Hüzünlü bir aşk hikayesi değildi bizimkisi..


Bir türlü mutlu sona eremeyen Leyla ve Mecnun hikayesi de değil.
Kavuşamadıkları için ölen-öldürülen Romeo ve Juliet kadar trajik... hiç değil.


Kendimizi bulduğumuz bir oyundu bizimkisi... Ikimizin oyunu..
Sanki evli evine, köylü köyüne değildi de dünyanın kanunu..
Biz değiştiririz sanmıştık..


Unuttuğumuz, varlığını artık yok saydığımız hisleri bulmuştuk biz seninle..
Ne kadar mutluyduk, ne kadar mutlu olabildiğimiz görmüştük.
Nasıl da kaptırmıştık kendimizi, nasıl delicesine istemiştik..
Nasıl kandırmıştık birbirimizi..


Gözlerimizi boyamış, isimlerimize renkler yüklemiş, renklere anlamlar katmış tekrar tekrar her seferinde yeniden hayran kalmıştık birbirimize..
Büyülemiştik, büyülenmiştik...


'Seviyorum Seni'
hiç bu kadar kolay söylenmemişti.. ve hiç bu kadar çok hissedilmemişti.
O gün ağzımdan bu söz çiktiginda da hiç şaşirmamıştın sen.. Söyleyen bende hiç tereddüt etmemiştim...


Ilk defa bu kadar kolaydı hayat..
Ilk defa bu kadar güzeldi..


Kendimizi birbirimizde kaybetmemizin bir labirentin içinde yapayalnız kalmak ile son bulacağını bilmeliydim oysa..


Bir gün senin beni, çekip çikarttigin bu hayata tekrar geri bırakacağını bilmeliydim ben..


Terk edilmek hiç bu kadar ağır olmamıştı..
Ve kimsenin ardından da hiç bu kadar cok ağlanmadı...
Ve giden hiç kimse bu kadar haklı olmadı...


Bana verdiğin mutluluğun ardından sürükleniyorum şimdi.. Sadece sende bulduklarımın arkasında..
Bilinmeyen yolların arka sokaklarında kaybolmuş bir yağmur damlasından farklı değilim..


Beni bıraktığından beri düştüğüm labirentin kendime çikan sokağını bulma yolundayım..
Yolun sonuna vardığımda anlıyorum ki Aşktan sonra masumiyet kalmıyormuş...
Tanıdık oyunlarımla oyalanıyor, arada bir özlüyorum seni..
Aslinda hep özlüyorum seni...


Grururum bir kolumdan hayal kırıklığı bir diğer kolumdan çekistirirken...


Ben Kadınlığımı oynuyorum sen Erkekliğini..


Sen gittiğinden beri ne masumum ne de perişan..
Sadece boş bir odada loş bir ışık gibiyim..