Bir mekanizma var ve bu mekanizma her zaman işleyen bir fizik kanunu gibi: Dilediğini düşünür, düşündüğün doğrultuda oluşacakları yaşar, yaşadığın o şeyde her ne ise ve sana ne hissettirirse onu hisseder, alıp kabul eder ve hayatına devam edersin... "Ama bu kadarla da kalmıyor" dediğinizi duyar gibiyim. Ama ya öğretiler, hesaplar, sosyal kaygılar. Ya bunlar için ödenmesi gereken bedeller ne olcak mı dediniz?

Evet , burada haklısınız işte. "Dilediği doğrultuda hissetmek ve yaşamak" Bu bizim doğamızın, insan olmak adına var ettiği, bize tanıdığı bir ayrıcalıktır. İnsana bahş edilen bir armağandır. Fakat yine de dileyen kullanır. Dilemeyen değil...

Öfke duyacağınız bir olay yaşadığınızı düşünün: Öfkelenmek istem dışı bir şekilde vücudunuz harekete geçirdi. Öfke ilk olarak karında hissedilir ve göğüse doğru yükselir. Boğazınızda düğümlenip kalması, bastırıyor olmanızın bir sonucudur. Burada tıkanıp kalmaz, dışarı çıkmasına müsade ederseniz haykırır, bağırırsınız.

Aksi halde dişleriniz sıkar, parmaklarınızı yumruk yapar sıkarsınız. Dişler kitkenir, çene kemiğinde normal dışı bir baskı oluş. Yutulan öfke; boğazdan çıkamayıp dişlerde kitleniğinde, hareket edemeyen çene ve çene kemiği kasılır hareketsizleşir. Ve buda; aşırı miktarda durağan enerjinin bu noktalarda birikmesi sonucunda çene, diş, diş eti sorunlarına neden olur. Bunun yanısıra; kısıtlı, kontrollü, gergin bir bedendili oluşumu olarakta bu durum dışarıdan rahatlıkla gözlemlenebilir.

Tabi tek olan biten de bu değildir yaşanan süreçte: Hareket etme ihtiyacı kısıtlanan çene, bu defa hareket etme istemini aşırı yemek yemek, fazla miktarda sigara tüketimi, çok fazla ve lüzümsuz miktarda konuşmaya dönüştürerek rahatlamaya çalışır.

Ökelenmenize sebep olan düşünceyi tespit edip, oluşum sebeplerini çözemedikçe de; yutulan sözcükler kitlenmiş enerjiye dönüşerek, bulundukları yerde fiziksel(bedensel) rahatsızlıkları oluşturur. Ruhsal bazda oluşan sıkıntı ve tezahürlerine ise hiç girmeyeceğim. Maskeler takarak öfkeyi görünmez kılma çabasının, öfke duyandaki kısa ve orta vadeli tezahürlerinden kısaca bahsedip geçeceğim. Ve bu duygunun bastırılmaması gerektiğine dair şahsi görüşümü belirttikten sonrada: Asıl öfkeye sebebiyet veren kaynağa dönemedikçe bu oluşumun önüne geçilemeyeceğini düşünüğümü de söyleyeceğim.

Evet "kaynak". Bu sözünü etmekte olduğum kaynak; ne ökeye sebep olan olay, ne de kişi veya kişilerdir. Sizi ökelendiren sadece ve sadece kendi bakış açılarınızdan başkası değildir. "Kendi bakış açılarımız" hepsi bu...

Birinin yaptığı veya yapmasını istediğiniz ama yapmadığı bir hareket veya davranış. Veya etmesini istediğiniz bir söz yada sizin duymayı hiçte istemediğiniz bir cümle öfkenizi tetiklemeye yetmez mi çoğu zaman? Yani hep bir başkasıdır sizin öfkelenmenize sebep olan. O olmakta olan, ya beklentinizin dışında bir oluşum, yada umduğunuzun hayata geçmemesinden ötürü yaşan bir haldir çoğu zaman.

Size edilen ve hak etmediğinizi düşündüğünüz bir laf, kırılan gurunuz, kırılmışlık, aşağı görülmüşlük, incinmişlik hislerine sebep olan bir tutum. Kendinizi küçük düşürülmüş ve dolayısıyla kızgın olma hali ile başbaşa bulmanıza neden olur.

Ya sizinle hem fikir olunmadığında oluşan o tatsız durum. Bu bakış açısı farkları ve bunun hoşunuza gitmeyen bir uslup ve tavır içinde dile getirilmesi, bizileri öfkelendirmez mi?

Yani bizim en haşin, en vahşi yanımızı tetikleyen tamamen, dış menşeyli bir kaynak öyle değil mi? Tabi ya bunları hissetmemize sebep olan, bu sayıp döktüklerim hep bize karşı bir diğerinin yapıp ettikleri değil midir?

Tabi doğru. Olan biten dış menşeylide; her nedense tezahürleri hep bizde oluşuyor. Bizim midemiz kasılıyor, biz dişlerimizi sıkıyoruz. Ülser olan da, ileri safhalarda kitlenip kalmış enerjilerin oluşturduğu blokaj noktalarında tezahür eden kanser yumruları ve kitlelerde bizim vücudumuzda beliriyor.

Bu sürece hakim olabilmek ve dönüştürmek ile ilgili henüz bilgi ve deneyiminiz yokken; kontrollü bir öfke ve bunu içte tutulmaması, dışa vurumu ise kesinlikle tercih edilmelidir, diye düşünüyorum.

Ama bir de şöyle düşünsek: O bize delice öfke duymalısın diyen düşünce , ya o şundan öfkelen, bunu işittiğinde stres hormonların kanına zehirini enjekte etsin diyen zihin, ya o kime ait?

Ya bu doğru bu güzel, bu hoş, bu sevinmen, mutlu olmanı gerektiren bir durum diyen kimin zihni? Bundan kaçın, uzak dur, kork ve kaç diyen kimin zihni, kimin öğretileri, kimin deneyimleri, kimin alışkanlıkları, kimin bakış açıları?

Bir diğeri, biz kabul etmediğimiz takdirde bizi nasıl kızdırabilir? Bize nasıl tesir edebilir? Ya bizi nasıl ölümcül bir öfkenin kurbanı olan, hasta bir beden ve zihin haline dönüştürebilir söyler misiniz? Biz kabul etmessek; biri bizi nasıl insan beeninde bir hayvanmışcasına eli kanlı bir katile, ağzından köpükler saçan bir mahluka dönüştürebilir?

Kimse bunlara sebebiyet veremez. Ama, biz keinlikle bu negatif duyguları tezahür ettirebilmek adına birilerini bu işe vesile edebiliriz.

Bu durumda; eğer bir gün gelipte artık bu sonu gelmez öfke, kızgınlık, kırılganlık duygularının oluşturacağı bedensel ve ruhsal rahatsızlıklardan şikayetçi olmaya başlar isek:Değiştirmemiz gereken ne çevreniz, ne buna sebep olduğunu düşündüğünüz insanlar ne de yaşamakta olduğunuz hayat tarzıdır.

Ve benim bu güne kadar edindiğim deneyim ve öğretiler toplamının ışığında gördüğüm şudur: Bir insan bu koskoca evrende gerçek olan ve anlamlı bir o kadar da fark yaratabilecek tek bir değişikliğe neden olabilir. O değişiklikte: Kendisinde yapacağı değişimdir.

Eğer dilersek; öke duymak yerine, olan bitenin sebeplerini anlamak için yansız, ben merkezci olmayan, empatik ve proaktif (çözüm odaklı) bir bakış açısı geliştirerek yaşamı deneyimlemeye devam edersiniz.

Eğer bunu zihninizde oluşturmaya başlar, düşüncelerinizde değişikliğe neden olursanız; bu defa da peşi sıra duygularınızında değişmeye başlayacağını göreceksiniz. Ve bu düşünce ve duygular yeterince olgunlaştığında; artık öfkeninizi tetikleyecek tarz olaylarında aynı sıklıkla tezahür etmediği gerçeği ile de yüz yüze geleceksiniz.

Bu tarzdaki olay ve kişilerle karşılaştığınızda ise; eskiden karnınızdan dişlerinize kadar çıkan o yakıcı, kendinizi patlamaya hazır bomba gibi hissetmenize sebep olan kimyasal sürecin, artık hiç oluşmadığına şahit olacaksınız.

Peki sonra mı ne olacak? Olaylar aynı olaylar, sözler aynı sözler, kişiler aynı kişiler dahi olsa; siz başkalaşmış olduğunuzdan tepkiler, yaşananlar düşünceler bakış açıları ve değerlendirmeler bambaşka olacak.

Çünkü: Öncesinde öfke duygsuna neden olacak o oluşumun yerine zihin; farkındalığın artışını takiben artık anlayış idrak ve olgunlığu oturtmuş olacak.

Sebeplerini anladığınız, anlamaktan öte artık bildiğiniz ve bundan dolayıda tamamen hakim olduğunuz bir süreçte siz neye, kime nasıl öfke duyabillirsiniz? Yada bunun için kimi veya hangi olay ve kişileri vesile edebilir de kendinizi aldatmak isteyebilirsiniz ki? Hem buna artık neden gereksinim duyasınız ?

Olmakta olan; o kişinin bakış açısından gördüğü kadarıdır. Kısacası; sizi kızırmak yada öfkelendirmek şöyle dursun karşılaştığınız bu tip olay veya eskiden buna neden yolan o kişiler; artık sizin için ancak onların bulunduğu boyut ve gerçekliğin var bir tezahüründen ibaret olur. Bundan böyle; onlar size ne etki eder, ne de ilişkiye geçebilir...