Unutur gibi olursun bazen. Bir süre. Ondan önce nasıl akıyorsa öyle akıyor gibi gelir hayat. Bir süre. Başka şeylerle uğraşıp, başka şeylerle heyecanlanıp, başka şeylere üzülürsün. Ama bir süre. Oysa hepsi eksiktir. Her neyle meşgulsen tam da onun ortasında geliverir gülüşü aklına. O an aklını kaybedersin. Elinde bir kaldırım taşıyla polis barikatına doğru koşarken ya da tanımadığın insanlarla özgürlük sloganları atarken ya da kırığı sızlayan koluna daha az sızlayan incinmiş kolunla pres yaparken birden bire aklına geliverir. Ve o an başka her şey anlamsızlaşır. Koşarak onun yanına gitmek istersin. Elinden tutmak, alıp onu, kimsenin kimseye değmediği bir yere kaçırıp, dizlerine yatmak istersin bütün yorgunluklarını diz kapaklarına gömüp. Koşamazsın. Öylece kalakalırsın. Taş elinden düşer. Kolunun sızısı donup kalır. Ne ona gidebilirsin ne bulunduğun yerde kalabilirsin. Onun dışında her şey anlamını yitirir. Sessizce her neredeysen uzaklaşır, ilk gördüğün tekel bayiinden iki tane kırmìzı tuborg alıp parka doğru yol alırsın. Aklında bir tek o, dudaklarında acı bir ıslık, davasına ihanet etmiş ama bundan zerrece pişmanlık duymayan bir suçlu gibi, içine içine akıtırsın akmaktan utanan tüm yaşlarını. Çünkü aşktır bunun adı ve aşk başka her şeyi unutturacak kadar kuvvetli bir gerekçedir. Neye mi? Kendisinden başka her şeye..