“Bitti” der dudakları. İçinde bir şeyler kopar. İnanmak istemezsin. Kabus olduğunu düşünürsün ilk birkaç saniye. Onun uzaklaşan adımlarını ve gözlerinin pınarlarına akseden katreleri hissettiğin zaman bunun gerçek olduğunu farkına varsan da her şey için geçtir. “bitti” sözü yankılanır tam bu anda kulaklarında. Aynı sözcük binlerce defa tekrarlanır zihninin sokaklarında.

Adımlar uzaklaşıyordur ve arkasından seslenirsin. Bunun bir şeyi değiştirmeyeceğini aslında sende çok iyi biliyorsundur fakat umut denen seçmelerden bir çıkar ortaya o anda. Son bir umut der kalbin zihnine. Sen bunu duymazsın. “dur” diye seslenirsin ayrılığın ve terk edilmişliğin gölgesi düşen kırçıllı sesinle. Durmaz bir daha ve seslenirsin belki. Tıpkı nabzı duran bir bedene uygulanan kalp masajı gibidir “dur” diye çıkan tiz çığlıkların. Oysa dursa ne değişecektir ki? Üstelik durmayacağını, yoluna devam edeceğini de bilirsin. Ama her Romeo ve Juliet sahnelenirken Romeo’nun ölüm sahnesinde her defasında dudaklardan çıkan hayır çığlıkları gibi dur der dudakların. Biliyorsundur aslında en başından. Durmayacaktır. Yoluna devam edecektir. Duran sen olursun olduğun yerde.
Bu ayrılık depreminin ilk dakikalarından sonra gözlerine katreler akın eder. İlk şokun ardından bir fırtınadır alır kalbini. Deniz kenarında bir banka oturur “bitti” dersin. Oysa biten nedir ki? Cevap bellidir, aşkın ilk yarısı. Aşk bitmemiştir ve aşk bitmez. Aşkın ikinci yarısı başlamıştır o an. Adı ayrılıktır ve alışmak istemezsin. Çünkü hep aşkı ayrılıkla tanımlayacaksındır zihninde. Her film nasıl finaliyle akıllarda iz bırakıyorsa aşk dendi mi gözyaşların gelecektir aklına onca güzel geçen zamana rağmen.

Asıl aşk şimdi başlıyordur aslında. Asıl yoğun duygular, asıl kaybetmenin gerçek sureti şimdi çıkıyordur ortaya. İlk zamanlar, Gözlerden hiç yaş eksik olmaz diye düşünsen de; gözler ağlamaktan yorulur. Fakat kalp hala sevmeye devam edecektir. Yasak meyve olmuştur o an sevgili çünkü. Sadece güzel yanlarını hatırlarsın, sadece güzel geçirilen zamanları düşünürsün. Geri kalan silinir. Asıl aşk şimdi başlıyordur. Asıl aşk el ele tutuşan iki insan gördüğünde neşrediyordur kalbinde.

Bir bakıma bedellidir bu güzel geçen zamanların. Her şeye rağmen güzel diyebilmek olsa da asıl önemli olan eski günlerin geri gelmesi adına yakınır herkes. Sonuçta onca geçen güzel anıların ardından bu mutsuz tablonun içinden hiç kimse istemez mutlu fotoğrafları avuçlarının içinde saklamayı. Nitekim gitgide ağırlaştığını hissedersin. Fakat tam tersine yavaş yavaş alışıyorsundur. Nasıl ki sabahları günaydın telefonlarına alıştıysan, nasıl ki aniden dudaklarına konan masum öpücüklere alıştıysan buna da alışıyorsundur. Fakat farkında değilsindir.

Aşkın ikinci yarısıdır ayrılık. Aşkı tamamlayandır. Aşk bir filmse finali, aşk bir romansa sonucu, aşk bir müzikse son dizedir ayrılık. Belki de aşka dair her şeyin öğrenildiği bölümdür. Aslında ayrılık, gerçek aşkın zorluklarının hissedildiği, aşkın ne denli ağır bir yük olduğunu görüldüğü bir kısımdır. Ayrılık aşktan ayrılacak bir olay değildir. Ayrılık ve aşk birbirine bağlıdır. Ayrılık yoksa aşkta yoktur çünkü. Aşk sevgi ister ve eğer sevgi varsa ayrılıkta olmalıdır onun kıymetini anlamak adına. Yada O’ zamirine getireceğin farklı isimlerin kıymetini anlamak adına.

Ayrılık aşkın hazan mevsimi gibi görülür. Öyledir de bir bakıma. Sonbaharda ve kıştan sonra nasıl tabiat yeni bir bahara uyanırsa kalpte bu ayrılığın ardından yeni bir aşka uyanacaktır. Ve gene ayrılık olacaktır sonunda. Gene hüzün olacaktır. Çünkü aşkın bir parçasıdır ayrılık. Ayrılık aşkın yarısıdır.