Kadın: "Hayır seni istemiyorum demeli" derken bir an bile teredüt etmemişti..." Hatta gözlerimin içine bakıp; çık hayatımdan... sadece bedenim istiyor seni desin"..."sen bana azsın desin o zaman" ... "Evet...evet bunları duymak istiyorum" dediğindeyse; kadının cesareti odasını aydınlatan mumun titreyen ışığında büyüyen gölgesi gibi devleşmişti...
Oysa yüreği...yüreği o gölgeyi büyüten mum alevinin ta kendisiydi. En az o kadar sıcak ve en az o kadar ürkek...
Korkularınla yüzleşerek güçleneceğini umut ederken, söyledikleri onda ızıdrapla karışık bir tiksintiye neden olmuştu: Midem bulanıyor...artık onu bu denli isterken, bu kadar oynamak zorunda olmaktan, tüm bu karmaşladan, bu kaosun orta yerinde bir kelebek gibi caresiz savrulmaktan...her temasımızda tekrar tekrar bir girdaba düşüp kaybolmaktan; midem bulanıyor...
Bir kaç saniyelik sessizliğin ardından "işte bu kadar" dedi..."hepsi bu...ve inan işte bu yüzden de bu duymak istediklerimi bir gün bana söylerse, üzülmeyeceğim..."
Ama hayır...böyle sürüp gidecek işte. Eğer cesur olamazsam; o hep susacak, bense kendi kendime konuşup duracağım...tıpkı deliler gibi ...sadece benim duyduğum, benim gördüğüm, benim hissettiğim bir şeyle yaşıyorum ben...delilik daha fazlası değil ki.
Kadın, o geceni öncesinde verdiği kararı anımsadı bir an ve kendi kendine söylenmelerini...
Tüm zihni belki aylardır bu ve benzeri ezgilerden oluşan kakafonik bir orotoryoyu bestelemekle meşguldü sanki.
O hayatında bundan böyle hiç olmayacaktı. En doğrusuydu bu. Ve bunu sağlayacak olanda kendisi olmalıydı. Bunu uzun süredir yapılması gereken en akıllı seçim olduğunu bilse de, kalbine söz geçiremiyordu işte. Ama bu defa ki farklıydı (yada kadın bunun öyle olmasını umutsuzca diliyordu)
Yada...Belkide bu orotoryoyu besteleyen şahsın görevden alınması bir çıkar yol olabilirdi...
Hem kim atamıştı onu bu göreve? Kimdi ki, tüm bu saçma sapan besteleri yapan? Kimdi onu böylesine severken ondan kurtılmaya dair ona bu alternatif planları kurgulayıp, bu taslakları hazırlayan? Öyle değil mi ya...Ne tuaftır budenli severken...bu kadar çok isterken "O" nu yüreğinden çıkarmanın "en akıllıca seçim" olarak adlandırılması..."
Bir yanı bunları söylerken öte yandan da hala zihninde o orotoryo bestelenmekteydi...
Evet evet; bu defa farkılı olacaktı...Çünkü; "o artık yok" demeyecekti... yada "O olmamalı" değildi bu defa ki mantrası...bu ve benzeri ona odaklı her cümlenin ardından zihninde dalgalalanmaya başlayan şu oluyordu: "Ama bir O var ki kurtulmaya çalışıyorsun"
Bir yığın bildik öğretiden benzer türde söylemlerden alıntılar üşüştü bir an zihnine...ve kadın bu karmaşanın orta yerinde gülümseyiverdi...."Unutmalıyım" derken bile, onu hatırlıyorum ben... Öyle ya; kimi umutmalıyım?: O"nu ...
Ve işte diğer yan yine devrede: Bu büyük saçmalık...O benim en sevdiğim, hatta uzun süredir en çok sevdiğim...Ve hayatımda olsun yada olmasın bunun değişmesini istemiyorum ki ben...
Ama hayır bu defa bir son verecekti bu sapkın ikileme. İşte kadın o an sorunundan farklı bir düzleme yükselerek çözümünü üretti: " O hiç olmadı"...
Hiçlik kavramı var ile yok ikileminin çok dışındadır çünkü..Yok varlıkla vücüt bulur. Var da yok oldukça anlam kazanır...Oysa "hiçlik"...hiçlik öylemiydi ya?...
"Geldiğin bu nokta felsefik anlamda ussal da olsa, işin içinde yürek varken bu çözüm ne kadar kaale alınmalı bilemiyorum" diyecek olan da yine kendisi oldu...
Şu koskoca evrende yoksa yalnız mıydı ne? Tıpkı deliler gibi ..."Sadece kendi duyduğu, kendi gördüğü, kendi hissettiği bir şeyleri yaşayan delileri gibi..
Öyle ya; delilik de daha fazlası değil ki...