Geçtiğimiz günlerde kişisel gelişimle ilgili Don Miguel Ruiz’in “Dört Anlaşma” adlı kitabını okudum. Kitapta yazılan bilgiler insanlar arası ilişkilerde yaptığımız birçok hatayı gözler önüne sermektedir. Bizlerin insan olarak yaptığımız en büyük hata, karşımızdaki kişiyle nasıl konuşmamız gerektiğini bilememizdir. Gerçekleşen konuşmalardan, yapılan davranışlardan varsayımlar yapmak ve bunları gerçekmiş gibi algılamak çoğu insanın yaptığı en belirgin özelliklerimizden biridir. Yaşadığımız dünyayı cennete çevirmek bizim elimizdedir, ancak bunu nasıl yapacağımızı ne yazık ki bilememekteyiz. Ben de kısaca bu bilgilere değinerek okuyanlarımla paylaşmak istiyorum.
Toltek bilgeliği bugün halâ bir kısım Meksika Kızılderilileri tarafından uygulanan canlı bir öğretidir. Bir Toltek kendini doğanın ve evrenin bir parçası olarak görür ve doğal yasalara uyumlu bir yaşam sürmeyi amaçlar. “Bilgi insanı” anlamına gelen Toltekler kadın-erkek gibi cinsiyet ayırımı yapmadığı gibi, canlı-cansız ayırımı da yapmazlar. Resmi tarih Tolteklerin 9. ve 12. Yüzyılları arasında yaşadığı söylense de kökenleri tarihin karanlıklarına kadar uzanır. Toltekler, Tula şehrinin dağılmasından sonra birçok kollara ayrılmıştır. Bunlardan en bilinenleri Wirrarika, Aztek ve Maya’dır. Bugün Maya-Toltek bilgeliğindeki derin astronomi bilgilerinin isabetliği günümüz bilim insanlarını halâ şaşkınlığa düşürmektedir. Toltekler görmeye, öğrenmeye, uygulamaya önem veriyor, tapınma onlar için bir anlam ifade etmiyor. Son bin küsür yıldır atalarından öğrendikleri bilgeliği gizlemek ve varlıklarını büyük bir gizlilik içinde yürütmek zorunda kaldılar. Bir taraftan Avrupalıların topraklarını istila etmesi, diğer taraftan birkaç çırağın öğretileri kendi çıkarları uğruna sorumsuzca kullanması sonucu ustalar bu bilgileri bilgece kullanmaya hazır olmayan kişilerden ya da bireysel kazanç uğruna bilerek yanlış kullanan insanlardan korumak gereğini duydular. Toltek bilgisi korunarak nesilden nesle aktarıldı. Yüzlerce yıldır gizli tutulan bu saklı bilgilerin şimdi paylaşılma zamanı geldiği söylenildi. Eski Toltek kehanetleri, içinde bulunduğumuz çağın bu bilgeliğe geri dönmenin gerekli olacağı çağ olduğu söyleniyor. Don Miguel Ruiz bizimle Toltek öğretilerini paylaşmak için görevlendirilmiş bir öğreticidir.
*Üç bin yıl önce tıpkı sizin ve benim gibi bir insan dağlarla çevrili bir şehrin yakınında yaşıyordu. İnsan, atalarının tıbbi bilgilerini öğrenmek üzere eğitim görüyordu. Yeni ay gecesinde mağarasından çıktı, hayatının bir anda büyük bir dönüşüme uğradığını hissediyordu. Ellerine baktı, bedenini hissetti ve kendi sesini duydu. “Ben ışıktan oluştum, ben yıldızlardan oluştum, her şey ışıktan oluştu ve aradaki boşluk boş değil” dedi. Yıldızlara tonal, yıldızların arasındaki ışığa da nagual adını verdi. İkisinin arasındaki alanı ve uyumu yaratanın Yaşam ya da Tasarlayan olduğunu anladı. Varolan her şeyin tek bir yaşayan varlık olduğunu biliyordu artık. Işık yaşamın bilgi taşıyıcısı idi. Işık canlıydı ve tüm bilgiyi ihtiva ediyordu. Ve şunu keşfetti: Varolan her şey tanrı dediğimiz tek olan canlının değişik ifadeleridir. Her şey Tanrı’dır. İnsanın algılaması, ışığın ışığı algılamasından başka bir şey değildir. Maddenin bir ayna olduğunu da gördü. Her şey ışığı yansıtan ve bu ışıkla görüntüler yaratan bir aynadır. “İllüzyon dünyası, rüya kendimizi olduğumuz gibi görmeyi engelleyen bir duman gibidir. Gerçek biz saf sevgi, saf ışığız” dedi. Diğer insanları ve doğayı bir başka algıladığını fark ettiğinde şaşkınlığa düştü. Her şeyde kendisini görüyordu. Her insan, her hayvan, her ağaç, su, yağmur, bulut, toprak kendisiydi. Hayatın tonal ve naguali farklı farklı karıştırarak milyarlarca farklı hayatın ifadelerini yarattığını gördü. Bildiklerini anlatabilecek sözler bulamıyordu. O herkesi çok iyi anlayabiliyor, ama hiç kimse onu anlayamıyordu.
…
Şu anda gördüğümüz ve işittiğimiz her şey bir rüyadır. İnsanlar her an rüya görüyor. Beyin uyanıkken de uyurken de rüya görür. Biz doğmadan önce doğan insanlar dışarıda kocaman bir rüya yarattı. Buna toplumsal rüya ya da gezegensel rüya diyebiliriz. Gezegensel rüya milyarlarca bireysel rüyanın oluşturduğu kolektif rüyadır. Küçük bireysel rüyalar bir araya geldiğinde aile rüyası, toplum rüyası, şehir rüyası, ülke rüyası ve sonunda insanlık rüyasını yaratıyor. Gezegensel rüya toplumsal kuralları, inançları, yasaları, dinleri, değişik kültürleri, okulları, sosyal olayları içinde barındırıyor. Bizden önce doğan, daha önce yaşamış insanlar bize nasıl toplumsal rüyaya uygun rüya görmemiz gerektiğini öğretiyor. Yeni doğan çocuğun dikkatini toplumsal rüyanın sayısız kurallarına odaklıyoruz ve bu kuralları onun zihnine empoze ediyoruz. Toplumsal rüya neye inanmamız gerektiğini bize öğretiyor. Bu konuştuğumuz dille başlar. Her harf, her sözcük bir anlaşmadır. Çocuklar yetişkinlerin söylediği her şeye inanır, büyüklerin anlaşmalarına katılırız. Bu süreç insanların ehlileştirme sürecidir. Ehlileşme yoluyla nasıl yaşayacağımızı ve nasıl rüya göreceğimizi öğreniyoruz. Toplumsal rüya bize nasıl insan olacağımızı öğretir. Tabii yargılamayı da öğreniriz. Kendimizi, başka insanları yargılarız. Ailede anne babayı, okulda öğretmenleri memnun etmeye çalışır ve bir oyuncu olmaya başlarız. Kendimiz olmaktan korkarız, çünkü kendimiz olduğumuzda reddedilmekten korkarız. Başkalarının birer kopyası oluruz. Bir şeyleri biraz olsun anlamaya başladığımız bir yaşa geldiğimizde “hayır” sözcüğünü öğreniriz. Yetişkinlere karşı çıkarız çünkü özgürlüğümüzü korumak isteriz, kendimiz olmak isteriz. Bir süre sonra korkmaya başlarız çünkü yanlış bir şey yaptığımızda cezalandırılacağımızı biliriz. Zihnimizde herkesi ve her şeyi yargılayan bir yargıç vardır. Ne yapıp ne yapmamamız gerektiği, ne düşünüp ne düşünmememiz gerektiği, ne hissedip ne hissetmememiz gerektiği, her şey bu yargıcın boyundurluğu altındadır. Yasaya aykırı davrandığımızda yargıç suçlu olduğumuza karar verir. Cezalandırılmamız ve utanç duymamız gerekir. Bu suçlama yaşamımız boyunca her gün defalarca olur. Bu yargılamadan payını alan bir başka parçamız daha vardır. Bu parçamıza kurban denilir. Kurban suçlamayı, suçluluk duygusunu ve utancı taşımak zorundadır. İçimizdeki yargıç tüm kararlarını bu yasalara göre alır ve mahkum eder. Kurban suçluluk duygusunu ve cezasını çeker. Gerçek adalet her hatanın bedelini bir kez ödetir. Gerçek adaletsizlik de her hatanın bedelini tekrar tekrar ödetir. Dünyada aynı hatanın bedelini binlerce kez ödeyen tek canlı insandır. Bir hata yaparız kendimizi yargılarız, kendimizi suçlu buluruz, kendimize ceza veririz. Hatalarımızı her hatırlayışımızda kendimizi tekrar tekrar yargılarız. Eğer çevremizdeki insanlar bize hatalarımızı sık sık hatırlatıyorlarsa bu ceza bir türlü bitmez. Bizler de başkalarının yanlışını her hatırlattığımızda aynı hatanın bedelini onlara defalarca ödetiriz.
İnsanlık gerçeğin, adaletin ve güzelliğin arayışını sürdürüyor. Gerçeği göremiyoruz, gerçekten kim olduğumuzu, özgür olmadığımızı anlayamıyoruz. Hiç kimse bize kendimizin zarar verdiğinden daha fazla zarar veremez. Bize zarar veren içimizdeki yargıç, kurban ve inanç sistemimizdir. Kendimizle yapacağımız dört anlaşma ile cehennem rüyasının içinde yaşamak yerine yeni bir rüya, bireysel cennet rüyanızı yaratacaksınız.
1. ANLAŞMA
KULLANDIĞINIZ SÖZCÜKLERİ ÖZENLE SEÇİN
İlk anlaşma dört anlaşmanın en önemlisidir ve aynı zamanda uyulması en zor olan anlaşmadır. Sadece bu anlaşmayla bile dünyadaki cennet denilen varoluş boyutuna erişebilirsiniz. Söz insan olarak sahip olduğumuz en güçlü araçtır, söz büyü aracıdır. Ama iki yanı keskin kılıç gibi sözünüz en güzel rüyayı da yaratabilir, etrafınızdaki her şeyi de yok edebilir. Kılıcın bir yanı sözün kötüye kullanımıdır. Bu kullanım cehennemi yaratır. Diğer yanı ise sözün mükemmel kullanımıdır. Bu da güzellik, sevgi ve dünyadaki cenneti yaratır. Söz öylesine güçlüdür ki, bir söz milyonlarca insanın yaşamını değiştirebilir ya da yok edebilir. İnsan zihni sürekli tohumların ekildiği verimli toprak gibidir. Tohumlar düşünceler, fikirler ve kavramlardır. Burada tek problem genellikle bu verimli toprağa korku tohumları ekilir. Ehlileştirme sürecinde ebeveynlerimiz, kardeşlerimiz, yakınlarımız bizimle ilgili düşüncelerini düşüncesizce söylediler. Biz bu düşüncelere inanırız ve zihin bu inanç doğrultusunda sayısız kanıtlar sunar. Bir gün bir kimse başka bir sözle zihninize tohum eker ve yeni bir anlaşma yaparsınız. Bu anlaşma ile artık kendinizi eskisi gibi hissetmez, zihnimiz de bize kötü kanıtlar sunamaz. Sözün yanlış kullanımı nesilden nesle aktarılır. Benzer şeyleri kendi çocuklarımıza ne kadar sık yapıyoruz. Onlarla ilgili olumsuz birçok fikir beyan ediyoruz. Ve çocuklarımız kara büyüğü yıllarca taşıyor. Kara büyüğü bize yapanlar bizi seven insanlar oluyor. Ama ne yaptıklarının farkında bile olmaksızın. Bu nedenle onları affetmeliyiz, onlar ne yaptığını bilmiyor. Sözlerimizin arı olması çok önemlidir. Arı saf, temiz, kusursuz, eksiksiz anlamına geliyor, “günahsız” demektir. Dinler günah ve günahkarlardan bahseder. Günah kendi doğana karşı yaptığın her şeydir. Kendi varlığına karşı hissettiğin, inandığın ya da söylediğin her şey günahtır. Herhangi bir şey için kendini yargıladığında veya suçladığında kendine karşı olmuş olursun. Günahsız olmak bunun tam zıddıdır. Saflık, arılık kendine düşmanca davranmamaktır. Günahsız olmak demek davranışlarının sorumluluğunu üstlenmek ama kendini yargılamamak ve suçlamamak anlamına gelir. “Günahsız” sözler kullanmak enerjinin doğru kullanımıdır. Sözümüzde “günahsız” değiliz. Genellikle sözü kendi bireysel zehrimizi akıtmak için, kızgınlığımızı, kıskançlığımızı, çekememezliğimizi ve nefretimizi ifade etmek için kullanıyoruz. Birinci anlaşmayı kavradığımızda yaşamınızda olabilecek tüm değişimleri de görmeye başlarsınız. Önce kendinizle olan ilişkinizde değişim olur, sonra diğer insanlarla, özellikle sevdiğiniz kişilerle olan ilişkileriniz derinden farklılaşır. Sözlerinize göstereceğiniz dikkat ve seçimlilik size bir şey daha kazandıracaktır. Bağışıklık. Başkalarının negatif telkinlerine karşı bağışıklık kazanacak ve size söylenen olumsuz sözlerden etkilenmez hale geleceksiniz. Sözleriniz “günahsız” ise kendinizi iyi, mutlu ve huzurlu hissedersiniz. Bu tohuma bakın, onu besleyin, büyütün. Bu tohum zihninizde geliştikçe daha fazla tohumlar yaratacaktır. Bu anlaşma çok güçlüdür, sözlerinizi sevginizi paylaşmak için kullanın. Sözlerinizi size acı veren küçük anlaşmalarınızı bozmak için kullanın. Bu anlaşmayla farklı bir rüya yaratabilirsiniz. Cehennemde yaşayan binlerce insanın arasında bile cenneti yaşayabilirsiniz. Cehennem size yaklaşamaz.
2. ANLAŞMA
HİÇBİR ŞEYİ KİŞİSEL ALGILAMAYIN
Etrafınızda olan biten hiçbir şeyi kişisel algılamayın. Bireysel önemlilik ya da kişisel algılamak bencilliğin en üst düzeydeki ifadesidir. Her şeyin merkezinde kendimiz olduğunu düşünürüz. Kişisel algılamak sizi kara büyücüler için kolay bir av haline getirir, sizi istedikleri zehirle besleyebilirler, siz de söylenenleri kişisel algıladığınız için zehri afiyetle yutarsınız. Onların yaptıkları, hissettikleri kendi bireysel rüyaları, kendi anlaşmalarının bir yansımasıdır. “Söylediklerin beni incitiyor” da diyebilirsiniz. Söylediklerim sizin yaralarınıza dokunduğu için incinirsiniz. Sizi inciten sizsiniz. Bu filmde yönetmen de, yapımcı da, başrol oyuncusu da sizsiniz. Diğer herkes yardımcı oyunculardır. İnsanları kişisel algılamadan gerçekte oldukları gibi görebilmeyi başardığımızda asla onların söylediği ya da yaptığı şeylerden incinmeyiz. Size yalan da söyleseler bundan incinmezsiniz çünkü onların korktukları için yalan söylediklerini bilirsiniz. Kişisel algılamamayı alışkanlık haline getirdiğinizde kızgınlığınız, kıskançlığınız, fesat duygularınız yok olur, üzüntüleriniz bile kaybolur. Kişisel algılamadığınızda olağanüstü bir özgürlüğe kavuşursunuz. Bunu gerçekten anladığınızda başkalarının özensizce ve bilinçsizce söylediği sözler ya da davranışlar sizi incitemez.
3. ANLAŞMA
VARSAYIMDA BULUNMAYIN
Üçüncü anlaşma varsayımda bulunmamaktır. Her şeyle ilgili varsayımda bulunma eğilimimiz vardır. Buradaki problem varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmamızdır. Probleme davetiye çıkarırız. Dedikodunun, cehennem rüyasında insanların iletişim biçimi ve birbirlerine zehir aktarım yolu olduğunu unutmayın. Bir şeyi anlamadığımızda varsayımlarda bulunarak ona anlam vermeye çalışırız. Soru sormak daima varsayımda bulunmaktan iyidir. İlişkide varsayımlar kavgalarımızın, zorluklarımızın, sevdiğimizi iddia ettiğimiz kişileri yanlış anlamamızın nedenidir. Birileri bize bir şey söylediğinde de varsayımda bulunuruz, söylemediklerinde de varsayımda bulunuruz. Herkesin hayatı bizim gibi algılaması gerektiğini ya da algıladığını varsayarız. İnsanların en büyük varsayımı budur. İnsanları değiştirmeden oldukları gibi kabul edebilmektir. Eğer onları değiştirmeye çalışıyorsak, bu onlardan gerçekten hoşlanmadığımız anlamına gelir. Aynı zamanda karşımızdaki kişi de bizi olduğumuz gibi kabul etmeli, bizi değiştirmeye çalışmamalıdır. Bu yol bireysel özgürlüğün yoludur, ruh içinizde özgürce dolaşır. Bu niyetin ustalığı, ruhun ustalığı, sevginin ustalığı, değer bilmenin ustalığı, yaşamın ustalığıdır. Bu ustalık, Toltek’in amacıdır.
4. ANLAŞMA
DAİMA YAPABİLDİĞİNİN EN İYİSİNİ YAP
Her koşul altında daima en iyisini yapın, ne daha fazla ne de daha az. Ama şunu daima hatırlamanızda yarar var. An, her an değiştiği için asla “en iyiniz” olmayacaktır. Her şey canlıdır ve her an değişim halindedir. Sabah taze ve enerjik olarak yaptığınız “en iyi” akşamın yorgunluğunda yaptığınız “en iyi”den daha iyi olacaktır. “En iyiniz” sağlıklı ya da hasta olmanıza göre değişecektir. Mutlu ya da üzgün, kızgın ya da kıskanç olmanıza göre “en iyiniz” değişecektir. Ne daha fazla ne daha az. Daha fazla yapmak için kendinizi zorladığınızda gerekenden daha fazla enerji sarf etmiş olacağınızdan, bedeniniz yorgun düştüğü için kendinize iyilik yapmış olmazsınız. “En iyiniz”den daha az yaptığınızda ise kendinizi yargılarsınız, suçluluk ve pişmanlık duyarsınız. Kendinize saygı duymakta zorlanırsınız.
Bu dört anlaşmayı yaşama geçirdiğinizde cehennemde yaşamanız olanaksızdır. Sözlerinizde özenli olduğunuzda, hiçbir şeyi kişisel algılamadığınızda, varsayımlarda bulunmadığınızda, daima yapabildiğinizin en iyisini yaptığınızda harika bir yaşamınız olacaktır. Yaşamınızın kontrolü yüzde yüz sizin elinizde, sizin yönetiminizde olacaktır.
Herkes özgürlük istiyor. İki üç yaşlarında bir çocuğa baktığımızda özgür bir insan görürüz. Çünkü o istediğini yapıyor. Tıpkı bir çiçek, bir ağaç, bir hayvan gibi özgür. Henüz ehlileştirilmemiştir. Oyun oynamaktan korkmuyor. Geçmiş ve gelecekle ilgilenmiyor, sadece anda yaşıyor. Gerçek siz, hiç büyümemiş olan içinizdeki o küçücük çocuktur. Bazen içimizdeki çocuk dışarıya çıkar, o anlarda kendimizi mutlu hissederiz. Eğlenirken, oynarken, kendimizi bir şekilde ifade ettiğimiz anlarda çocuk dışarıdadır. Bu anlar yaşamımızın en mutlu anlarıdır. Gerçek siz dışarıya çıktığında geçmişte takılmazsınız ve gelecekle ilgili endişe duymazsınız. O anlarda çocuk gibi olursunuz. Toltek olmak bir yaşam yoludur. Ve bir Toltek bilgedir, çılgındır, cesurdur, özgürdür.