Affettim demeyle affedilmiyordu...

--------------------------------------------------------------------------------


Kadın elinde kahve fincanıyla salonda oturuyordu. Oğlu da yeni aldıkları halının üzerinde yerde oyuncaklarıyla oynuyordu. Mor koltukların taksiti yeni bitmişti. Bu ay plazma televizyon bakmaya gideceklerdi. Eski televizyonla evlendiklerinden beri idare etmişlerdi. Her şeyin bir sırası vardı. Hepsi bir anda olamazdı. Yıllardır hep böyle olmuştu. Hiçbir zaman bir kaç şeyi bir anda alamamışlardı. Önemli de değildi. Nasıl olsa kadın kocasını bu sıkıntılara rağmen seçmişti. Belki çok paraları hiçbir zaman olmamıştı ama alışmıştı artık. Kadın yıllardır kendi hayatından vazgeçip evliliği için didinmişti. Yuvayı dişi kuş yapar diye öğretilmişti çünkü. Kocasının kıyafetlerini yıkamak, iş için giydiği gömleklerini ütülemek ona keyif veriyordu. Kocası evde yaptığı yoğurdu çok severdi ve hastalanınca pek nazlanırdı ama kocasına bakmak kadının hoşuna giderdi. Uzun yıllar çocukları olmamıştı ve kocasına kendi çocuğu gibi bakmıştı. Belki bir işi, bir vasfı yoktu ama ev hanımlığı yaptığı en iyi işti. İyi bir eşti ama artık anlıyordu; iyi bir eş olmak yetmiyordu.
Kocası o kadınla tanışana kadar sadece küçük kaçamakları olan biriydi. Öyle uzun soluklu, kocasını evden koparan değil, kocasının gönül eğlencesi olan tek gecelik kadınlar vardı. Bu kadını da öyle görmek istiyordu ama içten içe biliyordu öyle olmadığını. Tanıdığı bildiği bütün evliliklerde vardı bu durum. Bunun için kocasından ayrılmayı düşünmemişti bile. O asla anlatmazdı ama bütün arkadaşları kocalarının küçük kaçamaklarından bahsederdi. Yıllarca kendini, kocası çok değerli olduğu için onca kadın peşinden koşuyor düşüncesiyle avutmuştu. Ama bu kadın başkaydı. Kocasını elinden almamıştı ama evinden almıştı. Adam daha içine kapanık, daha sessiz ve aklı hep başka yerde olan bir adamdı artık. Hamile olduğunu öğrendiğinde anne olacağından ziyade daha çok artık kocasını tamamen kazanacağı için sevinmişti. O’na bir erkek evlat verecekti ve üzerlerine düşen gölge kendiliğinden gidecekti. Nihayet yıllardır istedikleri olmuştu ve artık kocası evine bağlanacaktı. Artık kadınlığını kullanacaktı ve anne olacaktı. Başkaları umurunda değildi. Nasıl olsa kocası dönüp dolaşıp evine geri gelecekti. Sanki sabrettiği için mükafatını alıyordu. Zaten kocası da onu el üstünde tutuyor, kendisinin bir dediğini iki etmiyor ve kesinlikle heyecanla oğullarının dünyaya gelmesini bekliyordu. Artık o kadına gitmiyordu. Görmüyordu O’nu. Bundan emindi. Doğuma bir hafta kalmıştı. Annesi de şehir dışından gelmişti ve lohusalık döneminde yanında kalacaktı. Bebek odası da hazırdı. Artık her şey yıllardır hayalini kurduğu gibiydi. Tam her şey güzel olacaktı ki tanımadığı ama varlığını bildiği, fakat yıllardır yüzleşmekten korktuğu kadından uzun bir mesaj geldi. Kadın her şeyi detaylarıyla anlatıyordu. Kocasının hayatını nasıl mahvettiğini, ikisini de nasıl kandırdığını ve bir türlü yolundan çekilmediğini söylüyordu. Aslında kadın kadına aynı durumda olduklarını anlatıyordu ama bu kadarını kaldıramazdı. O kadınla aynı safta yer alamazdı. Meğer kocası, o kadına evliliklerinin en ücra, en mahrem köşelerinden bahsetmişti; karısından ötürü çocukları olmadığını ve bundan ötürü geçirdiği depresyonu anlatmış, aslında nişanlıyken ayrılacaklarını ama ayrılamadığını, karısının abisini kaybettiğinde ne kadar değiştiğini, çocukları olacağını öğrendiğinde aslında kendini buna hazır hissetmediğini, karısının iyi bir insan olduğunu ama aslında onunla anlaşamadıklarını, karısıyla okuduğu bir kitabı bile paylaşamamanın üzüntüsünü duyduğunu defalarca dile getirmiş, O’nunla tanışınca aslında karısıyla olan yaşantısının ne kadar sıradan olduğunu gördüğünü, karısının gidecek yeri olmadığı için, O’na acıdığı için ve dahası karısının yıllardır kendi yatalak annesine bakmış olmasından ötürü vicdan yaptığı için boşanamadığını söylemişti. Bunları anlatan kadın bir gecelik yatılan bir kadın değil sanki kocasının dert ortağı gibi yazıyordu. Mesajı okurken canı yanıyordu. Her şeyini o kadınla paylaşıp, geceleri evdeyken bile onunla konuşup, ümit vermişti ona. Kadın şimdi her şeyi anlatıyordu. Yıllardır hissettiği, bildiği ama bir türlü kabullenmek istemediği, nasıl olsa diğerleri gibi geçecek, dediği her şeyi. Kadın çocuklarının doğum gününü bile biliyordu. Oğluna oyuncak kutusu almaya gidiyorum diye evden çıktığı gün de o kadına gitmişti. Meğer çocuklarının olması hiçbir şeyi değiştirmemişti. Kadın adamdan kurtulamadığı için, kadına huzur vermediği için anlatıyordu bunları. Oysa kadın adama; Artık beni rahat bırak. Gelme. Karına yalan söyleyip, çocuğunun hakkını yiyerek beni görmek istediğine değiyor mu? diye sorduğunda, adam kadına, evet değiyor, bile demişti.
Adam oğlu bir yaşına geldiğinde, kadın her şeyi bildiği halde ve kaç kere tartıştıkları halde o kadınla görüşmeye devam etmişti. Bir sonu olmalıydı artık. Ağır bir savaşın ve büyük kavgaların sonucunda kocasını boşanmakla ve çocuğunu bir daha göstermemekle tehdit etmişti. Kocası eğer bunu kabul etseydi gidecek bir yeri bile yoktu. Söylediği her şey blöften ibaretti ama kocası bunu göze alamazdı. Mutluluk meyvesi sandığı oğlu bir an evlilikleri yıkılmasın diye kullandığı bir koz oldu. Yıllardır evliliğinde taşıdığı onca kadının kirini bu kadına yenik düşerek ziyan edemezdi. Nasıl diğerlerine yenilmediyse buna da yenilmeyecekti. Hepsinin acısını da bu kadından çıkarırcasına yıllardır kendi yapamadıklarını kocasına yaptırtmıştı. Ağır hakaretlerle ve şiddetle ayırmıştı onları. Yaptıklarını düşündükçe içi acıyordu. Bambaşka bir kadın olmuştu ama bu savaşı o kazanmalıydı.
Elindeki kahve soğumuştu. Halıdaki küçük lekeye odaklanan gözlerinden bir damla düştü. O kadın yoktu artık. Baktığı halının altına ne çok şeyi süpürmüşlerdi oysa. Kocası işteydi. Gerçekten işe gitmiş midir? diye düşündü. Artık kocası her evden çıktığında aklından binbir soru geçiyordu; ya dediği gibi işe gitmediyse? Ya başka biriyle tanışırsa? Ya başkasına aşık olursa? O kadına karısından boşanacağını bile söylemişti. Yine olabilirdi. Eve geldiğinde oğlunun başını sıvazladığı gibi o kadının da saçlarını okşamıştı. Oğluna dokunmasından tiksiniyordu artık. O eller, çocuğu evde ateşler içinde ağlarken, başka kadına dokunmuştu. Oğlunun ateşi olduğu gün kaç defa aramıştı ama telefonu açmamıştı. Oğluna dokunmaya hakkı yoktu ama dokunmasına izin vermezse başkalarına dokunacaktı. Bir tek kocasının evde olduğu günler içi rahattı. O kadına dair bildiği her şeyden rahatsızdı. Onun geldiği yer, okuduğu kitaplar, kocasıyla dinlediği şarkılar, tanıştığı arkadaşları, beraber gittikleri tiyatro, konserler ve daha nice yaşadıkları şeyleri nasıl kıskanıyordu aslında. Nasıl yapmıştı bunu? Ya kocasına hediye ettiği gömlek? Arkadaşlar doğum günüm diye almış diyerek getirdiği o gömlek. Kaç defa ütüleyip giydirmişti kocasına. Kocasının o kadına neler hediye ettiğini hayal bile etmek istemiyordu. Hepsini atsa yaşananları nasıl yok edecekti ki? Akşam aynı yatağa uzanıp başını yastığa koyunca kocasının aklından o kadının geçmediğini nerden bilecekti? O kadını bir düşünce olarak nasıl yok edecekti? Kendini sadece kazanmış olmakla tatmin ediyordu ama içten içe biliyordu; en büyük kayıp O’nundu. Gururunu ayaklar altına almıştı ve aslında kendisine hiç saygısı kalmamıştı. Kadın belki hayatlarından çıkmıştı ama kocasına nasıl güvenecekti? O kocasını asla aldatmazdı ve aldatsa kocası kendisini asla affetmezdi ama kadın nasıl mecburdu affetmeye, nasıl çaresizdi. Kendisine acıyordu. Artık ailesi de her şeyi biliyordu. Ne kadar huzurlu ve mutlu gözükmeye çalışsa da ailesi kocasının yaptıklarını unutmayacaktı. Ara sıra birlikte çektirdikleri fotoğrafları paylaşıyordu, mutluyuz diyordu ama kimseyi kandıramazdı. Sadece kendini avutuyordu. Zamanla her şey eskisi gibi olacak diye inanmak isterken gerçek anlamıyla nasıl affedecekti? Aslında sadece hırsıyla kibrinin arasına sıkışmıştı. Kadın sarsılan egosunu tatmin etmekle meşguldü. Kocasını sevdiğinden değildi bu savaş, sadece başkasının çok değer verdiği birini kaybetmek istemiyordu. Nasıl olduysa yıllardır hiç bir değeri olmayan bir arsaya yabancı bir alıcı çok değer biçmişti. Meğer tarlam ne kadar kıymetliymiş de farkında değilmişim düşüncesi ile onu kaptırmak istemiyordu. Oysa alıcı arsanın ne kadar değersiz olduğunu anladığında zaten kendiliğinden bırakmıştı o arsayı ama işte gözü bir kere kinle, öfkeyle kararmıştı. Kocası her ne kadar o kadını yuvalarını yıkmak için bunları yapıyor olmakla suçlasa da, kadının kocasını falan istemediğini kendi de biliyordu. Kimse karısını aldatarak tanıştığı bir adamla evlenmek istemezdi. O kadın kocasıyla evlenmek istese karısına her şeyi anlatır mıydı? O kadın aslında kocasını istemiyordu artık ancak kocası yine de uzak durmamıştı ondan. Kocasını affederek kazandığı tek şey aslında sadece O’nun hayatındaki fiziksel varlığıydı. Affettim demeyle affedilmiyordu. Kocası kafasının içinde neredeydi, kimleydi bilmiyordu. Belki de canını yakan tek şey kocası başını yastığa koyduğunda O’nun aklında ve vicdanında kalan kadın olamamaktı. Kocasının başka kadına dokunduğu değil de, onca yıllık emeğe ve oğullarına rağmen kocasının yıllarca aynı kadına gidip bağlandığı, ağladığı, içini döktüğü, şiirler yazdığı ve hastalandığında bile O’nunla ilgilendiği ağırına gidiyordu. O kadına onca yıllık kutsal bir birliktelik hakkında böyle konuşabilmiş olması en büyük ihanetti. Evlilikleri hakkında söyledikleri yalan bile olsa bunu yapmış olmasını sindiremiyordu. Ulaşamadığı için o kadının hep kocasının aklında kalmasından korkuyordu. Belki şimdilik hayatından çıkmıştı ama aralarında hep bir düşünceydi artık o kötü kadın. Aralarında açılan derin yaraların nasıl kapanacağını, karanlık uçurumun nasıl yok olacağını düşünüyordu. Kocasına nasıl saygı duyacaktı? Kocası zaten O’na saygı duymuyordu. Duysa bunları yaşatmazdı. Sevgi olsa zaten bunlar yaşanmazdı. Seven sevdiğine kıyamaz ki. Güven ise buruşturulan bir kağıt parçasıydı; tekrar açsan bile buruşan yerlerin izi kalan bir kağıt parçası ve artık tek taraflıydı. Adam affedilmiş olmanın, kadınsa affeden olmanın bedelini, yıllardır her şeyi altına süpürdükleri o halının üzerinde oynayan oğulları için, altında birikenlere katlanarak ödeyeceklerdi.