bu meselenin çözümünde imparatorun gösterdiği hüner, hayret verici bir ustalıkta idi. Fakat, imparatorun bu hususta kullandığı yöntem o kadar bayağı, aşağı, çirkin ve kötü idi ki, Çin sarayı bunu kimsenin bilmesini istememiştir. Çünkü bu yöntem, gururuna ve itibarına son derece düşkün olan imparator için utanılacak nitelikteydi.
Buraya kadar verilen bilgiden şu hükme varıyoruz: Bütün bu yorumlar, ortaya atılan gizli bir plândan kaynaklanmıştır. Kanaatimizce, bu meselede imparatorun ne gizli ve ne de açık bir plânı söz konusu olmuştur. Bu gizli plân meselesi, saray danışmanlarının, imparatorun utanç verici yenilgisini örtmek ve itibarını kurtarmak için uydurmuş oldukları bir kılıftır. Öyleyse Mete, imparatoru ve ordusunu, dünya tarihinde bir emsali dahi bulunmayan mükemmel bir kuşatmayla avucunun içine almışken neden serbest bırakmıştır' Burada cevabı beklenen bu soruyu şu şekilde de sormak mümkündür: Mete, İmparatoru ve ordusunu serbest bırakacak idiyse, neden böyle bir kuşatmaya ihtiyaç duymuştur' Daha doğrusu bu kuşatmanın gerçek anlamı ve amacı ne idi'
Maddi kuvvet, ne kadar büyük ve devamlı olursa olsun, manevi kuvvet karşısında eninde sonunda yenilmeye mahkûmdur. Bu gerçeği çok bilen büyük Türk hükümdarları, kendi toplumlarını güçlü Çin kültürünün ve medeniyetinin etkilerine karşı koruyabilmek için daima milli bir siyaset izlemişlerdir. Mete'nin kuşatmayı kaldırmasının gerçek sebebi de, "milli siyaset"le ilgilidir. Daha doğrusu Mete, burada "milli siyaset"e uygun bir şekilde karar vermiş ve ona göre davranmıştır. Öyleyse, Hun Devleti için milli siyaset ne idi' Hun Devleti için milli siyaset, Çin'i savaş gücü ile baskı altına almak, devletin ve halkın ihtiyaçlarını vergi veya ticaret yoluyla Çin'den sağlamaktı. Görüldüğü gibi, Mete'nin Çin'e karşı izlediği politikanın içinde Çin ülkesini ele geçirmek ve onu idare etmek gibi bir düşünce yoktur. Zaten Mete, bu kuşatmada imparatoru ve ordusunu manen ezerek, üstünlüğünü ve iradesini kabul ettirmek suretiyle amacına ulaşmıştır. Mete için Çin'in ayrıca maddeten ezilmesine ihtiyaç kalmamıştır.
Mete, milli siyasete uygun bir şekilde karar verip, ona uygun bir şekilde hareket etmeseydi ne olurdu' Hiç şüphesiz Mete, Çin ordusunu imha edebilir, imparatoru teslim alabilir, Çin ülkesini de tamamen ele geçirebilirdi. Fakat, bir milleti yenmek ve ülkesini ele geçirmek yeterli değildir; o millete hâkim olmak için onun ruhunu da fethetmek şarttır. Hatta yerli kültürü milli kültür içinde sindirmek ve asimile etmek de gereklidir. Mete, Çin'i ele geçirip, bu ülkeyi idare etmeye kalkışsaydı, acaba bu teşebbüsünde başarılı olabilir miydi' Daha açık bir ifade ile sormak gerekirse, böyle bir durumda Çinliler mi Türkleşirdi, yoksa Türkler mi Çinlileşirdi' Şüphesiz böyle bir durumda Türkler Çinlileşirdi. Nitekim, Çin'e giren Türk kavimlerinin akıbetleri hep böyle olmuştur. Daha başka bir ifade ile söylemek gerekirse, daha önce Çin'e giren Türk kavimleri kısa zamanda kendi soylarının bütün özelliklerini kaybedip, içine girdikleri toplumun bir parçası haline gelmişlerdir. Bu durumu çok iyi bilen Mete, milli politikadan ayrılmamış; Hunları da Çin'den daima uzak tutmuş ve barış yolunu tercih etmiştir. Zira Mete, iki devlet arasında barışı kurmada ve devam ettirmede, en fazla çıkarı ve kazancı olan ülkenin kendi ülkesi olduğunun bilincindeydi.
Barış Antlaşması (M.Ö. 197): İmparator, kuşatılmanın şokunu uzun süre üzerinden atamadı. Başka bir ifade söylememiz gerekirse, o, kuşatmadan ancak üç yıl sonra kendine gelebildi. Daha doğrusu imparator, kendisi için büyük bir huzursuzluk kaynağı olan Mete ve Hun meselesini üç yıl sonra ele alabildi. O, önce bu meseleyi Çin devlet meclisine getirip tartışmaya açtı. Komutanlar, meseleyi kendi aralarında bütün cepheleriyle tartıştılar. İleri sürülen görüşlerin çoğu her zaman olduğu gibi hissi ve hamasi nitelikteydi. Bunlar arasında komutanlardan birinin ortaya koyduğu bir plân vardı ki, Çin mantığına ve zekâsına uygunluğu bakımından imparatorun hemen dikkatini çekti. Bu plân esâs itibariyle şöyle idi: İmparatorun kızı Mete'ye eş olarak verilmeli. Ayrıca Hunlara her yıl değerli hediyeler (vergi olarak) gönderilmeli. Böylece, Hun hükümdarı Çin imparatorunun damadı; kızı da Mete'nin Hatunu olacaktır. Ondan doğacak çocuklardan biri de veliaht olacak ve Mete'nin yerine geçecektir. Böylece Hunlar kontrol altına alınabilecek ve Çin'e bağlanabilecektir. Bu plân imparatora son derece çekici ve mantıklı geldi. Zaten imparator için, Mete'nin iradesine boyun eğmekten ve onunla anlaşmaktan başka çare de gözükmüyordu. İmparator da öyle yaptı. Bu plânı teklif eden komutanını Mete'ye elçi olarak gönderdi. Mete ile imparator arasında bir "dostluk ve barış antlaşması" yapıldı. Bu, Orta Asya tarihinde bilinen ilk milletlerarası antlaşmadır (M.Ö. 197).
Bu antlaşmaya göre, 1. Mete'nin Kuzey Çin'de ele geçirdiği topraklar Hunlara terk edilecektir. 2. Çin, her yıl Mete'ye ipekli kumaş, şarap, pirinç ve diğer yiyecek maddelerinden mümkün olduğu kadar çok miktarda gönderecektir.
Bundan sonra Mete, kendisine gönderilen prenses ile evlenmiş; Çin yıllık vergiye bağlanmış; bu ülke ile uzun yıllar devam edecek ticari ilişkiler kurulmuş ve geliştirilmiştir. Böylece, Mete ile Çin arasında uzun bir barış dönemi açılmıştır. Çinliler, bu barışın bedelini Mete'nin hâkimiyet haklarını tanıyarak ve hediye adı altında vergilerini düzenli göndererek ödemişlerdir.
Biraz yukarıda özetlediğimiz Çinli komutanın plânından da anlaşılacağı üzere, antlaşmanın amacı sadece iki devlet arasında barışı sağlamak değildi. Tıpkı Mete'nin Çin'e karşı olduğu gibi Çinlilerin de Hunlara karşı belirli bir politikası vardı. Bu politikanın esâsı, Hunları tamamen hâkimiyet altına almak ve Çinlileştirmekti. Çinli komutanın ortaya koyduğu plânın uzun vadede hedefi bu idi. Hunlara verilen yıllık vergi ve Mete'ye gönderilen Çinli prenses ise, Çin Devletini bu gayeye ulaştıracak birer vasıta idi.
Kaynak: Koca, Salim, Büyük Hun Devleti, Türkler Ansiklopedisi, C4, Ankara 2002.