TELİF HAKLARI VE PATENT “Telif Hakları” zekasını ve analitik düşünme yetisini mesleği gereği ya da şahsi amaçlarına erişmekte kullanan kişilerin emeklerinin, bir nevi yansıması olarak ortaya çıkan ürünlerinin mülkiyet haklarına sadık kalmak koşulu ile, kişilerin üretim ve tüketim koşullarını ve bunlarla ilgili davranışlarını belirleyen kanunların bir parçası olarak addedilebilir. Günümüzde sanatın her dalında (müzik, resim, edebiyat, tiyatro, sinema ve türevleri) telif haklarından bahsetmek mümkün olmakla birlikte, patentler, endüstriyel tasarımlar, markalar da telif hakları gibi mülkiyet hakları çerçevesi içerisinde etüd edilmektedir. Son on yıllık zaman süreci içerisinde, teknolojinin getirilerine dayanarak izlenilen politika sonucu giderek yaygınlaşmaya başlayan elektronik dergiler, web sayfaları ve endüstriyel birçok tasarımın telif hakları başlığı altında irdelenmeye başlanması, bu konuyu sonuca bağlanması zor bir duruma sürüklemiştir. Bunun nedeni olarak, telif haklarına ilişkin paydaş kesimin gitgide artış içerisinde olmasını gösterebiliriz. Genellikle, kulağa ve göze hitap eden birçok ürünün paydaşlarından bazıları : okuyucular, izleyiciler, dinleyiciler, yapımcılar, yazarlar, müzisyenler, yazılım uzmanları gibi, telif hakkı kanununun tatbik edilmesinden yükümlü idari ve adli makamlar, telif haklarına ilişkin politikanın gidişatını çizen uluslarası kuruluşlar şeklindedir. Patent ise, telif hakları gibi entelektüel mülkiyet hakları kapsamında değerlendirilmektedir. Mücitlerin, gereksinmelerin sonucu olarak yarattıkları icatların haklarını koruma altına almak adına, gerekli yasal düzenlemeler ortaya konmuştur. Bu düzenlemeler, buluş sahibinin söz konusu ürününü kısıtlı bir zaman aralığında üretme, kullanma, satma veya ihlal etme babında tekel olma ve monopolleşme hakkını onlara sunar. Buluşun tesçillenmesi şeklinde de niteleyebiliriz. Burada asıl parmak basılması ve üzerinde kafa yorulması gereken nokta, patent’in ne olup ne olmadığıdır. Yani, bir buluşun patent ile aidiyet kazanabilmesi için taşıması gereken vasıf ve keyfiyetlerin neler olması gerektiğidir. Telif hakkı, belli parçaları biraraya getirerek orjinale yakın ürünler sunan (besteci, yazar, ressam vb) zatların belirlenmiş bir süreç içinde kanunlar hükmünde maddi ve manevi hakları olarak tanımlanabilir. Bir nevi, plagiarism’i meşru hale getirmek için ödenmesi gereken sus payıda diyebiliriz. Telif hakkının söz konusu olabilmesi için ortada bir eserin bulunması gerekir. Yani, eser dediğimizde aklımıza gelen objektif (somut olması, kafada ki bir firkin telif hakkı alınamaz) , subjektif (sahibinin özelliklerini taşıyabilmesi, bir adam standart bardak formunda yüzlerce bardak üretebilir ama bu bardakların eser olarak ifade edilebilmesi mümkün değildir, ta ki bardağı üreten zat heykeltraş vasfına sahip olana kadar) ve iktisadi bir değere sahip olan bir ürün şeklindedir. Telif hakkı dendiği zaman bireylerin üzerinde yoğunlaştığı inanış, bir yanılsamadan ibaret olan fikirlerin koruma altına alındığı şeklindedir. Aslında, telif hakkı fikirlerden ziyade, fikirlerin ve düşüncelerin ifade ediliş biçimini ve kendine özgü gerçekçiliğini koruma altına almak şeklinde algılanabilir. Telif hakları, kişisel ve toplumsal dinamikler kapsamında belirli gayelere hizmet etme amacı gütmektedir. Kişisel bakış açısı, özgün ürün sahiplerini telif hakları başlığı altında mükafatlandırmak ve yapılan devinimin devamını sağlamaktır. Toplumsal bakış açısı ise, yaratılan bu orjinal sıfatı altındaki eserlerin toplumdaki bireylerin kullanımına ve yararına hizmet eder bir kalıba sokmaktır. Bu kanun, üretilen eserlerin korunup korunmaması babında bir belirteç görevi görür ve kullanıcı ve ürün sahipleri arasında bir balans kurarak bu bireylerin eser üzerinde nasıl bir hakka sahip olduklarını şekillendirir. Fikir ve Sanat Eserleri yasasının 1/B maddesinde geçen, “Sahibinin husisiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri eser olarak ifade edilir” cümlesinde dimağımıza gelen birçok ürünün (bina, otomobil, mücevher, bilgisayar yazılımı ve türevleri) telif hakkı yasasına mutabık olduğunu görürüz. Bu kanun kapsamında, ürünü kamunun kullanımına sunmak, ürün içerisinde ve üzerinde orjinalliğini ve özgünlüğünü olumlu ve olumsuz anlamda bir etkiye maruz bırakacak şekilde değişiklikler yapılmasını men etmek, ürünün küçük düşürücü şekilde bazı organlarda ele alınmasına sekte vurmak gibi haklar, ürün sahibinin manevi haklarından birkaçıdır. Ürünün çoğaltılması ve kopyalanması, halkın kullanımı için uygun ortamın sağlanması, basın yayın organları(özellikle internet) aracılığıyla yayılması, kiralanması gibi hususlar ürün sahibinin ekonomik hakları arasında yer alır. Telif hakları yasasını daha ayrıntılı bir biçimde inceleyecek olursak; Fikir ve Sanat Eserleri yasasının 27. maddesinde geçen “Koruma süresi eser sahibinin yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıl devam eder” cümlesinde eser sahibinin eseri üzerindeki aidiyet hakkının yaşam ve ölüm kriterlerine bağlı olarak 70 yıl olduğunu görürüz. Ama, veritabanlarında herhangi bir değişiklik yapılmadığı sürece bu süre 15 yıl civarındadır. Değişiklik söz konusuysa, değişikliğin olduğu tarih, 15 yıl için milat kabul edilir. “Veri tabanı yapımcısına sağlanan koruma aleniyet tarihinden itibaren onbeş yıldır(Ek Madde 8)” Ayrıca, telif haklarının kamudaki hiyerarşiyi mümkün kılmak adına kısıtlanması da söz konusudur. Mesela, bir cinayet işlendiği anda suçlunun tespit edilmesine yönelik çekilen fotoğraflar sahibinin müsaade edip etmeme durumuna bağımlı kalmaksızın delil olarak gerekli adli kurumlar tarafından kullanılabilir. Birde, yayınlanan eserlerin eğitim ve araştırma gayesi ile kullanımı konusunda telif hakları yasası uyarınca spesifik bir kısıtlama söz konusu değildir. Örneğin, ben ve arkadaşım üniversitemizin makale sitesini yeniden oluşturduk ve dizaynı açısından kullanımda olan bir sitenin template ini telif hakkı ödemeden sitemize entegre edebildik. Çünkü, maddi bir beklenti içerisinde olmadığımız sadece eğitim ve araştırmaya yönelik bir uygulamanın parçası olduğumuz aşikardı. “Yayımlanmış bir eserin, tüm eğitim ve öğretim kurumlarında, yüzyüze eğitim ve öğretim maksadıyla doğrudan veya dolaylı kar amacı gütmeksizin temsili, eser sahibinin ve eserin adının mutat şekilde açıklanması şartıyla serbesttir (Madde 33)” Telif hakları ulusal ve uluslararası yasalara tabi tutularak şekillenir. Yani, eser sahiplerinin telif hakkından istifade edebilmesi için telif hakkı yasasının yürülükte olduğu ülkelerin vatandaşı konumunda olması gerekir. Örneğin, Kuzey Kore vatandaşıysanız yayınladığınız bir eserin kopyalanması ve çoğaltılması durumunda talep edeceğiniz maddi ve manevi beklentilerinize karşılık bulmanız yok denilebilecek kadar azdır. Çünkü, Kuzey Kore telif haklarını tanıma konusunda katı bir tutum sergilemektedir. Türkiye’de telif hakları 1951 yılında yürürlüğe giren ve yukarıda bahsi geçen Fikir ve Sanat Eserleri (FSEK) ile tertip edilmektedir. Bu kanun, mali ve manevi olmak üzere iki ana başlık altında eser sahiplerine tanınan haklar dışında, ilim ve edebiyat eserlerini (bilgisayar yazılımları da dahil olmak üzere), müzik eserleri, güzel sanat eserleri ve sinema eserlerini konu edinmektedir. Uluslararası bir mertebeye sahip Bern Konvansiyonu ise yaklaşık tüm ülkelerin telif hakları düzenlemeleri üzerinde söz sahibidir. Çoğu ülke, Dünya Entelektüel Mülkiyet Örgütü Telif Hakları (World Intellectual Property Organization) antlaşmasını tanımaktadır ve içeriği konusunda hemfikirdir. Avrupa Birliği(AB) 2001 yılında telif hakları konusunda AB üyesi ülkeler arasında gerekli balansın sağlanması ve yasaklara gem vurmak adına çıkarılan yönerge taslaklarını 2002 yılında yönetmeliğe dönüştürmüştür. Telif haklarını şekillendiren yasaların tümünde “Adil ve Dürüst kullanım” şeklinde başlayan sözcük öbekleri barınmaktadır. Yani, telif hakkının sahibinin menfaatleri üzerinde yıkıcı eylemler icra etmeden eserden faydalanmak şeklinde düşünülebilir. Diğer bir anlamda eğitim-öğretim ve kişisel erekler kapsamında kullanım grubuna dahil edilebilir. Fikir ve Sanat Eserleri kanunun 71. maddesine gore hak sahibinin izni olmaksızın çoğaltılan, dağıtılan ve kiralanan eserlerde başrol oynayan kişiler hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adli para cezası hükmü getirilmiştir. ”Bir eseri,…………kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.” Biraz da, telif hakkını internetle ilişkilendirerek konuya farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum. Günümüzde elektronik yayınların kullanımı giderek hızlı bir şekilde yaygınlaşmaktadır. Beraberinde, doğru orantılı olarak telif hakkı ihlali de artmaya başlamaktadır. Eserlerin, internet gibi sayısal ortamlara aktarılmasıyla geniş kitlelere ulaşması konusunda ince bir çizgi vardır. İnternetteki herhangi bir eser çok kolay bir şekilde çoğaltılabiliyor ve kopyalanabiliyor. Eserlerinin çoğaltılması ve kopyalanması durumunda mağdur durumunda bulunan eser sahibi ise, telif haklarını ihlal eden kişilerin küresel ortamda farklı ulusal kanunlar ile nasıl yargılanması gerektiği sorunsalında ne yapacağını bilmemektedir. Telif hakları, kanımca sağlam bir ekonominin alt yapısı olma yolunda, bilgi teknolojilerinin kullanımındaki artışla ilişkili olarak hızlı adımlarla yol almaktadır. Aslında, istediği bir esere ve bilgiye kolayca ulaşabilmek kullanıcılar için, eserlerini pazarlayabilmek için de yazarlar için internet büyük bir getiri kaynağı olmakla beraber, telif hakları konusunda yazarların ve eser sahibinin hışmına da uğrayabiliyor. Telif hakkı konusunda internetin sahibinin olmaması veya diğer bir anlamda bir şarteli olsa da indirsek şeklinde bir benzetmeyi mümkün kılmadığı için yasal düzenlemeleri zorlaştırması söz konusudur. Ayrıca, internet ortamında, herhangi bir hak tecavüzünde saldırıyı yapanın saptanması ve ifşa edilmesine ilişkin sorunlar bulunmaktadır. Son olarak, internetin özgür bir ortam olarak addedilmesi telif hakları ihlalini kolaylaştırıcı bir unsur olarak sayılabilir. Bu nedenlerden dolayı, hala birçok tartışmaya konu olan bu telif hakkının, internetin söz sahibi olduğu bu günümüzde olumlu anlamda düzlüğe çıkabilmesi zor gibi görünüyor. Patent konusu da, telif hakları gibi, her ülkenin kendilerine özgü yasalarıyla düzenlenmiştir. Telif hakkının aksine, buluş sahibinin icat üzerindeki patent hakkı genellikle 20 yıl boyunca devam eder ama bazı ülkelerde (Fransa gibi), kamunun çıkarlarına gereğinden fazla hizmet ettiği düşünülen buluşların patent hakkı ise yaklaşık 6 yıllık bir süreyi kapsar. Ayrıca kimi ülkelerde, patent’in sürekliliğini sağlamak adına makul bir miktar ücretin sistemli bir şekilde ödenme mecburiyeti vardır. Bu ücret ödenmediği takdirde, bu buluşun herkes tarafından kullanılma hakkı doğar. Patent’in verilmesi hususunda göz önüne alınan kriterlerden ilki, uzmanların analizleri sonucunda, buluşun daha önceden yapılmamış olduğuna kanaat getirmektir. Türkiyede ki patent uygulaması 1980 tarihinde yürürlüğe giren İhtira Beratı kanunu ile vücut kazanmıştır. Bu kanun, Fransanın patent konusundaki uygulamalarını baz alarak hazırlanmış olup, bazı tarihlerde kanun üzerinde değişikliğe gidilerek yeni bir görünüme bürünmüştür. Bu kanunda, patent başvurusu yapmak isteyen kişilerin Sanayi ve Ticaret bakanlığına müracaat etmeleri gerektiği açık bir şekilde belirtilmiştir. Patentin verilebilmesi için buluşun sanayide kullanılabilitesi, yenilik vasfını sahiplenebilmesi ve uygulanabilir olması gibi değişik ön koşullar aranmaktadır. Başvuranın isteğine bağlı olarak alınan patentin süresi 5,10 ve 15 yıl arasında değişiklik gösterebilir. Patent, buluş sahibinin, istekleri doğrultusunda, üretilen ürünün satma, ithal etme, üretme ve kullanılma süreleri konusunda söz sahibi kılınmasını sağlar. Ananevi bir jargon içerisinde mülkiyet hakkı olarak da telaffuz edilebilir. Patent, kimyasal bileşikler, araçlar, makineler ve birçok çeşit üretim methodlarının güvence altında tutulmasına imkan sağlar. Patent yasalarının edindiği amaçlar, buluş yapmayı, özgün ve orjinal fikirleri pratiğe dökme babında güvence çerçevesi içinde yapılan eylemin sürekliliğini artırmakta teşvik edici bir rol üstlenmektir. Ayrıca, buluşların teknik açıdan bir süzgeçten geçirilip harmanlanarak, sanayi de kullanıma sunulması sonucunda, ülkelerin teknik, ekonomik ve sosyal gelişim sürecine katkı sağlamaları hedeflenir. Dikkat edersek, gelişmiş ülkelerde ki patent sayısı bu düşüncenin doğruluğunu kanıtlar niteliktedir. Türk Patent Enstitüsü, başvuru yapan bireye kendi buluşunu mevcut patentler ile kıyaslama imkanı sunarak, farklılıklar ve benzerlikleri idrak edebilme olanağı tanır. Böylece, başvuran kişi yeni bir buluşun oluşumuna katkıda bulunup bulunmadığı yönünde fikir sahibi olur. Bilimsel teoriler, edebiyat ve sanat eserleri, bilim eserleri, bitki veya hayvan türleri, matematik methodları, keşifler gibi konularda yapılanlar,buluş niteliğinde olmadığı için patent ile güvence altına alınması söz konusu değildir. Sonuç olarak, ülkemizde hala sorun teşkil eden bir pozisyonda olan ve mantık çerçevesi içerisinde kurgulanması ve düzenlenmesi gerektiğine inandığım telif hakkının tam anlamıyla randımanlı bir şekilde kullanıcılara ve eser sahiplerine hak ve hukukun gerektirdiklerine bağlı kalarak hitap edebilmesi için uzun yılların geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela, Türkiye de telif hakkı dendiği zaman ilk akla gelen kavramlardan biri müzik endüstrisidir. Türkiye’de en sıkı uygulaması müzik eserlerinin mekanik çoğaltılmasında görülür. Bir müzik eserini meslek birliklerine telifini ödemeden, çoğaltıp ticari ortama koymak için gereken bandrolü alamazsınız. Oysa sinema eserini vcd, dvd vb. olarak çoğaltmak için yönetmen, senarist ve besteciden noter onaylı muvaffakatnameniz varsa telif melif ödemeden istediğiniz sayıda çoğaltacak bandrolü alırsınız. Bu, Türk kanunlarının sinema eserini müzik eserinden farklı bir kefeye koymasından dolayıdır. Burada, telif kanunundaki müzik eseri çoğaltma maddesi filmin müziğini de kapsamakta iken, diğer bir maddede sinema eseri ayrı tutulmuş ve çoğaltımı ayrı bir düzenlemeyle meslek birlikleri yerine direkt olarak kültür bakanlığının kontrolüne verilmiştir. Bu yüzdendir ki içinde 20 besteci bulunan bir filmin vcd çoğaltımı için yalnızca jeneriğini besteleyen kişiden alınacak muvaffakatname yeterli görülmektedir. Böylece son derece haksız ve dünyada eşi görülmemiş bir korsan uygulama yasal yoldan sürmektedir. Gazetelerin verdiği vcd’lerin yasal ama bu kadar ucuz olmasının nedeni budur. Yani vcd/dvd çoğaltım telifleri olması gerektiği gibi ödenmemektedir. Kitap çoğaltımında da ilgili meslek birliğinin kontrolü aranmamaktadır. Yani beyana dayalı sınırsız çoğaltma yapılabilmektedir. Üstelik müzik çoğaltma bandrolü yalnızca fabrikalara kotrollü olarak sayıyla verilirken kitap bandrolü yayımcının eline takdim edilmektedir. Yazardan muvaffakatname bile istenmemesi şaşırtıcıdır. Tüm bunlar, ülkemizdeki telif hakkı kanununun sağlam temeller üzerine oturmamasını ve hissedilen çarpıklığını gözler önüne seriyor. Mesam Sitesine Hoşgeldiniz sitesinin aldığı hitlerin azlığından da halkımızın telif hakları sözcük öbeğine bakış açısı hakkında gerekli fikirleri edinebiliriz. Patent konusunda ise olumlu ve olumsuzluk örneklerle yazıma son vereceğim. Bir firmada çalışıyor ve gen araştırması yapıyorsunuz, gen dizilişlerinden hastalıkları teşhis etmeye çalışıyorsunuz. Sonra kanser testinde kullanılabilecek bir dizilim buluyorsunuz. Bu bulduğunuz gen dizilimini bir güzel patentliyorsunuz ve böylece, insan vücudunun kodları bir firmanın mülkiyetine geçmiş oluyor. Sonra ne oluyor ? Ben kanserle ilgili araştırma yaparken bu dizilimi kullanacaksam eğer, bulan firmaya patent hakkı ödemek zorunda kalıyorum. Burada anlatmak istediğim, bu konu insanlik ve gelişim açısından faydadan cok daha fazla zarar getirebilir. Örneğin, herhangi bir sektörde çoğunlukla rekabeti engelleyerek tekel olmaya çalışmak, zeka ve çalışkanlık ile bükülemeyen bilekleri mahkeme yoluyla bükmek, ilaç sektörüne başka üreticilerin girmesini engelleyerek ilaç fiyatlarını yüksek tutma amaçlı kullanılabilir. Patentlerin, gelişim ve ilerleme adına insanların hayatlarına sekte vurduğu tartışmasızdır. Ayrıca, adı üzerinde bir hak olduğu için, emeğe saygı klişesi altında, fikirlerin yaratıcılarına gerekli değeri maddi ve manevi açıdan verebilmek adına oluşturulmuş bir kanunlar bütünüdür. Referanslar Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) : FKR VE SANAT ESERLER KANUNU Acun, Ramazan. “İnternet ve Telif Hakları”, Bilgi Dünyası, Acun, Ramazan. “Yeni Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu“, İLESAM Bülteni, Karaahmet, Erdoğan. “Bilgi Kaynağı Olarak Patentler, Markalar ve Türk Patent Enstitüsü,” Türk Kütüphaneciliği, Sağsan, Mustafa.”Sanal alemde hak arayışları: Internet’te telif hakkı sorununun boyutlarına kısa bir bakış” Wikipedia, the free encyclopedia Uğur BilgenTELİF HAKLARI VE PATENT “Telif Hakları” zekasını ve analitik düşünme yetisini mesleği gereği ya da şahsi amaçlarına erişmekte kullanan kişilerin emeklerinin, bir nevi yansıması olarak ortaya çıkan ürünlerinin mülkiyet haklarına sadık kalmak koşulu ile, kişilerin üretim ve tüketim koşullarını ve bunlarla ilgili davranışlarını belirleyen kanunların bir parçası olarak addedilebilir. Günümüzde sanatın her dalında (müzik, resim, edebiyat, tiyatro, sinema ve türevleri) telif haklarından bahsetmek mümkün olmakla birlikte, patentler, endüstriyel tasarımlar, markalar da telif hakları gibi mülkiyet hakları çerçevesi içerisinde etüd edilmektedir. Son on yıllık zaman süreci içerisinde, teknolojinin getirilerine dayanarak izlenilen politika sonucu giderek yaygınlaşmaya başlayan elektronik dergiler, web sayfaları ve endüstriyel birçok tasarımın telif hakları başlığı altında irdelenmeye başlanması, bu konuyu sonuca bağlanması zor bir duruma sürüklemiştir. Bunun nedeni olarak, telif haklarına ilişkin paydaş kesimin gitgide artış içerisinde olmasını gösterebiliriz. Genellikle, kulağa ve göze hitap eden birçok ürünün paydaşlarından bazıları : okuyucular, izleyiciler, dinleyiciler, yapımcılar, yazarlar, müzisyenler, yazılım uzmanları gibi, telif hakkı kanununun tatbik edilmesinden yükümlü idari ve adli makamlar, telif haklarına ilişkin politikanın gidişatını çizen uluslarası kuruluşlar şeklindedir. Patent ise, telif hakları gibi entelektüel mülkiyet hakları kapsamında değerlendirilmektedir. Mücitlerin, gereksinmelerin sonucu olarak yarattıkları icatların haklarını koruma altına almak adına, gerekli yasal düzenlemeler ortaya konmuştur. Bu düzenlemeler, buluş sahibinin söz konusu ürününü kısıtlı bir zaman aralığında üretme, kullanma, satma veya ihlal etme babında tekel olma ve monopolleşme hakkını onlara sunar. Buluşun tesçillenmesi şeklinde de niteleyebiliriz. Burada asıl parmak basılması ve üzerinde kafa yorulması gereken nokta, patent’in ne olup ne olmadığıdır. Yani, bir buluşun patent ile aidiyet kazanabilmesi için taşıması gereken vasıf ve keyfiyetlerin neler olması gerektiğidir. Telif hakkı, belli parçaları biraraya getirerek orjinale yakın ürünler sunan (besteci, yazar, ressam vb) zatların belirlenmiş bir süreç içinde kanunlar hükmünde maddi ve manevi hakları olarak tanımlanabilir. Bir nevi, plagiarism’i meşru hale getirmek için ödenmesi gereken sus payıda diyebiliriz. Telif hakkının söz konusu olabilmesi için ortada bir eserin bulunması gerekir. Yani, eser dediğimizde aklımıza gelen objektif (somut olması, kafada ki bir firkin telif hakkı alınamaz) , subjektif (sahibinin özelliklerini taşıyabilmesi, bir adam standart bardak formunda yüzlerce bardak üretebilir ama bu bardakların eser olarak ifade edilebilmesi mümkün değildir, ta ki bardağı üreten zat heykeltraş vasfına sahip olana kadar) ve iktisadi bir değere sahip olan bir ürün şeklindedir. Telif hakkı dendiği zaman bireylerin üzerinde yoğunlaştığı inanış, bir yanılsamadan ibaret olan fikirlerin koruma altına alındığı şeklindedir. Aslında, telif hakkı fikirlerden ziyade, fikirlerin ve düşüncelerin ifade ediliş biçimini ve kendine özgü gerçekçiliğini koruma altına almak şeklinde algılanabilir. Telif hakları, kişisel ve toplumsal dinamikler kapsamında belirli gayelere hizmet etme amacı gütmektedir. Kişisel bakış açısı, özgün ürün sahiplerini telif hakları başlığı altında mükafatlandırmak ve yapılan devinimin devamını sağlamaktır. Toplumsal bakış açısı ise, yaratılan bu orjinal sıfatı altındaki eserlerin toplumdaki bireylerin kullanımına ve yararına hizmet eder bir kalıba sokmaktır. Bu kanun, üretilen eserlerin korunup korunmaması babında bir belirteç görevi görür ve kullanıcı ve ürün sahipleri arasında bir balans kurarak bu bireylerin eser üzerinde nasıl bir hakka sahip olduklarını şekillendirir. Fikir ve Sanat Eserleri yasasının 1/B maddesinde geçen, “Sahibinin husisiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri eser olarak ifade edilir” cümlesinde dimağımıza gelen birçok ürünün (bina, otomobil, mücevher, bilgisayar yazılımı ve türevleri) telif hakkı yasasına mutabık olduğunu görürüz. Bu kanun kapsamında, ürünü kamunun kullanımına sunmak, ürün içerisinde ve üzerinde orjinalliğini ve özgünlüğünü olumlu ve olumsuz anlamda bir etkiye maruz bırakacak şekilde değişiklikler yapılmasını men etmek, ürünün küçük düşürücü şekilde bazı organlarda ele alınmasına sekte vurmak gibi haklar, ürün sahibinin manevi haklarından birkaçıdır. Ürünün çoğaltılması ve kopyalanması, halkın kullanımı için uygun ortamın sağlanması, basın yayın organları(özellikle internet) aracılığıyla yayılması, kiralanması gibi hususlar ürün sahibinin ekonomik hakları arasında yer alır. Telif hakları yasasını daha ayrıntılı bir biçimde inceleyecek olursak; Fikir ve Sanat Eserleri yasasının 27. maddesinde geçen “Koruma süresi eser sahibinin yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıl devam eder” cümlesinde eser sahibinin eseri üzerindeki aidiyet hakkının yaşam ve ölüm kriterlerine bağlı olarak 70 yıl olduğunu görürüz. Ama, veritabanlarında herhangi bir değişiklik yapılmadığı sürece bu süre 15 yıl civarındadır. Değişiklik söz konusuysa, değişikliğin olduğu tarih, 15 yıl için milat kabul edilir. “Veri tabanı yapımcısına sağlanan koruma aleniyet tarihinden itibaren onbeş yıldır(Ek Madde 8)” Ayrıca, telif haklarının kamudaki hiyerarşiyi mümkün kılmak adına kısıtlanması da söz konusudur. Mesela, bir cinayet işlendiği anda suçlunun tespit edilmesine yönelik çekilen fotoğraflar sahibinin müsaade edip etmeme durumuna bağımlı kalmaksızın delil olarak gerekli adli kurumlar tarafından kullanılabilir. Birde, yayınlanan eserlerin eğitim ve araştırma gayesi ile kullanımı konusunda telif hakları yasası uyarınca spesifik bir kısıtlama söz konusu değildir. Örneğin, ben ve arkadaşım üniversitemizin makale sitesini yeniden oluşturduk ve dizaynı açısından kullanımda olan bir sitenin template ini telif hakkı ödemeden sitemize entegre edebildik. Çünkü, maddi bir beklenti içerisinde olmadığımız sadece eğitim ve araştırmaya yönelik bir uygulamanın parçası olduğumuz aşikardı. “Yayımlanmış bir eserin, tüm eğitim ve öğretim kurumlarında, yüzyüze eğitim ve öğretim maksadıyla doğrudan veya dolaylı kar amacı gütmeksizin temsili, eser sahibinin ve eserin adının mutat şekilde açıklanması şartıyla serbesttir (Madde 33)” Telif hakları ulusal ve uluslararası yasalara tabi tutularak şekillenir. Yani, eser sahiplerinin telif hakkından istifade edebilmesi için telif hakkı yasasının yürülükte olduğu ülkelerin vatandaşı konumunda olması gerekir. Örneğin, Kuzey Kore vatandaşıysanız yayınladığınız bir eserin kopyalanması ve çoğaltılması durumunda talep edeceğiniz maddi ve manevi beklentilerinize karşılık bulmanız yok denilebilecek kadar azdır. Çünkü, Kuzey Kore telif haklarını tanıma konusunda katı bir tutum sergilemektedir. Türkiye’de telif hakları 1951 yılında yürürlüğe giren ve yukarıda bahsi geçen Fikir ve Sanat Eserleri (FSEK) ile tertip edilmektedir. Bu kanun, mali ve manevi olmak üzere iki ana başlık altında eser sahiplerine tanınan haklar dışında, ilim ve edebiyat eserlerini (bilgisayar yazılımları da dahil olmak üzere), müzik eserleri, güzel sanat eserleri ve sinema eserlerini konu edinmektedir. Uluslararası bir mertebeye sahip Bern Konvansiyonu ise yaklaşık tüm ülkelerin telif hakları düzenlemeleri üzerinde söz sahibidir. Çoğu ülke, Dünya Entelektüel Mülkiyet Örgütü Telif Hakları (World Intellectual Property Organization) antlaşmasını tanımaktadır ve içeriği konusunda hemfikirdir. Avrupa Birliği(AB) 2001 yılında telif hakları konusunda AB üyesi ülkeler arasında gerekli balansın sağlanması ve yasaklara gem vurmak adına çıkarılan yönerge taslaklarını 2002 yılında yönetmeliğe dönüştürmüştür. Telif haklarını şekillendiren yasaların tümünde “Adil ve Dürüst kullanım” şeklinde başlayan sözcük öbekleri barınmaktadır. Yani, telif hakkının sahibinin menfaatleri üzerinde yıkıcı eylemler icra etmeden eserden faydalanmak şeklinde düşünülebilir. Diğer bir anlamda eğitim-öğretim ve kişisel erekler kapsamında kullanım grubuna dahil edilebilir. Fikir ve Sanat Eserleri kanunun 71. maddesine gore hak sahibinin izni olmaksızın çoğaltılan, dağıtılan ve kiralanan eserlerde başrol oynayan kişiler hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adli para cezası hükmü getirilmiştir. ”Bir eseri,…………kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.” Biraz da, telif hakkını internetle ilişkilendirerek konuya farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum. Günümüzde elektronik yayınların kullanımı giderek hızlı bir şekilde yaygınlaşmaktadır. Beraberinde, doğru orantılı olarak telif hakkı ihlali de artmaya başlamaktadır. Eserlerin, internet gibi sayısal ortamlara aktarılmasıyla geniş kitlelere ulaşması konusunda ince bir çizgi vardır. İnternetteki herhangi bir eser çok kolay bir şekilde çoğaltılabiliyor ve kopyalanabiliyor. Eserlerinin çoğaltılması ve kopyalanması durumunda mağdur durumunda bulunan eser sahibi ise, telif haklarını ihlal eden kişilerin küresel ortamda farklı ulusal kanunlar ile nasıl yargılanması gerektiği sorunsalında ne yapacağını bilmemektedir. Telif hakları, kanımca sağlam bir ekonominin alt yapısı olma yolunda, bilgi teknolojilerinin kullanımındaki artışla ilişkili olarak hızlı adımlarla yol almaktadır. Aslında, istediği bir esere ve bilgiye kolayca ulaşabilmek kullanıcılar için, eserlerini pazarlayabilmek için de yazarlar için internet büyük bir getiri kaynağı olmakla beraber, telif hakları konusunda yazarların ve eser sahibinin hışmına da uğrayabiliyor. Telif hakkı konusunda internetin sahibinin olmaması veya diğer bir anlamda bir şarteli olsa da indirsek şeklinde bir benzetmeyi mümkün kılmadığı için yasal düzenlemeleri zorlaştırması söz konusudur. Ayrıca, internet ortamında, herhangi bir hak tecavüzünde saldırıyı yapanın saptanması ve ifşa edilmesine ilişkin sorunlar bulunmaktadır. Son olarak, internetin özgür bir ortam olarak addedilmesi telif hakları ihlalini kolaylaştırıcı bir unsur olarak sayılabilir. Bu nedenlerden dolayı, hala birçok tartışmaya konu olan bu telif hakkının, internetin söz sahibi olduğu bu günümüzde olumlu anlamda düzlüğe çıkabilmesi zor gibi görünüyor. Patent konusu da, telif hakları gibi, her ülkenin kendilerine özgü yasalarıyla düzenlenmiştir. Telif hakkının aksine, buluş sahibinin icat üzerindeki patent hakkı genellikle 20 yıl boyunca devam eder ama bazı ülkelerde (Fransa gibi), kamunun çıkarlarına gereğinden fazla hizmet ettiği düşünülen buluşların patent hakkı ise yaklaşık 6 yıllık bir süreyi kapsar. Ayrıca kimi ülkelerde, patent’in sürekliliğini sağlamak adına makul bir miktar ücretin sistemli bir şekilde ödenme mecburiyeti vardır. Bu ücret ödenmediği takdirde, bu buluşun herkes tarafından kullanılma hakkı doğar. Patent’in verilmesi hususunda göz önüne alınan kriterlerden ilki, uzmanların analizleri sonucunda, buluşun daha önceden yapılmamış olduğuna kanaat getirmektir. Türkiyede ki patent uygulaması 1980 tarihinde yürürlüğe giren İhtira Beratı kanunu ile vücut kazanmıştır. Bu kanun, Fransanın patent konusundaki uygulamalarını baz alarak hazırlanmış olup, bazı tarihlerde kanun üzerinde değişikliğe gidilerek yeni bir görünüme bürünmüştür. Bu kanunda, patent başvurusu yapmak isteyen kişilerin Sanayi ve Ticaret bakanlığına müracaat etmeleri gerektiği açık bir şekilde belirtilmiştir. Patentin verilebilmesi için buluşun sanayide kullanılabilitesi, yenilik vasfını sahiplenebilmesi ve uygulanabilir olması gibi değişik ön koşullar aranmaktadır. Başvuranın isteğine bağlı olarak alınan patentin süresi 5,10 ve 15 yıl arasında değişiklik gösterebilir. Patent, buluş sahibinin, istekleri doğrultusunda, üretilen ürünün satma, ithal etme, üretme ve kullanılma süreleri konusunda söz sahibi kılınmasını sağlar. Ananevi bir jargon içerisinde mülkiyet hakkı olarak da telaffuz edilebilir. Patent, kimyasal bileşikler, araçlar, makineler ve birçok çeşit üretim methodlarının güvence altında tutulmasına imkan sağlar. Patent yasalarının edindiği amaçlar, buluş yapmayı, özgün ve orjinal fikirleri pratiğe dökme babında güvence çerçevesi içinde yapılan eylemin sürekliliğini artırmakta teşvik edici bir rol üstlenmektir. Ayrıca, buluşların teknik açıdan bir süzgeçten geçirilip harmanlanarak, sanayi de kullanıma sunulması sonucunda, ülkelerin teknik, ekonomik ve sosyal gelişim sürecine katkı sağlamaları hedeflenir. Dikkat edersek, gelişmiş ülkelerde ki patent sayısı bu düşüncenin doğruluğunu kanıtlar niteliktedir. Türk Patent Enstitüsü, başvuru yapan bireye kendi buluşunu mevcut patentler ile kıyaslama imkanı sunarak, farklılıklar ve benzerlikleri idrak edebilme olanağı tanır. Böylece, başvuran kişi yeni bir buluşun oluşumuna katkıda bulunup bulunmadığı yönünde fikir sahibi olur. Bilimsel teoriler, edebiyat ve sanat eserleri, bilim eserleri, bitki veya hayvan türleri, matematik methodları, keşifler gibi konularda yapılanlar,buluş niteliğinde olmadığı için patent ile güvence altına alınması söz konusu değildir. Sonuç olarak, ülkemizde hala sorun teşkil eden bir pozisyonda olan ve mantık çerçevesi içerisinde kurgulanması ve düzenlenmesi gerektiğine inandığım telif hakkının tam anlamıyla randımanlı bir şekilde kullanıcılara ve eser sahiplerine hak ve hukukun gerektirdiklerine bağlı kalarak hitap edebilmesi için uzun yılların geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela, Türkiye de telif hakkı dendiği zaman ilk akla gelen kavramlardan biri müzik endüstrisidir. Türkiye’de en sıkı uygulaması müzik eserlerinin mekanik çoğaltılmasında görülür. Bir müzik eserini meslek birliklerine telifini ödemeden, çoğaltıp ticari ortama koymak için gereken bandrolü alamazsınız. Oysa sinema eserini vcd, dvd vb. olarak çoğaltmak için yönetmen, senarist ve besteciden noter onaylı muvaffakatnameniz varsa telif melif ödemeden istediğiniz sayıda çoğaltacak bandrolü alırsınız. Bu, Türk kanunlarının sinema eserini müzik eserinden farklı bir kefeye koymasından dolayıdır. Burada, telif kanunundaki müzik eseri çoğaltma maddesi filmin müziğini de kapsamakta iken, diğer bir maddede sinema eseri ayrı tutulmuş ve çoğaltımı ayrı bir düzenlemeyle meslek birlikleri yerine direkt olarak kültür bakanlığının kontrolüne verilmiştir. Bu yüzdendir ki içinde 20 besteci bulunan bir filmin vcd çoğaltımı için yalnızca jeneriğini besteleyen kişiden alınacak muvaffakatname yeterli görülmektedir. Böylece son derece haksız ve dünyada eşi görülmemiş bir korsan uygulama yasal yoldan sürmektedir. Gazetelerin verdiği vcd’lerin yasal ama bu kadar ucuz olmasının nedeni budur. Yani vcd/dvd çoğaltım telifleri olması gerektiği gibi ödenmemektedir. Kitap çoğaltımında da ilgili meslek birliğinin kontrolü aranmamaktadır.