Babası.................... : Fâtih Sultan Mehmed Han
Annesi.................... : Sitti Mükrime Hâtûn
Doğumu.................. : 3 Aralık 1447
Vefâtı...................... : 26 Mayıs 1512
Tahta Geçişi............ : 21 Mayıs 1481
Saltanat Müddeti..... : 31 sene
Sekizinci Osmanlı pâdişâhı. Fâtih Sultan Mehmed Han’ın büyük oğlu olup, 3 Aralık 1447’de Sitti Mükrime Hâtun’dan doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla yetiştirilen şehzâde Bâyezîd, devrin en mümtaz âlimleri elinde tahsil gördü. Yedi yaşında iken, Amasya beylerbeyi Hadım Ali Paşa nezâretinde Amasya vâlisi oldu.
Amasya, Selçuklular devrinden beri önemli bir ilim ve kültür merkezi idi. Bir pâdişâh adayının yetişmesi için, bu vilâyette bütün şartlar müsaitti. Bölgede öteden beri büyük âlimler yetiştiği gibi, ihtiyâç duyulan sahalarda da hâriçten âlimler getirilirdi. Şehzâde Bâyezîd; Amasya’da üst seviyede devlet görevlilerinden olan lalası Hadım Ali Paşa, nişancısı Kemâleddîn Ahmed Çelebi, defterdârı Hacı Mahmûd Çelebizâde Sa’deddîn Çelebi, dîvân kâtibi Sa’dî Çelebi nezâretinde ilmini arttırıp, idarecilik bilgilerini geliştirdi. Seyyid Sadreddîn Muhammed Horasanî ve Zeynüddîn Hâfî hazretlerinin halîfelerinden Abdürrahîm Merzifonî’nin sohbetlerinde bulundu. Amasya müftîsi Zeynüddîn Halil Çelebi ve vefâtını müteakip yerine geçen oğlu Muslihiddîn Mustafa Efendi, yeni nişancısı Müeyyedzâde Ali Çelebi, Çandarlızâde Tâceddîn İbrâhim Çelebi, Muslihzâde Kâdı Şemseddîn Mehmed Çelebi, Muhyiddîn Mehmed Çelebi ile kardeşi Selâhaddîn Mûsâ Çelebi ve Hatîb Molla Kâsım’dan ilim öğrendi. Şeyh Hamdullah Agâh’dan hat dersleri aldı. Seyyid Sadreddîn Muhammed’in oğlu ve halîfesi olan ve babam diye bahsettiği Seyyid İbrâhim Çelebi’yi ikâmet yeri olan Amasya yakınlarındaki Yenice köyünde ziyaret edip, ilminden istifâde etti. Çelebi Halîfe adıyla meşhur Cemâl-i Halvetî’nin ve Ebüssü’ûd Efendi’nin babası Yavsı Şeyh nâmıyla meşhur Muhyiddîn İskilîbî gibi büyük evliyâ zâtların duâlarına kavuştu. Bütün ilim dallarında bilgi sahibi oldu. Türkçe’den başka, Arabça, Farsça ve Uygurca’yı öğrendi. Maiyyetine verilen kumandan ve cengâverlerden silâh tâlimlerini, ata binip ok atmasını öğrendi. İdarecilikte mahir hâle geldi. Daha şehzâdeliğinde faydalı işler yapıp, hayırlara vesile oldu. Garîblerin, kimsesizlerin duâsını aldı. Çelebi Halîfe, sultân olacağını Allahü teâlânın izniyle kırk gün önceden haber verdi ve çok duâ etti.
Babası Fâtih Sultan Mehmed Han’ın 3 Mayıs 1481 târihinde sefere giderken Gebze’de vefâtı üzerine, İstanbul’a davet edildi. Zamanın vezîriâzamı Karamânî Mehmed Paşa, şehzâde Cem’in saltanata geçmesini istiyordu. Fakat devlet merkezindeki tercihe uyarak Amasya vâlisi bulunan şehzâde Bâyezîd’e Keklik Mustafa Çavuş ile haber gönderdi. Bu arada gizlice Cem Sultan’a da haber göndermişti. Bu haberci, Anadolu beylerbeyi ve Bâyezîd’in damadı olan Sinân Paşa tarafından yakalandı ise de, Cem Sultan babasının ölümünü, vukûundan dört gün sonra öğrenmiş bulunuyordu. Yeniçeriler durumu öğrenince, ayaklanarak vezîriâzamı öldürdüler. İstanbul’da bulunan Bâyezîd’in üçüncü oğlu Şehzâde Korkut’u saltanat naibi îlân ederek, bî’at ettiler. Sultan Bâyezîd, Amasya’dan gelinceye kadar şehzâde Korkut saltanat nâibliği yaptı.
Sultan Bâyezîd tahta geçer geçmez, babasının cenaze merasimi ile ilgilendi. Vefâ Konevî’nin imâmlığında, müezzinlerin, “Er kişi niyetine” nidaları arasında başlanan cenaze namazı, gözyaşları arasında bitti. Kendi yaptırdığı Fâtih Câmii’nin kıble cihetine defnedildi. Bu arada Konya vâlisi olan kardeşi şehzâde Cem, kendisine tarafdâr olan vezîriâzamın öldürüldüğünü öğrenince, 28 Mayıs’ta Bursa’yı işgal ederek, sultanlığını îlân etti. Yirmi üç gün Bursa’da saltanat süren Cem Sultan, kendi adına hutbe okutarak, para bastırdı.
Bâzı zarurî işleri hâlleden sultan Bâyezîd, kardeşi Cem mes’elesini neticelendirmek istedi. Cem Sultan tarafından gelen memleketi paylaşma teklifini reddetti. 20 Haziran’da iki kardeş arasında, Bursa Yenişehir’de yapılan savaşı kaybeden Cem Sultan, önce Konya’ya çekildi. Daha sonra Kâhire’ye gitmek üzere yola çıktı. 26 Eylül’de Kâhire’ye vardı ve burada Mısır sultânı Kayıtbay tarafından büyük bir merasimle karşılandı. Kâhire’de aylarca kalan Cem Sultan, hac mevsiminde Hicaz’a giderek, hac farizasını yerine getirmekle şereflendi. Cem Sultan hacdan döndüğü sırada, Karamanoğlu Kasım Bey, sultan Bâyezîd’e başkaldırmıştı. Kasım Bey’in daveti ve bâzı fitnecilerin kışkırtmaları neticesinde, Cem Sultan saltanat ümidi ile Anadolu’ya geldi. Bu durum Osmanlı Devleti’nde yeni bir sürtüşmenin başlamasına sebeb oldu. Sultan Kayıtbay, Şehzâde’ye 65.000 duka altın verdi. Cem Sultan, Kâhire’ye geldiği sırada ağabeyi sultan Bâyezîd’den bir mektup aldı. Bu mektupta Sultan, hükümdarlıktan vazgeçtiği takdirde kardeşine bir milyon akçe tahsisat ödemeyi vâd etti. Cem Sultan bunu kabul etmedi. Konya’ya geldiği zaman, ikinci Bâyezîd, yeniden samimî ve şefkatli bir dille rica yollu, yıllık tahsîsâtını alıp, Kudüs’de oturmasını ve hükümdarlıktan vazgeçtiğine dâir yemin etmesini istedi.
Teklifleri kabul etmeyen Cem Sultan, 27 Mayıs 1482’de Konya önlerine geldi ve şehri muhasara altına aldı. Sultan Bâyezîd kuvvetlerinin Konya’ya yaklaşmaları üzerine şehzâde Cem, Kasım Bey ile kuşatmayı kaldırarak, Ankara önlerine geldi. Ankara’yı kuşattı ise de başarılı olamıyacağını anlıyarak, Karamanoğlu Kasım Bey’in topraklarına döndü. Niyeti tekrar Mısır’a dönmekti, sultan Bâyezîd kardeşinin Çukurova yoluyla Mısır’a gideceğini tahmin ederek, Dulkadiroğlu Alâüddevle Bey’e onu tevkif etmesi için emir verdi. Bu sırada şövalyelerin üstâd-ı âzamı Pierre d’Aubusson’un nâzik bir dille Rodos’a daveti üzerine, Cem Sultan bir Rodos gemisi ile 29 Temmuz 1482’de Rodos adasına ayak bastı. Karşılıklı imzalanan sened gereğince Cem Sultan istediği zaman adadan ayrılacaktı. Fakat Rodos şövalyelerinin sahtekârlığı neticesinde bırakılmadı. Cem Sultan’ın Rodos şövalyelerine sığınması, kendi, şahsı ve Türkiye târihi için talihsiz bir dönem olmuştur.
Nitekim Cem’in Avrupa’ya geçmesi, hıristiyan devletlerce ve bilhassa Papalık makamınca Türkler hakkında beslenilen kötü fikirlerin tatbik sahasına konulması için bir fırsat telakki olundu. Hattâ Osmanlı Devleti’nin yıkılması için en müsait vaktin geldiği zannedildi. Bu düşünce ve zanlar neticesinde Osmanlılar çeşitli zorluklarla karşı karşıya getirildi. Bilhassa Cem’e sâhib olmak suretiyle Osmanlılara karşı açılacak haçlı seferinin organize görevini üstlenmek isteyen Avrupalı devletler arasında da büyük bir diplomasi faaliyeti görülmeye başlandı. İşlerin çok tehlikeli bir yola girdiğini gören sultan Bâyezîd, 16 Ocak 1482’de Venediklilerle bir andlaşma imzaladı. Bu andlaşmaya göre; Venediklilerin Osmanlılara ödemekte oldukları on bin duka tutarındaki vergi kaldırılıyor, Venedik mallarından alınan yüzde beş gümrük vergisi, yüzde dörde indiriliyor ve Fâtih Sultan Mehmed Han ile yapılan barıştan itibaren esir düşmüş olan Venedikliler serbest bırakılıyordu. Osmanlıların aleyhine gibi görünen bu andlaşma ile ikinci Bâyezîd Han, hıristiyanlığın en kuvvetli devletlerinden birini safdışı bırakmış oluyordu. Nitekim zahiren de olsa onların dostluğunu te’min eden Bâyezîd, Venediklilerin 17 yıl boyunca Osmanlılar aleyhindeki teşebbüslere seyirci kalmalarını sağladı. Bu arada Avrupa’da Osmanlılar aleyhine olarak gelişen olaylardan günü gününe Venedik vasıtasıyla haberdâr olarak önceden tedbir almayı da ihmâl etmedi.
Bu arada Memlûklü ordularının güneyde Osmanlı kuvvetlerini ciddi surette uğraştırmaya başlamış olmaları ve Memlûklü sultânının da Cem’i ele geçirmek üzere bir takım teşebbüslere girişmesi üzerine sultan Bâyezîd, Cem’in Fransa’dan başka bir devletin eline geçmesini ülkesi için zararlı gördü. Bu sebeple Fransa’ya bir elçi göndermekte gecikmedi. Bu elçi, Cem, Fransa’da muhafaza altında bulundurulduğu takdirde pâdişâhın yapacağı fedâkârlıkları saydı. Aksi takdirde hıristiyanlara karşı mücâdeleye girişeceği-tehdidinde bulundu. Bu suretle Bâyezîd, doğu ve batı devletleri tarafından Osmanlılar aleyhine hazırlanmakta olan bir teşebbüste, devletlerin Cem’den istifâdelerini usta bir siyâsetle önlemiş oluyordu.
Öte yanda Cem’i kullanmak suretiyle Osmanlılara karşı bir haçlı seferi açılamayacağını anlayan papa İnnocent-Vlll, ona hıristiyan olma teklifinde bulundu. Bu teklife karşı şehzâde; “Değil Osmanlı saltanatı, hattâ bütün dünyânın pâdişâhlığını verseniz dînimi değiştirmem” cevâbını vererek papanın emelini kursağında bıraktı (Bkz. Cem Sultan). Netice olarak Cem Sultan’ın 25 Şubat 1495’de Napoli’de vefât etmesinden sonra, komşularını ve düşmanlarını açıkça tehdîd edebilecek duruma gelen Bâyezîd, artık Osmanlı Devleti’nin dış politikasına başka bir yön verdi.
Daha Cem Sultan hâdisesinin devam ettiği sıralarda, fırsatı ganimet bilen bâzı sınır komşularının Osmanlı topraklarına saldırmaları üzerine, sultan Bâyezîd 1483 baharında sefere çıkarak Edirne-Filibe-Sofya yoluyla Sırbistan’a girdi. Morava kıyılarını dolaştı ve Belgrad yakınlarına kadar yaklaştı. Bu bölgedeki bütün kaleleri tâmir ve tahkim ettirdi. Yedi ay süren bu seferde herhangi bir muhârebe olmadı. Sultan’ın bu seferi Macaristan’ı telaşlandırdı. Savaşı göze alamıyan kral Matthias 1483 sonlarında Osmanlılarla bir sulh imzaladı. Sultan Bâyezîd, böylece Balkanlarda vaziyetini emniyet altına aldı. Ertesi sene bahar ayında tekrar sefere çıktı ve Edirne’ye, oradan da Dobric’e geldi. Isakcı iskelesinden Tuna’yı geçtiği sırada Eflak voyvodası yirmi bin kişilik mevcuduyla orduya katıldı. Osmanlı ordusu, Tuna’nın sol sahilindeki, Boğdan’ın Karadeniz kapısı olan Kili kalesini kara ve denizden kuşatarak, dokuz gün içinde feth etti. Sonra Dinyester nehrinin meydana getirdiği küçük bir körfezde bulunan Akkerman kalesi, on iki günlük bir muhasaradan sonra, 11 Ağustos 1484’de fethedildi.
Bu kalelerin fethi ile güç duruma düşen Boğdan voyvodası 1486’da bu kaleleri geri alabilmek için taarruz etti. Ancak üzerine Silistre sancakbeyi meşhur Malkoçoğlu Bâli Bey komutasında asker gönderildi ve mes’ele hâlledildi.
Bu arada sultan Bâyezîd’in Dulkadir Beyliği yüzünden Mısır-Memlûklü sultânı ile arası bozuldu. Cem Sultan’a sâhib çıkmalarından ve hacılara yapılan hizmette Osmanlıların yardımını reddetmelerinden dolayı, Sultan, Memlûklüler hakkında iyi düşünmez olmuştu. Ayrıca 1482 senesinde güney Hindistan Türk İmparatorluğu tahtına oturan Mahmûd Şah Behmenî’nin Osmanlı’ya gönderdiği elçi, Memlûklülerin Cidde vâlisi tarafından esir alınıp, para ve hediyelere el konulmuştu. Mısır sultânı hediyeleri İstanbul’a çok geç yolladı. Bu hâdise bardağı taşıran son damla oldu ve 1485’de iki devlet arasında savaş başladı. Altı sene süren bu savaş topyekün bir harb olmayıp, belirli birliklerin vuruşmalarından ibaretti. Osmanlı kuvvetleri ilk defa Külek kalesini zapt etti. Yapılan savaşlarda her iki taraf da bir üstünlük sağlayamadı. Tunus beyinin arabuluculuğu ile sulh yapıldı. Adana-Tarsus bölgesindeki Ramazanoğulları toprakları Osmanlılara bırakıldı.
Memlûklu sultânı ile barış yapıldıktan sonra sultan Bâyezîd, üçüncü sefer-i hümâyûna çıktı. Sultan’ın hedefi Belgrad’ın fethi idi. Sofya’ya geldiği zaman Belgrad’ı kuşatma işini Süleymân Paşa’ya bırakarak, kendisi Arnavutluk üzerine gitti. Temmuz sonlarında, Manastır-Pirlepe yolunda İranlı bir şiî fedaî tarafından öldürülmek istendi. Sultan suikasttan kurtuldu ve fedaî öldürüldü. Aynı senenin sonlarına doğru ordu İstanbul’a döndü. Üç ay süren bu seferde düşmanlarla herhangi bir vuruşma olmadı (1492). Bir süre sonra Akıncıların yaptığı seferler üzerine Boğdan voyvodası, Osmanlılarla başa çıkamayacağını anlayıp, Osmanlı hâkimiyetini tanıdı.
1498 senesi başlarında Lehistan’ın, Osmanlı himâyesi altındaki Boğdan’a saldırması üzerine, Osmanlı-Lehistan savaşı başladı. Önceleri Lehistan’a karşı Rumeli beylerbeyi Yâkub Paşa tâyin edildi. Lehistan kralının, Türk-Boğdan birliklerine Bukovina’da yenilmesi üzerine bölgede büyük bir kuvvetin bulunmasına lüzum olmadığı anlaşıldı. Harbin idaresi Silistre sanrcakbeyi Bâli Bey’e verildi. Bâli Bey, 1498 senesinin ilk ve sonbaharında iki defa Lehistan’a sefer düzenledi, Bu seferler, Osmanlı târihinin en büyük akın hareketleri olup, kırk bin akıncı katılmıştır.
Venediklilerin zaman zaman Mora’ya saldırması üzerine, sultan Bâyezîd 1499’da Mora seferine çıktı. Osmanlı dîvânı, ordu sefere çıkmadan önce hareketi kolaylaştırmak için Bosna beylerbeyi olan İskender Paşa vasıtasıyla Kuzey Venedik arazisine şiddetli bir akın yaptırdı. Diğer taraftan yaklaşık üç yüz parçalık donanma, kapdan Küçük Dâvûd Paşa kumandasında Boğaz’dan çıktı. Kapdan Dâvûd Paşa’nın donanmasında altmış binden fazla kuvvet ve Kemâl Reis, Burak Reis, Kara Hasan ve Herek Reis gibi meşhur denizciler bulunuyordu. Burak Reis’in kumandasındaki gemide, Yenişehir hâkimi Kemâl Beyde bulunuyordu. Sultan Bâyezîd, donanmayı gönderdikten sonra 1 Haziran 1499’da İstanbul’dan Edirne’ye, oradan da Mora’ya doğru yola çıktı. Kara ordusu İnebahtı civarına geldiği hâlde, fırtınaya yakalanan donanma İnebahtı önlerine gelememişti. Venedik donanması ise Osmanlı donanmasını Mora sularından uzaklaştırmak gayesiyle Modon açıklarında bulunuyordu. İki donanma Sapienza adasında karşı karşıya geldiler. Venedik donanmasının öncü gemisi kumandanı Armenio, donanma-yı hümâyûnun en önünde bulunan Burak Reis’in gemisini, Kemâl Reis’in gemisi sanarak ona yanaşmak istedi. Diğer Venedik gemileri de onu tâkib etti. Burak Reis’in etrafını yirmi kadar Venedik gemisi sarmıştı. Muhârebenin büyük kısmı Burak Reis’in gemisinin etrafında cereyan ediyordu. Düşman gemilerinin arasından kurtulmanın mümkün olmadığını anlayan Burak Reis, geminin barut deposunu ateşledi. O âna kadar görülmemiş büyüklükte bir barut infilâkı denizi kapladı. Türk gemisi ile beraber bir çok Venedik gemisi havaya uçtu. Burak Reis’le” birlikte Yenişehir hâkimi Kemâl Bey ve beş yüz Türk denizcisi de şehîd oldu. Perişan bir duruma gelen Venedik donanması Korfo’ya çekildi. Bu târihten itibaren muhârebe alanına yakın olan Sapienza adasına Burak Reis Adası adı verildi (Bkz. Burak Reis).
Osmanlı donanması İnebahtı açıklarına geldiğinde, yirmi iki Fransız ve iki Rodos gemisiyle takviye edilen Venedik donanmasıyla tekrar karşılaştı. Bâzı çarpışmalardan sonra Türk donanması ışıklarını söndürerek 25 Ağustos gecesi İnebahtı limanına girdi. Venedik donanmasının çekilmesinden sonra kale komutanı müdâfaanın bir fayda getirmiyeceğini görerek kalenin anahtarını Rumeli beylerbeyi Mustafa Paşa’ya verdi (1499). Bu sırada vezîriâzam Çandarlı İbrâhim Paşa vefât ederek nâşı İznik’e naklolunup, yerine Mesih Paşa tâyin edildi. İnebahtı’ya asker ve mühimmat konduktan sonra donanmanın İnebahtı körfezinde kalması kararlaştırıldı. Sultan, kışı geçirmek üzere Edirne’ye döndü.
İnebahtı’nın ellerinden çıkması üzerine, Venedikliler tekrar savaşmayı göze alamadıklarından Osmanlılar ile anlaşma yoluna gittiler. Venedik tüccarlarının serbest bırakılmasını ve İnebahtı’nın iadesini istediler. Bunlar kabul olmazsa sulhun yenilenmesini teklif eden elçiye, Sultan Bâyezîd; “Eğer benimle sulh yapmak istiyorsanız Mora’daki Modon, Koron ve Napoli şehirlerini teslim etmelisiniz ve her sene vergi vermelisiniz” dedi. Buna salahiyetli olmayan elçi geri gitti. Kış ortalarında Yâkub Paşa’nın donanma ile birlikte hareket ederek, Modon’u muhasara etmesi emrolundu. Sultan 7 Nisan 1500 günü Edirne’den hareket etti. 7 Temmuz’da donanmanın Modon önlerine geldiğini öğrenince, dört günde Güney Mora’ya indi. Dâvûd Paşa komutasında olan ve İnebahtı’da bulunan donanma 27 Temmuz günü bu limandan ayrılarak, Navarin limanı açıklarında Venedik donanması ile karşılaştı. Venedik donanmasını bozguna uğratan Dâvûd Paşa da kısa zamanda Modon’a geldi. Çok müstahkem olan kale üç hafta muhasara edildi. Venedik amirali Trevizano yardıma geldi ise de, Anadolu beylerbeyi Dâmâd Sinân Paşa kuvvetleri, açılan gediklerinden içeri girerek kaleyi feth ettiler ve limanda bulunan dört Venedik kadırgasını yaktılar (9 Ağustos 1500).
Modon kalesinin tamirine Dâmâd Sinân Paşa me’mûr edildi. Koron kalesinin zaptı için karadan ikinci vezir Hadım Ali Paşa görevlendirildi. Ali Paşa Koron’a giderken, Navarin kalesini savaşmadan ele geçirdi. Buradaki Avrupalılar kendi şehirlerine gönderildi ve yerli halk olan Rumlar cizyeye bağlandı. Ali Paşa Koron önlerine gelince, şehir halkı Navarin gibi savaşmadan teslim oldu (16 Ağustos). Daha sonra Venediklilerin ellerinde bulunan bâzı kaleler ele geçirildi. İnebahtı, Modon, Koron ve Navarin’in alınması, fetihnameler ile beylerbeyliklere, İslâm ve hıristiyan devletlere bildirildi. Türkleri Venedikliler aleyhine kışkırtan Papa bu sefer de Türkler aleyhine yeni bir haçlı seferi açılmasına sebeb oldu. Yapılan anlaşma gereğince Fransa, İngiltere, İspanya, Venedik gemilerinden kurulu müttefik donanma, Osmanlı Cihân Devleti’ni denizde meşgul ederken, karadan da Macarlar taarruz edeceklerdi.
1500 senesi sonbaharında Venedik gemileri Türklere âid Egine adasını, İspanyol gemileri de Kefalonya limanını ele geçirmişlerdi. Bir süre sonra Amiral Ravestayn kumandası altında birleşen ve iki yüz gemiden meydana gelen donanma, Ege Denizi’ne gelerek Midilli adasını kuşattılar. Buranın düşman eline geçmesi, diğer adalar halkının isyân ederek buraların da elden çıkmasına sebeb olacağı için, Pâdişâh bizzat bu işle ilgilendi. Şehirli ve san’at erbabından askere yazılanları Hersekzâde Ahmed Paşa kumandasında üç yüz parça gemi ile adaya gönderdi. Midilli’ye ilk yardım, adaya yakın olan Saruhan sancakbeyi Şehzâde Korkut tarafından yapıldı. Şehzâdenin silâhtârı Hamza Bey’in komuta ettiği yardım kuvvetlerinin bir kısmı muhasarayı yararak kaleye girdi. Hamza Bey müsademe sırasında şehîd oldu. 1501 Ekim’inde İstanbul’dan gönderilen asker ve donanma, ada açıklarına gelince, Fransız donanması kuşatmayı kaldırdı. Yolda Cerigo adası yakınlarında fırtınaya tutulan Fransız donanması tamamen battı. Kuşatmanın kalkmasından sonra Midilli kalesi tamir edilip, yeniden yeterli asker yerleştirildi.
Müttefik kuvvetlerin karada ve denizde mağlûb olmaları üzerine, Venedik sulh istedi. Sultan Bâyezîd de sulha tarafdâr idi. Zîrâ bu sırada devletin doğu sınırında Akkoyunlu Devleti’nin yerine şiî bir devlet kuran Şâh İsmâil tehlikesi belirmişti. Yapılan görüşmeler neticesinde 14 Aralık 1502’de otuz bir maddelik İstanbul muahedesi imzalandı. Venedik bütün Osmanlı fetihlerini tanıdı. Sâdece Kefalonya adası, Venedik’e verildi. Bir süre sonra Macaristan, Fransa, İngiltere, İspanya, Portekiz, Polonya, Napoli ve Rodos ile sulh imzalandı. Avrupa’da yirmi seneye yakın devam edecek bir sulh dönemi başladı.
Sultan Bâyezîd Han, batıyı emniyet altına aldıktan sonra doğuya yöneldi. Karaman mes’elesi târihe karıştığı kabul edilirken, senelerdir Tebriz’de bulunan Karamanoğlu Mustafa Bey, Anadolu’ya gelerek etrafına topladığı Türkmenler ile Lârende (Karaman) şehrini aldı. Konya sancak beyi ve annesi Karamanoğlu sülâlesinden olan Şehzâde Şehinşâh, üzerine yürüyünce Mustafa Bey Tarsus’a kaçıp Memlûklülere sığındı. Osmanlı Devleti ile aralarında bir anlaşmazlık çıkmasını istemiyen Memlûklü sultânı, Karamanoğlu Mustafa Bey’i öldürttü. Böylece Karamanoğulları târihe karışmış oldu.
Diğer taraftan Doğu Anadolu ve İran’da ortaya çıkan Şâh İsmâil Safevî, büyük mücâdeleden sonra 15 yaşında iken Akkoyunluları 1502’de Tebriz’den kovup, kendi şahlığını îlân etti. Bozuk bir itikada sâhib bulunan Şâh İsmail, Ehl-i sünnet îtikâdında olan annesi Hâlime Begim’i öldürdü. Kanla ve ateşle İran’da Ehl-i sünnet itikadını yasakladı. Askeri ve iktisâdi gücü Memlûklüleri geçerek, Osmanlı Devleti’nden sonra ikinci büyük devlet durumuna geldi. Ordusunun büyük kısmını Anadolu’dan gelen kimseler teşkil ediyordu. Osmanlı Devleti yönetimi altında bütün imtiyazlarını kaybederek normal bir vatandaş hâline gelen Anadoludaki Türkmen beyleri, beylik imtiyazları onlar için önemli olduğundan, İran’a gidip Şâh İsmail’in bozuk itikadına girmekten çekinmediler. Böylece orada bütün eski haklarına sâhib oluyorlardı. Şâh İsmail’in hedefi, Anadolu’yu ele geçirmek ve Osmanlı Devleti’ni yıkmaktı. Bu gayesinin tahakkuku için, kendi bozuk fikirlerine inandırdığı kimseleri Anadolu içlerine gönderdi.
Şâh İsmâil Anadolu’ya ajanlar salarken, Venedik’e de elçiler gönderip, Osmanlı Devleti’ni yıkmak niyetinde olduğunu, Avrupa devletlerinin Rumeli’den harekete geçmesi gerektiğini bildirdi. Venedik bu teklifi kabul etmedi. Aynı teklifi Memlûklü sultânına yaptı ise de yüz bulamadı. Şâh İsmail, 1507 senesinde, Dulkadiroğlu Alâüddevle Bozkurt Bey’in kızlarından Begli Hâtun’u istedi. Dulkadiroğlu, bu isteği reddedince, Şâh İsmâil Dulkadir topraklarına girdi. Maraş ve Elbistan’ı tahrîb edip, bu şehirlerdeki Dulkadir hânedânı mezarlarını yıktırdı. İkinci Bâyezîd’e zarurî olarak Osmanlı topraklarından geçtiği için özür mektubu gönderdi. Sultan Bâyezîd Han, Şâh İsmail’i iki ateş arasında bırakmak düşüncesiyle Mâverâünnehr taraflarına hâkim olan Şeybânî hükümdarı Şeybek Han’la haberleşip, Safevîlere hücum etmesini teşvik etti.
Trabzon vâlisi olan Şehzâde Selim, bir an önce İran üzerine sefer düzenlenip, zulme son verilmesini istiyordu. Şehzâde Selîm, üç Gürcistan seferine çıktı ki, en meşhurları 1508 Kütayis seferidir. Bu seferlerde bugün Türkiye toprakları içinde bulunan Kars, Erzurum, Artvin illerini ve on beş ilçesini fethederek kesin şekilde Osmanlı topraklarına kattı. Buralarda yaşıyan Gürcülerin hepsi müslüman oldu. Akkoyunluların topraklarından olan Bayburt, Erzincan, Kemah, ispir, Gümüşhane, Çemişkezek çevresini ele geçirerek sancağına dâhil etti. Bütün Akkoyunlu mîrâsına sâhib olduğunu iddia eden Şâh İsmail, bu toprakları geri almak için kardeşi İbrâhim Mirzâ’yı gönderdi. Şehzâde hızla hareket ederek Erzincan yakınlarında Safevî ordusunu perişan etti ve İbrâhim Mirzâ’yı esir aldı. Şâh’a karşı bu başarıları Şehzâde Selîm’e büyük prestij kazandırdı. “Yürü Sultan Selîm devrân senindir” nakaratlı türküler bestelenip, halk arasında söylenmeye başladı. Şâh’ın şikâyeti üzerine, ikinci Bâyezîd, oğluna nâme yazdırdı. Bunun üzerine şehzâde Selîm, Şâh’ın kardeşini serbest bıraktığı gibi; Erzincan, Kemah, Bayburt ve İspir’i Safevîlere geri verdi. Ordu da bu durumu kötü karşıladı. Şehzâde Selîm izin almadan sancağını terk ederek 1510 senesi sonbaharında Kırım’a geçti. Kırım’da Kefe sancakbeyi olan oğlu şehzâde Süleymân’ı özlediğini İstanbul’a bildirdi. Gerçekte, kayınpederi Kırım hanı Mengli Giray’ın desteğini almak için Kırım’a gitmişti.
Bu târihlerde Benî Ahmer hükümdarının yardım istemesi üzerine sultan Bâyezîd, Kemâl Reis kumandasında bir donanmayı İspanya’ya gönderdi. Hâdiseler karşısında yaşlılığından dolayı nisbeten hareketsiz kalan Pâdişâh, oğullarından birine, dedesi gibi tahtı teslim etmek istiyordu. En büyük oğlu Ahmed Amasya’da, Korkut Antalya’da, Şehinşâh Konya’da, Selîm Trabzon’da sancakbeyi idiler. Sultan, oğullarından şehzâde Ahmed’i yerine geçirmeyi düşünüyordu. Bu sırada Şâh İsmail’in halîfelerinden Şahkulu adında biri, bilhassa Eshâb-ı kiram düşmanı Türkmenlerin bulunduğu yerlerde bir hayli tarafdâr buldu.
Etrafına topladığı çapulcularla Antalya’da devlete karşı isyân etti. Üzerine gönderilen Karagöz Ahmed Paşa’yı şehîd ederek Kütahya’yı ele geçirdi. Hadım Ali Paşa ve şehzâde Ahmed komutasında gönderilen kuvvetler, Şahkulu isyânını bastırdı. Yapılan savaşta Şahkulu ve Hadım Ali Paşa öldü. Şehzâde Ahmed tarafdârı olan Ali Paşa’nın ölümü, şehzâde Selîm’in lehinde oldu. Ali Paşa’nın şehîd olduğu aynı günlerde şehzâde Selîm, kendisine Rumeli’de verilen Vidin sancağından ayrılarak Edirne’ye geldi (1511). Çorlu’ya kadar geldi ise de, babası karşısına çıkınca Şehzâde’nin birlikleri dağıldı.
Şehzâde Selîm, Kefe’deki oğlu Süleymân’ın yanına gitti. Bu sırada şehzâde Ahmed Maltepe’ye kadar geldi, fakat ordu, veliahdın İstanbul’a girmesini istemedi. Dîvân, veliahdın sancağına dönmesini emretti. Merkezde şehzâde Selîm tarafdarları güç kazandı, İstanbul’da ordu açıkça şehzâde Selîm lehine büyük gösteri yaptı (6. 3. 1512). Büyük Oğlunu desteklemekle kan döküleceğini anlayan Sultan, oğlu Selîm’i İstanbul’a davet etti. Şehzâde Korkud çok seviliyorsa da, erkek evlâdı olmadığı için şansını kaybetti. Şehzâde Selîm 19 Nisan’da İstanbul’a geldi. Kendisinden üç yaş büyük olan ağabeyi Korkud kendisini karşılayarak tebrik etti. Bundan sonra Selîm, Yenibahçe’de kendisi için kurulmuş olan çadıra geldi. 24 Nisan’da da babası sultan Bâyezîd’in huzuruna girerek el öptü. Bâyezîd ellerini kavuşturarak duran Selîm’e; adaletten ayrılma, âcizlere ve bîçârelere karşı merhametli ol, kimsesizlere şefkat göster, herkesin sana râm olmasını istiyorsan ulemâya çok saygı göster, zaruret olmadıkça kimseye karşı sert davranma dedikten sonra çok duâlar etmiş ve pâdişâhlığını Allahü teâlânın mübarek etmesi dileğiyle saltanatı kendisine teslim etmişti.
On bir gün kadar Eski Saray’da oturan sultan Bâyezîd, daha önceden düzenlettirdiği Dimetoka’daki saraya gitmek için yola çıktı. Sultan hasta olduğu için çok yavaş yol alınıyordu. Edirne’ye yaklaştıklarında Hafsa yakınlarındaki Abalar köyünde 26 Mayıs 1512 günü vefât etti. Cenazesi İstanbul’a getirilip kendisinin yaptırdığı Bâyezîd Câmii yanına defnedildi. Yavuz Sultan Selîm tarafından kabrinin üzerine türbe yaptırıldı.
Sultan Bâyezîd Han, ilme, âlimlere, velîlere ve Allahü teâlânın sevgili kullarına çok hürmet eder, onlara ihsânlarda bulunurdu. İlim sahibi, takva, adalet ve merhametten ayrılmayan, vakarlı ve hilmiyle meşhur bir pâdişâh olduğu için Velî Bâyezîd olarak bilinir. Allahü teâlânın rızâsı için ilim öğrenen ve yine Allahü teâlânın rızâsı için insanlara nasihat eden âlimlerin, Allah adamlarının sözlerinden çıkmaz, onların nasihatlerini can kulağı ile dinlerdi. Devlet işlerinden arta kalan zamanı kitap okumak ve ibâdet etmekle geçirirdi. Babası Fâtih Sultan Mehmed devrinde İstanbul’un ilim merkezi yapılması için başlatılan çalışmalar, Bâyezîd Han zamanında da devam etti. Ülkesindeki ve diğer İslâm ülkelerindeki bâzı âlimlere maaş bağlattı. Bunlar arasında Hirat’ta bulunan Molla Câmî hazretlerine ve Nakşibendî yolunun merkezi olan Buhârâ’daki dergâhın şeyhine her sene beş bin akçe gönderirdi. Kendi şahsî mülkünden verdiği hediye ve sadakalar da bir hayli fazla idi. Molla Câmî’yi ve Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin oğlu Hâce Abdülhâdî’yi İstanbul’a davet etti. Bâyezîd Han, Hâce Abdülhâdî’ye çok hürmet ve iltifatlarda bulunup duâlarına mazhâr oldu.
Bâyezîd Han, daha şehzâdeliğinde başladığı îmâr faaliyetlerine ömrünün sonuna kadar devam etti. Amasya’da yaptırdığı medrese, câmi ve zaviyeden sonra, Edirne’de dârüşşifâ ve külliye, İstanbul’da Bâyezîd Câmii, medrese ve imâret, memleketin çeşitli yerlerinde daha bir çok faydalı eserler, ilim yuvaları inşâ ettirdi.
Sultan İkinci Bâyezîd Han’ın otuz seneden fazla süren saltanatı boyunca, sulh ve sükûnu tercih etmesi, donanmayı yenileyip hazırlıklar yapması, kendisinden sonra tahta geçen oğlu Yavuz Sultan Selîm Han’ın fasılasız cihâd ile meşgul olmasına vesîle oldu. Zamanında yeniçeri ocağını genişletti. Ağa bölükleri kuruldu. Donanmaya ehemmiyet verilerek, yelkenli savaş gemileri yapıldı ve gemilere uzun menzilli toplar yerleştirildi. Tımar teşkilâtında değişiklik yapıldı. Sultan Bâyezîd bir taraftan devlet teşkilâtını sağlamlaştırarak halkın huzur ve sükûnunu te’min etmek için uğraşırken, diğer taraftan doğudan batıya kadar bütün müslümanların mes’eleleri ile ilgilendi.
Ahlâkı ve fazileti sebebiyle İslâm alemince çok sevilen Bâyezîd Han vefât edince, Kâhire’de Memlûklü sultânı ve halk tarafından gıyabında cenaze namazı kılındı, ömrünü hep ilim ve ibâdetle geçiren Bâyezîd Han, Adlî mahlâsıyla çok güzel şiirler yazdı, Bir dîvânda toplanan bu şiirleri yayınlanmıştır. Ayrıca dedesi ikinci Murâd Han gibi açık Türkçe yazılması tarafdârı idi. Bu hususta İbn-i Kemâl’den, açık ve anlaşılır bir Osmanlı târihi yazmasını istemiştir.
Kemâl Paşazade onun devrini en doğru ve en veciz bir surette şu cümlelerle özetlemektedir:
“Adalet ve insafın koruyucusu olan mükemmel idareciliği ile kara ve deniz yolları emniyetli olmuş, dâhiyane siyâseti neticesinde memleket mâmur hâle gelmiş, aşikâr kerâmetleri ile muzaffer sancağı, hududsuz merhameti ile saltanatını sevenler çok, devletinin otoritesi ve kuvveti ile memleketin düşmanları hor ve hakîr olmuştur.”
Sultan Bâyezîd Han’ın sekizi oğlan, on üçü kız olmak üzere yirmi bir çocuğu dünyâya gelmiştir. Hanımlarının isimleri; Ayşe Hâtûn, Hüsnüşah Hatun, Bülbül Hâtûn, Ferahşâh, Nigâr, Gülruh, Gülbahar Hâtûn, Şîrîn Hâtun’dur. Erkek çocukları; Mahmûd, Abdullah, Şehinşah, Âlemşâh, Mehmed, Ahmed, Korkud ve Selim efendiler, kız çocukları ise; Hadîce, Gevhermülûk, Selçuk, Aynışah, İlaldı, Şah, Hundi, Ayşe, Sofu Fatma, Hümâ, Kamer, Sultanzâde sultanlardır.