Tarihçiler der ki, “Türkler tarih sahnesine Hunlarla ve Hunların muhteşem devlet sistemi ile çıkmıştır. Daha önce bir devlet yapısı bilinmemektedir.” Oysa daha önceden Türklerin yapısı olmasaydı, Hunlar böyle bir devlet yapısına kolay kolay ulaşamazdı. Yani tarih var oldu olalı Türkler de vardı. “Âdem (as)’ın yeryüzüne indirilişinin ikinci bin yılı idi. Âdem (as)’ın torunları, Âdem (as)’ın talimatıyla yeryüzüne dağılmaya başlamışlardı. Âdem (as)’ın 19. Nesilden torunu TURK de Adem (as)’ın vasiyet ettiği topraklara maiyeti ile birlikte gitmişti. Gitmeden evvel de dedesi Hz. Âdem’in mezarını son bir kez daha ziyaret etmişti. Turk’un maiyeti ile birlikte gittiği topraklar, bugün coğrafî olarak değişikliklerine uğramış olan İstanbul’dur. Şehirdi demiyoruz çünkü İstanbul’u TURK kuracaktır. O dönemde yeryüzünde fitneler alevlenmeye başlamıştı. Âdem ve eşi ile yeryüzüne indirilen, Âdemoğlunun düşmanı Şeytân fitneyi alevlendiriyordu. Ne acıdır ki, Şeytân’ın kendisi Allah’a düşmanlığını ilân etmemiştir ama Âdemoğullarını Yaratıcı’ya düşman hâle getirecektir.“ŞEYTÂN APAÇIK SİZİN DÜŞMANINIZDIR.” Bakara, 208. ayet ve Yâsîn, 60. ayet Şeytân daha önce yeryüzüne indirilmiş cinlerle ve kendine tâbi olan Âdemoğulları ile ordular hazırlamaktadır. Şeytân, Âdemoğullarını çoktan Allah yolundan saptırmaya ve insanları bölmeye başlamıştır. Öyle bir ordu kurmuştur ki, Şeytân ve cinlerden süvarileri vardır: “Şeytân’ın süvarileri.” İsrâ/64 Şeytan yeryüzüne, Âdem yüzünden indirilişini bir türlü hazmedememiştir. Yeryüzünü ele geçirip, Âdemoğullarını köle edip, yok etmek Şeytan’ın en büyük emelidir. Bunun için strateji planları hazırlamıştır. Âdemoğullarını Yaratıcı’ya başkaldırtmak için bir kez daha saldıracaktır. Bu saldırış sonda olmayacaktır. Ta ki kıyamete kadar devam edecektir. “O SİZİN APAÇIK DÜŞMANINIZDIR.” İsrâ/53 Turk’un bu topraklara (İstanbul’a) gelişi yüzyıl kadar olmuştur. Turk’un bir oğlu olmuş ve o da 40 yaşlarına gelmiştir. Bu oğul diğer oğullarından farklıdır. Diğerlerine benzemez, erdemli, salih ve bilge bir kişidir. Diğer kardeşleri çok cesur ve sadıktırlar.Ama bu oğlunun farklı meziyetleri vardır. Turk, bu oğlunun adını rüyasında gördüğü gibi İSTANBUL koymuştur. Bu isim zamanla bulundukları toprağın ve şehrin ismi olacaktır. Bu oğlun ismi, daha sonra Yaratıcı’dan ilim alan ve dünya zamanlarında değişik zamanlarda Yaratıcı’nın muradıyla icraatlarda bulunacak ‘HIZIR’ diye anılacak olan isimdir. İstanbul ismi de tarih boyunca çeşitli değişikliklere uğrayacak, son çağın sonlarında (ahir zamanda), ilk ismi gibi anılacaktır. Turk, oğlu İstanbul’u dedesi Âdem’in topraklarına, oralarda olup bitenlerden haber almak için göndermişti. Bir yıl sonra İstanbul, görevini tamamlayıp, babası Turk’un yanına dönmüştü. Turk, şehrini geçen zaman içinde hızla imar etti. Bu şehir, yemyeşil ormanları, tepeleri, tatlı suyun tuzlu suya karıştığı nehirleri, denizleri, adacıkları, el değmemiş tabiat güzelliği ile oldukça göz kamaştıran bir şehirdi. Şehrin yüksek tepelerinden birine bir mabet inşa edilmişti. Bu yapı, Turk kavminin hem ibadethanesi hem de toplanma yeriydi. Yapının mimarisi yaygan bir piramidi andırsa da, aslında piramit değildi. Yeryüzünde ilk yapı Kâbe dört köşeli olduğu için, bu yapıya saygılarından bu tür bir imaret yapmışlardı. Yani Kâbe’ye benzemeyen bir yapı. Daha sonra bu yapılar, Âdemoğullarınca değişikliğe uğratılarak yeryüzünün muhtelif bölgelerinde yapılacaktır. Âdem (as) Kâbe’yi Allah’tan aldığı bilgi ile dört köşe inşa ettiğinde, İblis buna karşılık kendi mabedi olan üçgen piramidi yapmıştı. Fakat Turk’un piramide benzeyen yapısı piramit değildi. İnsanlar belki böyle yakıştıracaktı. İblis, Âdemoğullarına dünya zamanı içinde 60 tane dev mabet piramit yaptıracaktı. Mısır piramitleri gibi… Ama Turk’un yapısı kesinlikle piramit değildi. Turk’un soyu da, dünya zamanları içinde ataları Turk’un yapısına benzer yapılar yapacaktı. İstanbul, babası Turk ile işte tepeden görülen bu mabedin aşağısında buluşmuştu. Turk’un elinde ÂSÂ vardı. İstanbul, âsânın ucundan tutmuştu. Bu bir edepti. Turk, oğlunun konuşması için âsâsını hafifçe oynattı. (Âsâ, ilmi temsil eder. Bu hareketin anlamı; ilime sıkıca tutunuyoruz çünkü bu Yaradan’ın buyruğu demektir.) Bunun üzerine İstanbul söze Yaratıcı’yı anarak başladı: “Şeytan, bin yıldır saklandığı delikten çıkmış, atamız ve peygamberimiz Âdem’in vefatını fırsat bilmiş, cinlerden ve kendi ırkından süvarileri olan atlı ve yaya büyük bir ordu kurmuş.” Turk sordu: “Topluluğunda Âdemoğlu var mı?” İstanbul üzgün bir ses tonu ile, “Maalesef…” der. Bunun üzerine Turk kaşlarını çatarak, “Anlamıyorum. Şeytan, dedemiz Âdem’i cennetten çıkaralı, yeryüzünde meşakkat çektirmeye başlayalı daha iki bin yıl olmadı. Nasıl olur da Âdemoğulları Şeytan ile işbirliği yaparlar?” dedi. İstanbul, gördüklerini anlatmaya devam etti: “Dahası, Şeytan, yeryüzündeki ilk mescide (Kâbe’ye) göz dikmiş. O mukaddes evi ortadan kaldırmak ve ahalisini yok etmek istediğini ilân etmiş durumdadır. O beldenin halkı akrabalarımız Âdemoğulları güçsüz ve çaresiz. Sizlere selâmları var. Atamız Âdem (as)’ın sizi ve maiyetinizi boşuna vasiyetle buralara göndermediklerini, mutlaka bir hikmetinin olabileceği ümidini taşıyorlar. Çünkü atamız Âdem’e, Allah buyruğu sahifelere (suhuflar) uyan son topluluk olarak görüyorlar. Bu birliği koruyan tek topluluk biziz. Diğer topluluklar bölünmüş, aralarında bazıları Şeytan ile işbirliği yapmış.” ‘ŞEYTAN İÇİNİZDEN BİRÇOK TOPLULUĞU YOLDAN ÇIKARDI.’ Yâsîn/62 Turk bir kez daha kızgınlıkla başını sallayarak, “Yazık, artık Âdemoğlu kötülüğe davet eder olmuş.” ‘İNSAN KÖTÜLÜĞE DAVET EDİYOR.’ İsrâ/11 dedi. Bu konuşmalardan sonra Turk, oğlu İstanbul’a dönerek, “Akşam ibadetinde, mabette toplanalım. ‘Aksakallılar Meclisi’ toplansın. Durumu muhakeme edelim.” dedi. İstanbul, başını saygıyla öne eğdi ve tepedeki mabede doğru yol tuttu. Akşam olmuş, topluca Allah’a ibadet, secde edilmişti. Haberi alan Aksakallılar, mabedin özel bölümünde toplanmışlardı. Turk ile beraber Aksakallılar Meclisi 16 kişiydiler. Hepsi bilge ve âsâ sahibi kişilerdi. Turk’un önderliğinde, Yaratıcı anılarak toplantı başladı. Huzura İstanbul’un çağrılması ve edindiği bilgileri paylaşması kararlaştırıldı. İstanbul huzura geldi ve olup bitenleri anlattı. Zaman zaman Aksakallılar heyeti İstanbul’a sorular sorardı. Bu sorulardan biri de şöyleydi: “Şeytan nasıl bir ordu kurmuş, orduyu nasıl dizayn etmiş?” (Ordu kavramı zaten biliniyordu. Zira, Allah’ın melekler ordusu kavramını bilmeyen yoktu. Fakat bu farklı bir durumdu. Çünkü bu Allah’ın değil, Şeytan’ın kurduğu ordu idi. ‘MELEK ORDULARI YARDIMA GELECEK.’ Al-i İmrân/125. ‘GÖKLERİN VE YERİN ORDULARI ALLAHIN’DIR.’ Fetih/7 İstanbul, edindiği bilgileri anlatmaya devam etti. Şeytan, sağ kolu olarak, ordu komutanlığına İsrail’i getirmişti. İsrail, Şeytan ile işbirliği yapan, onun ordusuna katılan ve ilahlık iddia eden yeryüzündeki ilk Âdemoğlunun ismidir. Onun soyu daha sonra İsrail oğulları diye anılacaktır. Allah, bu soya merhametinden dolayı defalarca peygamber gönderecektir. Bu soy, yeryüzünde fitne ve fesat çıkaracaktır. ‘ONLARIN KÜFRÜ ARTACAK, KİN, NEFRET ATEŞİ BÜYÜYECEKTİR. HER NE ZAMAN HARP İÇİN BİR YANGIN TUTUŞTURDULARSA, ALLAH ONU SÖNDÜRDÜ. ONLAR SADECE FESAT İÇİN KOŞARLAR, ALLAH İSE BOZGUNCULARI SEVMEZ.’ Mâide/64 İstanbul konuşmasına devam etti: “Şeytan, ordusundaki Şeytanilere çeşitli isimler, rütbeler vermiş. Onları sözde tanrılaştırmış.” (İstanbul’un bahsettiği isimler, rütbeler, daha sonra mitoloji tanrıları olarak kabul edilen cinlerden başkası değildi. Herkül gibi.) Heyet, İstanbul’un anlattıklarını dinledi. Heyetten biri şöyle dedi: “Melekler Mukaddes Yeri ve bizleri korumaz mı?” Turk, bu soruya cevap verdi: “Yüce Yaratıcı, insana en büyük rütbeyi verdi. İrade Âdemoğullarında. Yapılacak bir şey varsa, Âdemoğlu yapacak. Devir Âdemoğullarının devridir. Âdemoğlu önderlik yapacak, melekler ancak o zaman destek olacaktır. Yoksa Âdemoğulları hiçbir şey yapmayıp, melekler mi iş görecek?” ‘ONLAR İLLEDE BULUTTAN GÖLGELİKLER İÇİNDE ALLAH’IN MELEKLERLE KENDİLERİNE GELİVERMESİNİ VE İŞLERİNİ BİTİRİVERMESİNİ Mİ BEKLİYORLAR?’ Bakara/210 Biri söze atıldı ve sordu: “İyi ama bunun için hiçbir bilgimiz yok. Peygamberimiz ve dedemiz Âdem’in bizlere getirdiği Yaratıcı buyruğu sahifelerde (suhuflar) Şeytan’a karşı bireysel anlamda savunma öğretileri var. Topluca, ordu, savaş düzeni hakkında bir şey yok ki!” Heyet üyelerinden başka biri söz aldı: “Yüce buyrukları tekrar tekrar inceleyelim.” Bu teklif üzerine suhufları tekrar inceleme kararı aldılar. Sahifelerin muhafaza edildiği mabedin özel bölümünden Yaratıcı’nın adını anarak sahifeleri çıkardılar. İstanbul anlattıklarını bitirdikten sonra Ak Sakallılar’ın huzurundan ayrıldı. Kutsal suhuflar çıkarıldıktan sonra iyice tetkik edildi. Fakat suhuflarda aranan ilim ve bilgi yoktu. Suhuflar, tekrar dualarla yerine, yani muhafazalığa konuldu. Aksakallılar Meclisi, tekrar aralarında tartışmaya başladı. Heyetin on beş kişisi ‘hilâl’ şeklinde yarım daire pozisyonunda, Turk ise hilâlin ağzının açık bulunan kısmında yer almış bir vaziyetteydi. Âsâlar ellerinde ‘divan’ durdular. Adeta ‘Ay Yıldızı’ andıran bir oturum idi ki, esas gaye de budur, yani Ay Yıldız şeklinde durmak. İçlerinden birisi şöyle dedi: “Elimizde, Şeytan’ın hazırladığı orduya karşı koyacak ne ilmimiz var ne de bilgimiz. Yeni bir peygamber beklemekten başka çaremiz yok gibi.” (Suhuflarda yeni peygamber geleceğine dair bilgi vardı ama zamanı bildirilmemişti.) Bir diğer bilge Aksakallı şöyle dedi: “Hayır, peygamber bekleyemeyiz. Çünkü peygamberin ne zaman geleceği belli değil. Suhuflardaki alâmetler de çok açık değil. Şeytan ordusunu hazır etmiş durumda, biz beklersek, geç kalmış oluruz, bu da bizim için riskli olur. Yeni bir peygamber gelse idi şimdi gelirdi. Demek ki Yüce Yaratıcı henüz murad buyurmadı.” Bir diğer Aksakallı söz aldı ve şöyle dedi: “Bilgelerin rüyalarına başvuralım. Belki gerekli ilmi bu şekilde elde edebiliriz.” Turk cevap verdi: “Hayır. Rüya ilmini hemen herkes bilir oldu. Şeytan’a bu bilgiler sızabilir.” Aksakallılar Heyeti, ne yapacakları konusunda kararsız kalmıştı. Ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını, bu yeni durum karşısında nasıl bir ilim kullanacaklarını bilemiyorlardı. Birbirlerine bakmaya başladılar. Herkesin yüzünde bir endişe vardı. Şeytan’ın ordusuna karşı koyabilmek içim ilme ihtiyaçları vardı. Ama bu konuda ne ilimleri ne de bilgileri vardı. Çünkü insanlık yeryüzünde ilk defa böyle bir durum ile karşılaşıyordu. Hilâl ve Yıldız şeklinde dizilmiş Aksakallılar Meclisi, enine boyuna iyice tartıştılar ama bu tartışmaların sonucunda bir neticeye varamadılar. Neden Ay? Çünkü hilâl, kâinatın ilk yaratılış safhasında bir başlangıç ölçüsüdür. Özel hadiseler ve özel ibadetler için başlangıç sembolüdür. ‘SANA HİLÂL ŞEKLİNDE DOĞAN AYDAN SORARLAR. DE Kİ: İNSANLAR VE ÖZELLİKLE HAC İÇİN VAKİT ÖLÇÜLERİDİR.’ Bakara/189 Bu ayetten sonraki ayet ise ilk savaş müsaadesi olan ayettir. ‘SİZE KARŞI SAVAŞ AÇANLARA SİZ DE ALLAH YOLUNDA SAVAŞ AÇIN.’ Bakara/190 Tıpkı Şeytan’ın ordu kurup insanlığa savaş ilan ettiği zaman Turk’un da buna karşı Allah yolunda ilk kez savaşması gibi. Neden Yıldız? Yıldız neyi temsil eder? ‘BATAN YILDIZA YEMİN OLSUN Kİ.’ Necm/1