Düşlerim kavgalı benim sensizliğin kıyısında sessiz bakışlarınla.
Gözlerine ilişen zaman ne de yol almış üzerimizden. Savrulursun o yüreklerden. Sığmazsın hiçbir nefese. Sırf seni, içinden atmak için devamlı solur durur ömründen. Yokluğun üşütürken ayazın içinde boğazına saplanmış bir hançer ses etsen şah damarına saplanacak o an bilmeden.
Sevmeyi öğrenemedim ya da sevilemedim o satırlarda. Hep eksiğim desem de fazlalığımdın sen benim. Öyle çorak şehirdeyim ki ne yana dönsem için için kanayacak kalbim, gözlerim hep demlenecek özleme.
Sustukça çoğalan heceler gidişleri bırakır eline. Bir bakış bir ah etti can-ı gönlüme ben isem o ahı yaşatmaya çalıştım her saniye, nefesimle ölüme terkedildim. Cümlelerin ağırlaştı ne olur alır mısın düşlerini başımdan. Her bakışında biraz yenik düşerken hasrete azalıyorum sessizliğin tükettiği o sırda.
Aldanamıyorum artık hiç cümleye. Arayışım yokluk damarlarımda akan bir umudun koynuma sarıldığı anda sabırı iple çekiyorum gözlerime. Kavgalarım beni hırçınlaştırıyor içtiğim su bile acı veriyor zehirleniyorum. Ağladıkça bedenime zehir açıyor gülümsemelerim.
Dağ başında açan bir çiçek yalnızlığa terkedilmiş kayaların altında ölüme mahkum edilmiş. Rüyam gerçek benim gerçeğimde yokluk. Duama öyle bir sen sürdüm ki ömrümce bitiremeyeceğim. Gelsen de bir gelmesen de ben ölüyorum bunu bilmesen de.
Bir ışıltı istedim sadece bana bakan gözlerinde selama uzanan ömrümün sonsuz damlasına kadar yetecek. Gönül rahatlığıyla ölecek kadar sen istedim. Benim aşk kelebeğim olacaksın sonsuzluğa.
Hani kelebeklerin ömrü kısa olurmuş ya. Bende beyaz bir kelebek olup avuçlarında olsam son bir buse kondurup o yüceliğe ersem. Buram buram kokan toprağa sarılıp dilimde tek besten olsam.
Düşlerim sensizliğinle kavga ederken sessizliği giyinmiş cümlelerim. Yalın ayak, çırılçıplak, boyasız duvarları, bacasız kalmış islenmiş kalbin her yanı. Düğümlenmiş umutları param parça olmuş düşleri.
Bir taraftan iğne iplik iliklemiş yalnızlığı.
‘’Gönül pusulasın kaybetmiş ‘o’ ışığı arıyor.’’