Aldığımız ilk nefesle birçok hikaye üfleriz dünyaya. Hiçbir şeye anlam veremeyiz başta. Öyle sağlam dallara tutunuruz ki, dünyadan korkmayız. Sonra acımasız çark devreye girer; o dalları kırar, kırılırız. Bitsin isteriz bu serüven.
Birden o çıkar karşımıza, sanki yeniden doğarız. Nefes alırız yeniden; bu sefer aşk dolu hikayeler üfleriz dünyaya. Gerçek olmayan bu dünyada gerçek bi’ şey yaşatmak isteriz insanlara. O güler bize; o sever, o korur bizi artık. Yine acımasız çark devreye girer ve duygularımız ve mantığımız arasında kalırız. Gel. Üç harften oluşan eylem ne de zor çıkar ağzımızdan kimi zaman…
Olumsuzluk ekini ekleriz sonuna çoğu zaman. Gitmesini istemeyiz ama gözümüzü kapayıp açana kadar gitmiştir o… O an, zaman kavramına lanet ederiz. Onunla birlikte o aşk dolu hikayeler de boğazımıza dizilir; o aldığımız nefes, boğar bu sefer bizi. O gider ve aradan zaman geçer; o üç harften oluşan eylem, önce cümle sonra paragraf olur. Bir de bakmışız hayatımız olmuş. Başlığı ‘O’ olan kocaman bir hayat.
Biz devam edemeyiz yazmaya bu hikayeyi ve zaman devralır bu görevi. Zaman da tek bir anda kalır. Gelirken gülümsediği an. Zaman da devam edemez yazmaya; durdurur akrep ve yelkovanı. O eylem, öyle sadece bi anı yaşatan ama yaşanmışlıkları bitiren kocaman nokta olmuştur. Dünyanın güzelliklerinden Galata da, deniz kokusu ve boğazıyla İstanbul da, insanlarıyla dolu İstiklal de anlamsız gelir.
O çark onu aldı, o gitti ... hikaye de bitti.