Sevgili Sevgili
Aşk içinde aşk için seslenişin en uygun biçimini bulduğum kanısındayım.
Merhamet belki çok yüce bir şey ve muhtemel ki merhamet aşktan üstündür.
Tapınmak.. onun yüceliğine diyecek yok. Belki tapınmadaki kesinlik ve keskinliğe aşk hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Bütün diğer işlerle uğraşan bütün diğer insanlar gibi tapınanlar ve merhamet duyanlar da seslendikleri zaman mutlaka hissettikleri bir farkı dile getirmiş olurlar.
Aşktaki sesleniş ise farksızlığı ve bir tür özdeşligi vurgulamalı her şeyden çok.
Aşkın seslenişi sevgisi olandan sevgisi olanadır ancak.
Çoğu kimsenin sandığı gibi seven taraftan sevilen tarafa doğru bir akış değildir.
Sen benim sevgilimsen bunu mümkün kılan sadece benim senin sevgilin oluşumdan başkaca birşey olmasa gerek.
Bu yüzden sana seslenirken hep bir yankıya kulak verir gibi sayarım kendimi.
Neyi nasıl demişsem senin de bunu bana böyle söylemediğini düşündüğüm an
sana ne bunu söyleyebilirim ve ne de boşluğa böyle söyleyebilirim.
Benim sana doğru gelişim senin bana doğru gelmenin öbür kanadı.
Uçmak için gerekli bir çift kanadın birleştiği yere göğüs diyorlar, döş diyorlar, sine diyorlar.
Çoklarının sine çák olduğu söyleniyor. Şimdiye dek sineden yoksun bir aşkı tanıyan hiç olmamış.
Aşk mı?
Nereden bileyim aşk olduğunu?
Aşk başlı başına bir vakıa ise onu diğer vakıalardan ayıran bir özelliği olmalı.
Besbelli ki bu özellik tümleşmeden ibaret.
‘‘Aşk gelince cümle eksikler biter’’ denildiğine göre gel de seninle seven ve sevilen ayrımına bir anlam vermeyelim. Borçluları ve alacaklıları onların alacak ve verecekleriyle pazarda bırakalım.
Yurttaşlar yurtlarıyla ne halleri varsa görsün.
Komutanlar komutlarını versin. Köleler boyun eğsin.
İsterse bilginler bilgi kumkuması olarak, güzeller güzellikleriyle kasım kasım kasılarak
dünyada kimseye yer bırakmasın.
Onların yerinde gözü olan kim! Biz değiliz.
Biz ikimiz sadece aşkın unsurlarıyız. İki can ve bir canlıyız.
Sana gel dediğim zaman, kendim gelmiş olmuyor muyum?
Gel káinatta aşkı ilk ikimiz bulmuş olalım. Neden olmasın!
Belki insanların yaygın olarak öteden beri bildikleri şey sahiden aşk değildi.
Bir tür ilginç sayrılıktı onlarınki. Neler yok ki?
Çıldıranlar… Canlarına kıyanlar… Uzuvlarını kesip fırlatanlar…
Aşk sebebiyle feda oluş, feda ediş…
Bütün bunlara bir anlam veremiyorum ben.
Sen de vermiyorsan ve aşk ise vuku bulan, hiçbir şey ters gitmeyecek demektir.
Aşkta her şey düzdür.
Aşkla her şey düzelir.
Düz değilse aşk değildir.
Düzgünleştirmiyorsa aşk değildir.
Haydi biraz daha samimi olalım: Aşkın gözünün sahiden kör olduğunu itiraf edelim.
Gözü kör olan aşk eğer hareket edecekse önü düz müdür, yoksa bayır mı nereden bilsin?
Aşkın dışında duranların ters kabul ettikleri şeyleri aşk ters bilmez.
Adı aşk olan her ne ise maddiyat alanına girmeyen, nesneler dünyasında karşılığı bulunamayan bir şey midir?
Yoksa çocuklara ayıp olduğu ögretilen şeyden başka bir şey değil midir aşk?
Evet. Evet. Evet. Aşk bilhassa üremeye ilişkindir.
Yani çoğalmaya, büyümeye, daha fazlasına gidilemeyecek derecede eksiksizleşmeye…
Aşk insanlar arasında ve insanlar içindir.
Çünkü aşkın halleri ve insanın halleri birbiriyle örtüşür.
Çünkü insandan gayrı canlıların üremesi türlerinin devamından başka bir anlam taşımaz.
İnsanlar ise aşk ile birbirlerini üretir.
Kendilerini çoğaltır ve büyütürler.
İşte bu sebepten ötürüdür ki ‘‘Ey sevgili!’’ demem ben; ‘‘sevgili sevgili’’ derim.
Sevdikçe söylerim, söyledikçe severim.
Sevildikçe söylerim, söyledikçe sevilirim.
Sevdiğimi söylerim, söylediğimi severim.
İşkence altında benim ifademi almak mümkün olamaz.
İfademi çünkü çoktan sevgili sevgili almıştır.
İsmet Özel