“Bir evin bir oğlu ne demek anne?” dediğinde ilkokul ikinci sınıfa gidiyordu! Önce öğretmenine sormayı düşünmüştü; ama sonra vazgeçmişti. O, annesinin oğluydu ve en doğrusunu annesi bilirdi. “Bizim senden başka evladımız yok. Bu evin tek çocuğu yani tek oğlumuz sensin. O nedenle öyle derler.” demişti. Neden arkadaşları gibi onun da kardeşi olmadığının cevabını yıllar sonra halasından öğrenecekti. Eve döndüğünde annesine ve babasına sımsıkı sarılacak, onları çok sevdiğini söyleyecekti. Şaşkın bakışlarını da görmezden gelecekti.
Meraklıydı; ama bunu kimse bilmezdi. Merakını kendince giderir, beceremediğinde de halasına koşardı. Güya merak eden kendisi değildi. Bir gün Ahmet diğer gün Mehmet olurdu! Halası pek kanmış gibi bakmazdı; ama o da umursamazdı.
“Yürümüyor, koşuyorsun; asansöre binmiyor, tırabzandan kayıyorsun; bisikletinin lastiğini iki günde bir nasıl patlatıyorsun hayret ediyorum, arkadaşlarına aptal kafalılar diyorsun, dersleri dinlemediğini söylüyor öğretmenin; ama her nasılsa başarılı oluyorsun ve lütfen arabamı çalıştırıp ınının oynamaktan vazgeç!” vaazını verdiğinde babası, 12 yaşını henüz bitirmişti. Babası konuşurken o, doğum gününde halasının aldığı ve başucunda duran kuyruklu kırmızı Şevrole’yi düşünüyordu! Düzenli aralıklarla tekrarlanan Neler Yapılmalı-Neler Yapılmamalı toplantılarıyla yetinmemiş olacak ki babası, bir de psikiyatra gitmişlerdi. Yaşıtlarından daha akıllı olması ne demekti anlamıştı. “Hiperaktif” kelimesinin ne anlama geldiğini ise halasına soracaktı. Bakalım o da tırabzanı mı suçlu bulacaktı.
Liseli Gülay Abla’yla ödev yapmak iyiydi de neden ikide bir “Sen ne yakışıklı delikanlısın.” deyip öpüyordu! Dudakları yanağına değdiği anda içi bir fena oluyordu! Bunu ne annesine ne de halasına anlatamazdı, biliyordu; babasıyla konuşmalıydı da onun da gözünde pek masum değildi. Ödevlerini artık kendi başına yapacaktı.
Burcu’yu ilk öptüğünde aklına Gülay Abla’sı geldi. Barlar Sokağı’nda biralamış sonra da kendilerini Moda sahildeki banklara atmışlardı. Öpüşmek için en sota yer orasıydı. Neden anlattığını bilmediği, “Burcu biliyor musun, benim bir Gülay Abla’m vardı...” hikayesinin masumiyetine genç kızı inandırması oldukça zor olmuştu. Annesi de her yarım saatte bir “Nerede kaldın?” oğlum diye aramaz mıydı, büyüdüğünü ne zaman anlayacaktı !
İzinsiz aldığı babasının arabasıyla polise yakalandı bir gün! Olmayan ehliyetinin hesabını vereceği yerde “Sevgilime gecikiyorum, bırakın gideyim; ehliyet dediğiniz nedir ki?” deyince araba parka kendi de karakola çekildi. Babası ve halası geldi almaya. Tek kelime konuşmadılar yolda! Ne umarlarsa umsunlardı, aldığı bir ders filan yoktu! Ivır zıvır kuralları olan bir hayat yaşamayacaktı.
Yağmurun sürahiden boşanırcasına yağdığı bir nisan gününde veda etti halası onlara! Ağlayıp ağlamaması gerektiğine karar veremedi saatlerce. Gözlerini ayırmadan izleyen anne babası da korkmuşlardı o halinden! “Ağlamayacağım.” dedi gözlerinin içine bakarak! “Büyüdüm artık. Halamsız da yetebilirim kendime.” sözleriyle bütünleşen bakışların neler anlattığını biliyordu babası. Aralarındaki sevgi bağı hep kuvvetli olmuştu; ama ablası kadar etkili olamamışlardı oğullarının üzerinde. Denetlenemez öz güvenin tehlikeleriyle yüzleşeceklerdi artık!
Hep avukat olmak istemişti, Hukuk Fakültesi’ni kazandı. Demek ki isyandaş müvekkilerinin davalarını bağıra çağıra takip edebilecekti. Belki de adı “Cazgır Avukat”a çıkacaktı. Oysa tırsacak ne vardı düzende! Hem sevinmiş hem de düşüncelere dalmıştı annesiyle babası. “Aman oğlum, olur olmaz yerde kükreme!” diye nasihatte de bulunmuşlardı. Daha da önemlisi, “Artık ehliyetini al, ehliyetsiz araba kullanan kanun adamı mı olur? Sonra da sana küçük bir araba alalım oğlum. Rahatça gidip gelirsin okuluna.” demişti babası. Sarılmıştı sıkıca. En son ne zaman sarıldıklarını hatırlayamamıştı.
Sıkıldı derslerden, sınavlardan! Verselerdi ya kullanabilene şu ehliyeti. Utandı düşüncesinden! Kanun adamı böyle de düşünmezdi. Babası duysa ne derdi. Kursu kazandı, sertifikasını aldı. Ehliyet için de randevu günü erkenden yollandı Trafik Şubeye. Babası arabasını vermişti. Ehliyeti yoktu; ama dosya numarası vardı. “Babaa, aldım ehliyetimi. Bugün dersim yok, Burcu’yla buluşacağız.” dedi, sahil yolundan Maltepe’ye yol alırken. Çok mutluydu. Burcu’yu da arayıp müjdeyi verse iyi olacaktı. Gözünü telefondan ayırıp yola çevirdiği anda göz göze geldiği adama hızla çarptı. O korkunç took sesiyle frene bastı. Durdu! Elleri titriyor, kalbi yerinden çıkacakmışçasına atıyordu. Aynadan arkaya baktı. Yaya geçidinin üzerinde yatıyordu çarptığı. Yavaşça çıktı arabadan. Ayakta durmakta zorlanıyordu. Bağdaş kurdu yere, “Hala, halacığım gel n’olur!” dedi.
“Amirim, kırmızı ışık ihlali. Aracın çarptığı şahıs ölmüş. 34 yaşında, memur, evli. Ailesine haber verdik. Üzerinden bir de Organ Bağış Kartı çıktı. Bugün almış!”