Her insanın içinden geçer, alıp başını gitmek uzaklara,

Bir dağ başında veya deniz kıyısında sessiz ve huzur içinde bir yaşam hayal edilir.

Kalabalıklar içinde yalnız kalmaktansa, gerçek bir yalnızlık ihtiyaç haline gelir.

Kötülükler, ihanetler, bencillikler ve menfaat çatışmaları boğar insanı,

Belki de kalabalıklardan, saltanattan ve şöhretten uzaktadır mutluluk ve değerli olan birçok şey.

Kalabalıklar içinde sırtından yükselmek, kendi hırslarının ve başarısızlıklarının öcünü senden almak isteyen kan emiciler senin de kanını emmek isterler.

Ve sen bunu anladığın an yalnızlığınla baş başa kalmayı tercih edersin.

Saltanatın ve şaşaanın yaşandığı o kalplerin taşıdığı vicdanın nasıl olduğunu merak edersin, bu kadar çirkef ve yalanın içinde nasıl rahat ediyorlar diye sorarsın kendine.

Sorarsın şehitlerin kanı akarken bu koltuk kavgasının ne demek olduğunu, yakar kalbini bir şeyler ama anlatamazsın, dinlemez kimse seni.

Dindarım diyenler dindarlardan kaçarlar, halkçıyım diyenler kendi halkından korkarlar.

Gelmez hiçbirinin işine doğruları duymak, nefret ederler dürüstlerden, en azından dürüstçe konuşmaya çalışanlardan.

Ve sen de nefret edersin onlardan, gördüklerin seni kör, duydukların sağır eder. En güvendiklerinin bile koltuk ve makam için birbirlerine yaptıklarını seyredersin.

Birbirlerinden nefret ettiklerini bildiğin insanları kol kola, el ele görür senin kulaklarını sağır, gözlerini kör eden o riyakârlıkları yaşamadım mı acaba dersin?

Sen inancınla veya inançsızlığınla kötülüklerden uzak, yalnız kalmak istersin. ALLAH ile veya inandığın her neyse onunla baş başa kalmak.

Çoğu zaman yararlı ve değerli bir şeyler üretmek için belki de yapman gereken en doğru iş kendinle ve inançlarınla baş başa kalmaktır.

En azından çamura bulaşmazsın, en azından vatan, millet, din üzerinden rant elde etmeye kalkışmaz ve kalkışanlardan uzak kalırsın.

Yeter ki kötülük ve yüreksizlik senin içinde olmasın, aksi takdirde tek başına bile olsan oturduğun yerden yakar yıkarsın dünyayı ve
bütün iyi insanları.