Gözyaşlarının gücü vardı eskiden...









Gözyaşlarının gücü vardı eskiden;

ırmak yüklü adamlardık tuz katarlarının ardınca giden,


gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden
açılırdı hayal tuzun suda bukağısı çözülürken.






Utanır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan;
akıl danışırdık yağmura:

Nasıl döneriz
evlerimize doğu yollarından;



nasıl fener yapıp kemiklerimizden, tütsüleriz
gecenin mor arılarını çıkınca kovanından?









Çoraksa gece

Saçlarda yıldız, gözlerde yine yağmur,
sarı bir zaman dilimi gibi yanan fenerler

(mum yanar, yağ dolanır
mumyalar toprağı çamur)


kanda yaralar gibi gülün ağrıttığı dikenler..






Ardımızda yoksul ve yerli bir söylenti,
böyle yürürdük ateşli ekinler gibi menzilsiz.

Yoktu buğdaya un olmaktan ötesi
bulgur çeken kadınlardan doğduk ya biz,


güneşi taşta sırmalayan o kırıntı bilgeleri,












aya bakan sundurmalarda çatlak topuklu annelerimiz,

sıcak bağımız,
güleç mısırımız,
dindar soğan tilmizleri,


o topuklar, ah o topuklar ve kerpici terk edişimiz..






Kızıl toprak ve iri saman, yani Allah'ın harcı
gözyaşlarının gücüyle eskiden


serin eviçlerinde sarı bir mahremlik sunardı,










yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden;
yetim insan toprağın vicdanıyla doyardı..




Demem o ki,
gözyaşlarının gücü vardı eskiden...