Nihal Atsız ( 1905)- (11.12.1975)şair, yazar, tarihçi

12 Ocak 1905 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası, Torullu Deniz Makine Önyüzbaşısı Hüseyin Efendi'nin oğlu Deniz Binbaşı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzonlu Kadıoğlu ailesinden Deniz Yarbay Osman Bey'in kızı Fatma Zehra Hanım'dır.

İlk ve orta öğrenimini Kadıköy'deki Fransız ve Alman okullarında ve babasının Kızıldeniz'deki görevinden ötürü bulundukları Süveyş'teki bir Fransız okulunda yaptı. Kasımpaşa'daki Cezayirli Gazi Hasan Paşa Mektebi ile Haydarpaşa'daki Osmanlı İttihad Mektebi'nde, Kadıköy ve İstanbul
Sultânilerinde eğitim gördü. 1922 yılında sınavla Askerî Tıbbiye Mektebi'ne girdi.

Ziya Gökalp'ın cenaze töreninin yapıldığı gün sınıfında çıkan bir kavga sonucunda Tıbbiye üçüncü sınıf öğrencisiyken alaya çıkarıldı. Bir süre
Kabataş Lisesi'nde yardımcı öğretmen ve Mahmud Şevket Paşa Vapuru'nda katip olarak çalıştı.

1926 yılında 'Anadolu'da Türkler'e Ait Yer İsimleri' başlıklı makalesinin Türkiyat Mecmuası'nda yayımlanması, Edebiyat Fakültesi'ne girmesine vesile oldu. Taşkışla'da piyade eri olarak dokuz aylık askeri hizmetini yaptı.

1927 Ekiminde Yüksek Muallim Mektebi'ne kaydoldu. 1930 yılında Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı fakültede Prof. Fuad Köprülü'nün asistanı
olarak kaldı. Bu sırada aylık Atsız Mecmua'yı yayınlamaya başladı (15 Mayıs 1931- 25 Eylül 1932, 17 sayı).

1932 yılında toplanan Türk Tarih Kurultayı'nda, Zeki Velidî Togan ile ilgili olarak Dr. Reşid Galib'e bir protesto telgrafı çekti. Reşid Galib Maarif Vekili olunca 13 Mart 1933 tarihinde asistanlıktan alındı. Malatya Ortaokulu'na Türkçe, bir müddet sonra da Edirne Erkek Lisesi'ne Edebiyat öğretmeni olarak sürgün edildi. Burada Orhun Dergisi'ni çıkarmaya başladı (5 Kasım 1933- 16 Temmuz 1934, 9 sayı).

Liselerde okutulan tarih kitaplarının ilmi hatalarını tenkit ettiğinden, 28 Aralık 1933 tarihinde MEB emrine alındı. Orhun dergisi hükümetçe kapatıldı. 9 Eylül 1934 tarihinde Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'nda Türkçe, ayrıca Özel Yüce Ülkü Lisesi'nde Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yaptı. 1939-1944 yıllarında Boğaziçi Lisesi'nde Edebiyat okuttu.

Yeniden çıkarttığı Orhun Dergisi'nde (Mart ve Nisan 1944) Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na, Türkiye'deki komünist faaliyetlerini iki açık mektupla bildirmesi, büyük yankı uyandırdı. Açık mektuplardan ikincisinde istifaya çağrılan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, 7 Nisan 1944 tarihinde özel lisedeki öğretmenliğine son verdi. 3 Mayıs 1944 tarihinde "Vatan haini" dediği Sabahattin Ali'nin Ankara'da kendisi aleyhine açtığı davanın görüşülmesi sırasında bir grup genç, Atsız lehinde gösteriler yaptı.

O gün Ankara'da ve yurdun çeşitli bölgelerinde yapılan tutuklamalar, 'Irkçılık-Turancılık Davası' adı takılan bir davanın, İstanbul 1 Numaralı
Sıkıyönetim Mahkemesi'nde aylarca görüşülmesine yol açtı.

Üniversite profesörü, doktor, öğretmen, subay ve üniversite öğrencilerinden oluşan 23 sanık, önce çeşitli işkencelere uğratıldı. 7 Eylül 1944 tarihinde yargılanmaya başlandı. 29 Mart 1945 tarihinde açıklanan kararda altı buçuk yıla mahkum edildi.

1,5 yıl tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde Askerî Yargıtay'ın bozma kararıyla tahliye oldu. 5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yeniden tutuksuz yargılandı.

Mahkeme, 31 Mart 1947 tarihinde bütün sanıkların beraatine karar verdi. 4 yıl resmi görev alamadı. 25 Temmuz 1949'da Süleymaniye Kütüphanesi'nde
görevlendirildi. 21 Eylül 1950-13 Mayıs 1952 tarihleri arasında Haydarpaşa Lisesi'nde Edebiyat öğretmenliği yaptı. Ankara'da verdiği "Devletimizin Kuruluşu" konulu bir konferans sebebiyle tekrar Süleymaniye Kütüphanesi'ne alındı. Nisan 1969'da kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Türk Ansiklopedisi'ne tarihi ve edebi konularda makaleler yazdı.

1967 yılında AP İktidarı sırasında Ötüken dergisinde Güneydoğu'da yapılan komünist bölücülük propagandaları hakkındaki yazıları yayınlandı. Bu yazılardan dolayı dönemin propagandasının etkisinde kalan yöneticilerinin baskısıyla mahkemeye verildi. 7 yıla yakın devam eden mahkeme safahatı sonunda derginin sorumlu müdürü M. Kayabek ile birlikte 15'er ay hapse mahkûm edildi.

Bu karar temyizden dönmesine rağmen mahkeme, baskılar sebebiyle kararında ısrar edince cezaevine girdi. Kendisinin muhalefetine rağmen, dostları tarafından rahatsızlığı öne sürülerek Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ten affı istendi. Cezaevinden 1974 yılında çıkabildi. 11 Aralık 1975 tarihinde kalp krizinden vefat etti. 13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramı'nın birinci günü Kadıköy Osmanağa Camii'nde kılınan ikindi namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.





ESERLERİ:

Çanakkale'ye Yürüyüş (1933)
Edirneli Nazmi'nin Eseri ve Eserin Türk Dili Bakımından Ehemmiyeti (1934)
Komünist Don Kişotu, Proleter-Burjuva Nazım Hikmetof Yoldaş'a (1935)
Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar (1935)
Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi (1939)
900. Yıldönümü (1940)
Dalkavuklar Gecesi (roman, 1941)
Türk Edebiyat Tarihi (2. Bas. 1943)
Müneccimbaşı Şeyh Ahmet Dede Efendi (1940)
En Sinsi Tehlike (1934)
Bozkurtların Ölümü (roman, 1946)
Behcetü't-tevârih (1949)
Ahmedî'nin Dâsitan ve Tevârih-i Mülûk-i Âl-i Osman'ı (1949)
Bozkurtlar Diriliyor (roman, 1949)
Türk Ülküsü (1956)
Z Vitamini (1959)
Osmanlı Tarihine âid Takvimler I (1961)
Osman'ın Tevârih-i Cedid-i Mir'ât-ı Cihân'ı (1961)
Yolların Sonu (şiirler, 3. Bas. 1966)
Birgili Mehmed Efendi Bibliyografyası (1966)
Türk Tarihinde Mes'eleler (1966)
İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebussuûd Bibliyografyası (1967)
Âli Bibliyografyası (1968)
Deli Kurt (roman, 1958)
Âşıkpaşaoğlu Tarihi (1970);
Evliya Çelebi Seyahatnamesinden Seçmeler, 2 c. (1971)
Ruh Adam (roman, 1972)
Oruç Beğ Tarihi (1973)



AİLE AYRINTI

Necdet Sançar'ın ağabeyi, Yağmur Atsız ve Buğra Atsız'ın babasıdır.





HAKKINDA YAZILANLAR

İbnü'l Emin Mahmud Kemal (Son Asır Türk Şairleri, s.1235-1237); Atsız'ı, "Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan" bir yazar olarak
tarif etmiştir. Çıkardığı dergilerden başka, varsağı ve koşma tarzındaki şiirleri, tarihî romanları, tarihî, edebî incelemeleri ve tenkitleri ile ilim, fikir ve sanat sahasında geniş tesir yaratan birçok eser verdi.



HAKKINDA YAZILANLAR

1.Atsız Armağan'ı, Ötüken Y., İstanbul 1976
2.Nihal Atsız, Sakin Öner, Toker Y., İstanbul 1977




HAKKINDA YAZILANLAR

Nihal Atsız'dan Kalan
Yağmur Atsız
Radikal 14 Aralık 2006

11 Aralık, Atsız'ın 31. Ölüm Yıldönümü. Pazartesi günü, her yıl olduğu gibi, yine ona dâir yazılar yayımlanıp, anma törenleri düzenlendi. Onun ne kadar eşsiz bir insan olduğu anlatıldı. Tıpkı on yıllardır olduğu gibi... Ancak, yine on yıllardır olduğu gibi, bütün bu yazılar, şiirler, övgüler ve kutsamalar muhtemelen bu sefer de yoğun bir duygusallık ve şark-kârî bir hamâset edebiyâtı sınırlarını pek aşmadı, aşamaz. Oysa gönül isterdi ki bu doksandokuzluk tesbih misâli 30 yıldır tekrârından özellikle genç nesillere usanç gelen, fakat 'Aman cehâletimiz meydana cıkmasın!' endîşesiyle kimsenin açıkça söylemeye cesâret edemediği 'Atsız çok büyük Adamdı, çook, çokkk!' âyinleri tedrîcen yerlerini 'Peki, ama neden?' suâline bırakmış olsun. Yâni meselâ yine o belirli kesimlerin göklere çıkarmakdan yorulmadığı, lâkin tamâmına yakın bölümünün zahmet edip de iki satırını okumadığı Peyâmi Sefâ'nın ifâdesiyle 'şiir devrinden şuur devrine' nihâyet geçmiş bulunalım. En yakınlarından biri sıfatıyla şunu iddia edebilirim ki bugün Türkiye'de adı en fazla bilinip de kim olduğu en az bilinen şahısların bir listesi çıkarılsa Atsız bu listenin bir ihtimâl başında yer alır. Bilenlerin kısm-ı âzamı da aşağı yukarı sâdece 'Bozkurtların Ölümü' adlı romanını bilir. Toplam dört romanı vardır, 'Öbürlerini say!' deseniz onu dahî beceren az bulunur.
Garibdir ki Atsız hakkındaki en dişe dokunur incelemeler onun hayranları tarafından değil politik yelpâzenin sol kanadında duran araştırmacı ve bilim adamlarınca kaleme alınmışdır.

Meselâ "Toplum ve Bilim" Dergisi'nde Cenk Saraçoğlu'nun uzun incelemesi gibi. Yâhut İletişim Yayınları 'Modern Türkiye'de Siyâsî Düşünce' dev dizisinin 4. Cildi "Milliyetçilik"deki gibi... Bunun bildiğim yegâne istisnâsı, kanaatimce yaşayan olumlu mânâdaki en büyük Türk Milliyetçisi olan Târihçi Ağabeyim Yılmaz Öztuna'dır. Zâten aralarındaki büyük yaş farkına rağmen Rahmetli Prof. Muharrem Ergin'le berâber Atsız'ın en yakın iki arkadaşı ve sırdaşıydılar.

Atsız neden önemli?

Benim bunca yıl sonra ansızın Atsız'ı tematize etmem bir heves sonucu değil. Hidâyete filan da ermiş değilim. Ne var ki zarûret görüyorum. Türkiye son zamanlarda gitgide kabarma ve azma istîdâdı gösteren haşîn, mütecâviz ve dış dünyâyla en câhilâne tarzda kanlı-bıçaklı bir milliyetçi ve (artık ne demekse!!!) 'ulusalcı' dalganın etki alanı içine girme tehlikesine mâruz. Sâdece dış dünyâ bakımından değil ülke içinde de mecâzî bağlamda bir boğazlaşma ortamı doğuyor. Bu arada Atsız da her eline geçirenin kötüye kullandığı bir tür "çok amaçlı silah"a dönüştürülüyor. 'Kafatasçılık' iddiası bu sû-i istîmâlin en bâriz örneklerinden biridir. Bakınız ölümünden on ay önce, 1970 Şubatı'nda yayınlanmış olan 'Türkçülük ve Siyâset' başlıklı yazısında ne diyor: "Kafatasçılığın ise Türkçülükle uzak yakın hiçbir ilgisi ve ilişiği yoktur."

Atsız'ın 'ırkçılık' anlayışı da Hitler Irkçılığı ile mukayese edilemez. Irkçılığın her türlüsüne karşı hayâtı boyunca var gücüyle mücâdele etmiş bir insan olarak bu farkı belirtmeyi de bir entelektüel hakkâniyet gereği telakkıy ederim. Yine aynı yazıdan: "Türkler ise, Türk soyundan gelmişler kadar Türkleşip kendini o soya bağlayan ve beyninde hiçbir yabancı ırk düşüncesi bulunmayan fertlerin topluluğudur."

Yukarıda sözünü etdiğim 'Milliyetçilik' adlı 1022 sayfalık cildde Araştırmacı Güven Bakırezer'den şu satırlar var: "Atsız kan bağını mutlak bir saflık olarak aramayıp (./.) anası Türk olmayan Osmanlı Pâdişahlarını, Babası Arnavut olan Mehmed Âkif'i Türklük kadrosundan çıkarmamıştır.

Ayrıca kan bağını tahlîlin olanaksız olduğunu reddetmez." Lütfen yanlış anlaşılmasın! Irkçı değildi demiyorum. Ancak i'lerin üzerindeki noktaları koyuyorum. Şahsen ırkçılığın her türlüsüne şiddetle karşı olduğumu da hayâtım boyunca saklamadım.
Ama yine de önemli bir adamdı Atsız!!!

Bunun sebeblerini Yılmaz Öztuna şöyle açıklıyor:
"Atsız Türk Milliyetçiliği'nin TÜRKÇÜLÜK denen Ziyâ Gökalp Ekolü'nü kudretle devâm ettirmiş büyük bir fikir adamı, târih edebiyat, dil bilginidir. Atatürk Gökalp'ın tekliflerinin çoğunu uygulamıştır.
Türkeş Atsız'ın yetiştirdiği bir liderdir. Atsız olmasaydı Türkeş'in ortaya çıkması kesinlikle mümkün değildi. Ancak Türkeş Türk Milliyetçiliği'nin ÜLKÜCÜLÜK denen aksiyona dönük ekolünün kurucusudur. Zamanla Atsız Milliyetçiliği'nde bulunmayan dînî motifleri de benimsedi." ("Türkiye", 4 Kasım 2005)

Şunu söylemek istiyorum ki Atsız değerlendirilirken ona kendisinde bulunmayan birtakım vasıflar izâfe ve mevcud birtakım husûsiyetlerini de hasıraltı etmek, eğer cehâletden ileri gelmiyorsa, dürüstçe bir davranış değildir.

Her devrin menkubu

İster haklı ister haksız en keskin karakter özelliklerinden biri dürüstlük olan bir fikir adamına karşı bu husûsu belirtmeyi bir borç bildim. Tekrâr ediyorum, târihen belki haklı olmasa bile bu dürüstlük Atsız'da öylesine sarsılmaz bir karakter özelliğiydi ki bu yüzden ömrü boyunca kendi devletiyle mütemâdiyen problemli yaşadı:
Osmanlı'nın son demlerinde çocuk denecek yaşda bir Tıbbiye-i Şâhâne talebesiyken hapse atıldı. Atatürk Devri'nde sürgün edildi. Millî Şef İnönü Devri'nde yine hapse atıldı. Menderes Devri'nde meslekden men cezâsı aldı ve nihâyet ikinci çok partili yıllarda 68'ine girerken tekrar hapse de girdi.

O yüzdendir ki kartvizitinde 'Her devrin menkûbu' ibâresi vardı. Menkûb, gözden düşmüş demekdir.

Ben Atsız'ın fikirlerinden pek çoğuna katılmam ve bâzılarına da muârızım ama entellektüel tavrına da her zaman derin saygı beslemişimdir. Peki, ben neyim?

Bu bağlamda benim ne olduğumu da yine Yılmaz Öztuna'nın kaleminden aktarmak istiyorum: "Yahyâ Kemâl, çok saydığı Gökalp'tan esaslı şekilde ayrılan, Gökalp gibi köye ve folklora değil, kente ve yüksek kültüre yönelen ve Osmanlı'dan kopmak şöyle dursun bilakis onu geliştiren bir milliyetçiliği telkin ve terennüm etti. Türkiye'nin geleceğini aydınlatabilecek milliyetçilik Yahyâ Kemâl'in anlattığı gibidir. Yağmur Atsız da, babasının emsâlsiz ve çok büyük târihî misyonunu belirtmekle berâber, Yahyâ Kemâl Milliyetçiliği'ni, savunuyor."

Bu satırları hassaten buraya aldım ki kerâmeti kendinden menkûl bâzı "psikanalistler"(!) yine ipe sapa gelmez hazin netîcelere varmasınlar...
Atsız bizi atının terkisine alarak Karakurum'a bir ok atımı mesâfedeki bir ulu otağın önünde indirdikten sonra 'Bundan sonra başınızın çâresine kendiniz bakın!' diyen ve biz orada biraz şaşkın ve biraz çâresiz kalakalırken altındaki küheylânı mahmuzlayıp dörtnala Tanrıdağı'na doğru gözden kaybolan adamdır.




HAKKINDA YAZILANLAR

Hayal kırıklığı
Burhan Ayeri
Akşam 23 Ekim 2010

Ötüken Neşriyat'tan Cem Sökmen'in e-postasını sizlerle paylaşmak istedik:
'Merhaba Burhan Bey, öncelikle, Allah sağlık ve afiyet versin. Atsız Bey'in kitapları hakkında yazdıklarınız hem Türkiye'deki birkaç kuşağın hikayesine, hem de hislerimize tercüman oldu. Hele yeğeninizin isim koyma öyküsü binlerce Kürşat'ın hikayesi olarak okundu. Hüseyin Nihal Atsız gibi ahlak, karakter ve ciddiyet timsali aydın değerlere, tavır oluşturmayı marifet zannedenler ve liyakatleriyle değil mensubiyetleriyle var olan donanımsızlar tarafından reddedildi, kötü tanıtıldı. Sizin değerbilirliğiniz Erol Güngör'ün Dündar Taşer'in arkasından söylediği cümleyi hatırlattı; 'İnsanın anlayışlı muhatap bulması ne büyük saadettir'. 15 yıllık bir okuyucunuz olarak hürmetlerimi sunuyorum'.

...
Atsız'la ilgili bir sürü mesaj arasından Kazım Eryılmaz'ınkini de biraz sansürleyip yayınlayacağız:

'Yolların Sonu' şiirini de bilirsiniz muhakkak. O muhteşem girişiyle Bozkurtlar'ı okuyan çocuk-genç herkesi Türk Milliyetçisi yapmıştır. Vatan-Millet aşkının varacağı son merhaleyi bu dizeleriyle anlatır. Selamlar, sevgiler.

...
Eryılmaz'ın sözünü ettiği dizeleri henüz okumamışlar için tekrarlayacağız:

Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
İtler bile gülecek kimsesizliğimize.

...
Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların...
Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda.
Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların
Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda.

...
Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;
Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağı'na.
Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin
Değişilir topu da bir sokak kaltağına.

...
İster düşün... Kendini ister hayale kaptır...
Uzar uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların.
Bakarsın aldanmışsın, gördüğün bir seraptır
Sevimli bir hayale açılırken kolların.

...
Ey doğunun alnımı serinleten rüzgarı!
Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!
Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları.
Düştüğü yer uzakta dilek adlı bir saray.

...
O sarayda bulunca Tanrı'laşan erleri
Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.
Hepsi sussa da 'Kür Şad' uzatarak elini:
'Hoş geldin oğlum ATSIZ, kutlu olsun!'




HABER

Atsız'ın kitaplarına büyük ilgi

Büyük Türk yazarı Nihal Atsız'ın bütün kitapları Ötüken Neşriyat tarafından yayınlanıyor. Uzun yıllar dağıtım engelleri sebebiyle ulaşılamayan Atsız'ın kitapları, artık bütün kitapçılardan temin edilebilecek.




HAKKINDA YAZILANLAR

Atsız Şaman mıydı?
Yavuz Bülent Bâkiler
Türkiye 7 Ekim 2012

Üç gün önce, İstanbul'da, bir fakültemize dâvetliydim. Benim için bir imza günü düzenlenmişti. Harman, Sözün Doğrusu, Üsküp'ten Kosova'ya, Türkistan Türkistan isimli kitaplarım, imzaya açılmışlardı. O imza günü münasebetiyle, etrafımda toplanan gençler, bana çeşitli sorular sordular. Gördüm ki, en çok merak ettikleri konuların başında, merhum Atsız'ın dinî inancı var. Israrla soruyorlardı:
-Atsız Şaman mıydı? Siz, onu yakından tanıyormuşsunuz. Atsız, Şaman Ocağı diye bir dernek kurmuş, doğru mu?
-Bu sorunuza cevap vermeden önce sizden öğrenmek istiyorum dedim. İçinizden kim, Atsız'ın eserlerinden veya makalelerinden herhangi birini okudu? Bana söyler misiniz?
Bu soruma cevap alamadım. Gördüm ki, hiçbiri, Atsız'dan tek satır bile okuyamamış. Meraklı gençler, sonu hep mış'la, muş'la... biten cümlelerle sormaktaydılar. Okuduklarıyla değil, duyduklarıyla karşımdaydılar. Onlara dedim ki:
-Babam da, annem de beş vakit namazda, niyazdaydılar. Annem kendi halinde bir ev kadınıydı. Babam çok okuyan bir kimseydi. Diyebilirim ki, dinî ve millî çerçeveli pek çok derginin takipçisiydi. Bu bakımdan evimizde: Ehl-i Sünnet, Sebilürreşat, İslâm, Büyükdoğu dergilerinin yanında; Orkun, Serdengeçti, Kızılelma, Tanrı Dağı... gibi dergiler de okunurdu. Babam, aynı zamanda TURANCI idi. Yani bütün dünya Türklüğünün bir bayrak altında, toplanmalarını, hür ve müstakil yaşamalarını istiyordu. Ben de 1950 yılında, ortaokulun son sınıfında iken Turancı oldum. Babamın alıp getirdiği ORKUN dergisini Nihal ATSIZ çıkarıyordu. Orkun dergisini büyük bir dikkatle ve heyecanla okuyordum. Demek ki ben, 1950 yılından, Atsız'ın vefat tarihi olan 1975 yılına kadar onun kitaplarını ve makalelerini okudum. BOZKURTLARIN ÖLÜMÜ, BOZKURTLAR DİRİLİYOR, gibi romanları, TÜRK ÜLKÜSÜ, DALKAVUKLAR GECESİ, TÜRK TARİHİNDE MESELELER, ORUÇ BEY TARİHİ... gibi eserleri fikrî yapımın teşekkülünde köşe taşlarıdır. Benim işte şurada duran ÜSKÜP'TEN KOSOVA'YA, TÜRKİSTAN TÜRKİSTAN, AZERBAYCAN YÜREĞİMDE BİR ŞAHDAMARDIR kitaplarımın yanında HARMAN kitabımdaki TURAN şiirlerim, hep ATSIZ'dan okuduklarım sayesinde yazılmışlardır. Ben ATSIZ'ı dikkatle okuduğum ve onu çok sevdiğim için, devlet televizyonumuzda 66, STV ekranlarında 35 yeni program hazırlayarak sundum. Bu 101 TV programıyla, yeni kurulan Türk Cumhuriyetlerini, yani eski Türk yurtlarını, yani Turan'ı anlattım. Bizim kökümüz ve özümüz Türkistan'da ve Azerbaycan'dadır.
Atsız 1975 yılında vefat ettiğinde, ben Ankara'daydım. Kalkıp İstanbul'a geldim. Cenaze namazı, Kadıköy'de, Osman Ağa Camii'nde kılındı. İmam, cemaate dönerek usulen sordu:
-Merhumu nasıl bilirsiniz ey cemaat-i Müslimin?
Yanımda saf tutan çok sevgili ağabeylerimizden Fethi Gemuhluoğlu yüksek sesle cevap verdi:
-"O musalla taşı, ATSIZ gibi bir yiğit, bir vatansever kişiyi az görmüştür hoca efendi!"
Nihal Atsız, bizim büyük fikir adamlarımızdan, büyük vatanseverlerimizden, büyük kahramanlarımızdan biriydi. Türklüğe ve İslâmiyete düşman olanlar, onun Şaman olduğunu, Şaman Ocağı açtığını söylüyorlar. Bu, milyon kere yalan bir iftiradır. Eğer İslâmiyete hizmet etmek istiyorsanız, kayıtsız şartsız Türklüğe kol-kanat gereceksiniz! Maksadınız Türklüğe hizmet ise, İslâmiyeti iyi kucaklayacaksınız. Biri olmadan ötekisi güçlenemez. Ve tabii çok okuyacaksınız. Bilmem anlatabildim mi?





HABER

TÜRK OCAKLARI NİHAL ATSIZ’I ANIYOR

KONUŞMACILAR:
- Atsız’ın Ülkücülüğü
(Hacettepe Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Prof.Dr. Dursun Yıldırım)

-Atsız’ın Tarih Görüşü
(MEB Talim Terbiye Kurulu Emekli Üyesi Ömer Özcan)

- Tanıdığım Atsız
(Türk Ocakları Danışma Kurulu Üyesi Yücel Hacaloğlu)

Tarih: 11 Aralık.2013 Çarşamba Saat:18.00

Yer: Türk Ocakları Ankara Şubesi
Gazi Mustafa Kemal Bul. 55/12
(Prof.Dr. Orhan Düzgüneş Salonu) Maltepe/ANKARA





HAKKINDA YAZILANLAR

Ötüken (01.1964-12.1975)

Atsız mecmua, Orhun ve Orkun dergilerinin devamı sayılan “Aylık Türkçü dergi”. Ocak 1964 ile Kasım 1975 arasında, 143 sayı çıkarıldı.

27x18 sm. boyutundaki dergi, genellikle 8 sayfa olarak yayımlanıyordu. Yazı yoğunluğuna bağlı olarak bazı sayıların 12, 16, 20, 24 ve 32 sayfa olarak çıktığı da oluyordu. Kapağı oluşturan ilk sayfasında, renkli zemin üstüne basılan logonun altında “Bütün Türklerbir ordü’ söylemi, aylı kurt amblemi, bir özdeyiş ve sayı belirteci, çıktığı ay ve fiyatı yer almakta idi. Son sayılarına her sayıda rengi değiştirilen, Ötüken'i temsil eden bir resim konuluyordu. 1969'da çıkan bazı sayıları Ankara'da basıldı.

Sahibi Atsızdı. Yazı işleri müdürlüğünü Mustafa Kayabek, sona yakın sayılarında ise Erdoğan Saruhanoğlu yaptı.

Milliyetçilik düşüncesini Atsız'ın biçimlendirdiği yolda işleyen yazı ve şiirlere, günlük olayların yorumlarına yer veren dergide dil ve tarih konularındaki yazılara da rastlanır. Yazarları arasında Atsız, Nejdet Sançar, M. Zeki Sofuoğlu, Refet Körüklü, Muzaffer Eriş, Mehmet Orhun, Fahri Ersavaş, vb. yanında, Mustafa Kayabek, Aydil Erol, Hayranî Ilgar, Ahmet Bican Ercilasun, Mirat Özçamlı, İbrahim Güleç, Murat Çetin, Suphi Saatçi, Mustafa Tanırer, Osman Üçer, Mevlût Yılmaz Uluğtekin, Abdurrahman Keleş, Atillâ Demiral, Nihat Yücel gibi genç Türkçüler de yer almakta idi.
ÖtükenUn yayınlanışı sırasında karşılaşılan en ilgi çekici fakat üzücü olay, hükûmet yetkililerinin dikkatini Güney Doğu Anadolu'daki kürtçülük -bölücülük eylemlerine çekmek için yazdığı ve derginin Nisan-Temmuz 1967 sayılarında yayımlanan yazılarından dolayı Atsız'a ve yazı işleri müdürü M. Kayabek'e 15'er ay hapis cezası verilmesi idi. Cezanın gerekçesi onların “bölücülük yaptıkları” suçlaması idi. Kayabek bu cezanın tümünü memleketindeki cezaevinde kalarak çekmiş; Atsız, hasta olmasına rağmen bir süre cezaevinde tutulduktan sonra, ülküdeşlerinin yoğun başvurusu üzerine, zamanın cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün affı ile özgürlüğüne kavuşmuştu.

Derginin bir hizmeti de çevresinde toplanan Türkçü gençlerin katılımı ile, sonradan adı ‘Türkiye Milliyetçiler Birliği’ne dönüşen Türkçüler Derneği'nin kuruluşuna vesile olması idi.

Dergi, Ankara’da görevli iken bile çıkarılmasına büyük emek veren, hatta birçok sayılarını orada hazırlayıp bastıran veya İstanbul’daki basımevine gönderen Nejdet Sançar’ın vefatı ve Atsız beğin ağırlaşan hastalığı yüzünden, yayımına 143. Kasım 1975 sayısı ile son vermek zorunda kaldı.




HAKKINDA YAZILANLAR

Orkun - I (06.10.1950-18.01.1952)

Atsız'ın çıkardığı, dergilerin üçüncüsüdür. 14 Mayıs 1950'de gerçekleşen iktidar değişikliğinden sonra çıkarılmağa başlanmıştı. Derginin bir özelliği, birçok Türkçünün maddî ve manevî desteği ile çıkarılmış olmasıdır.

28x21 sm. boyutla 16 sayfa yayınlanan derginin ilk sayfası ‘kapak’ hizmeti görüyor; orada, büyük, iri ve kırmızı harflerle basılan logodan sonra, ayrı bir satırda “Bütün Türkler bir ordu’ söylemi veriliyor; bunları çerçeve içindeki ‘içindekiler’ dizimi, büyük ve iri rakamlarla basılmış sayı belirteci, yayınlanış tarihi ve ’25 kuruş’ olan satış fiyatı izliyordu. Dergi, bu kapak düzenini 53’üncü sayıya kadar sürdürdü, 54’üncü sayıdan başlanarak kapakları resimli olarak sunulmaya başlandı. Tabiî, bu durumda, kapaktaki tasarımda yalnız ad, özdeyiş ve ‘sayı’ya yer verilir oldu.
Haftada bir Cuma günleri yayımlanan derginin imtiyaz sahipliğini ve yazı işleri müdürlüğünü, “Orkun ailesi adına” İsmet Tümtürk üstlenmişti. Atsız ın adı ise, “başyazar"’ olarak sunuluyordu.

Orkuriun 68 sayısında 250’yi aşkın yazar ve şairin yazı ve şiirleri yayımlandı. En çok yazısı yayımlanan yazarlar Atsız, Çiftçioğlu Nejdet Sançar, Sofuoğlu M. Zeki, İsmet Tümtürk, Hikmet Tanyu, H. Fethi Gözler, Faik Gözübüyük, Hocaoğlu Selâhattin Ertürk, Lütfi Önsoy, Mehmet Kaplan, Yılanlıoğlu, Namık Zafer Alpsü, Cumalıoğlu Fehmi, M. Şerif Korkut, A. Kazganoğlu (Alparslan Türkeş) idi. Yazısı çıkan başka kişiler arasında Mustafa Hakkı Akansel, Ziya Gökalp, Ali Nüzhet Göksel, Hacıömeroğlu Mustafa, Kırzıoğlu M. Fahrettin, Refet Körüklü, Rıza Nur, Bekir Sıddık Özyıldırım, Abdülhadi Toplu, Tahsin Ünal ve Zeybekoğlu (Muharrem Ergin) gibi tanınmış Türkçüler de dikkati çekiyordu. Ayrıca 11 de imzasız yazıya yer verilmişti.

Dergide şiir ve/ya manzumeler de önemli bir yer tutuyor: Hayalî Hasan Yavaş, Tahsin Burdurlu (‘Eşref-i Zaman’ mahlâsı ile), Tevfik Turan Atasever, Fazıl Bayraktar, Ayhan İnal, Kadıoğlu Süleyman, M. Zeki Akdağ, Püsküllüoğlu Turan Ali, Türkmenoğlu Ali Rıza Özer, Gökdereli Sezai Yılmaz, Çobanoğlu Kâzım Poyraz, Mustafa Kaya- bek, Yıldırım Niyazi Gençaydın (Niyazi Yıldırım Gencosmanoğlu), Basri Gocul, Fahri Ersavaş, Kirtişoğlu Bekir, Refet Körüklü, Atsız,
Hocaoğlu Selâhattin Ertürk, Gülahmedoğlu Azmi (Güleç), Rıza Nur bunlar arasında idi.
Orkun'un ikinci sayfası genelde Türkçü şiirlere, üçüncü sayfası başyazıya, öteki sayfaları ise yazılara ve yine şiirlere ayrılırdı. Arka kapak diyebileceğimiz son sayfa ise, genellikle, “Ülküdaşlarla başbaşa” başlığı altında okuyucu mektuplarına verilen karşılıkları, dergininin duyurularını, Türklük ve Türkçülük haberlerini verirdi. İç (çoklukla orta) sayfalarında, olayları mizahî tavırla yansıtan kısa yazıların bulunduğu “Orkun'dan sesler” sunulurdu.. İmzasız olan bu fıkraları, genelde, Nejdet Sançar yazardı.

Derginin başka bir hizmeti de, 1944-45'de, Türkçülerin uğradığı devlet terörünü yansıtan “1944-1945 Irkçılık-Turancılık Dâvâsı” başlıklı yazı dizisi idi. Metnini Atsız ve Nejdet Sançar'ın yazdığı bu yazı dizisi, kısa aralıklarla, 3'üncü sayıdan 62'nci sayıya kadar yayınlandı. Dizide yer alan bilgiler anılan olaylarla ilgili araştırmalar için sağlam bir kaynak niteliğindedir. Fakat, yazık ki, yarım kalmıştır.

Son sayılarda da “Dünden sesler” başlığı altında eski ve ünlü Türkçülerin yazı ve şiirleri yayımlandı.

Orkun'da “Türkelinin köy ve kasabaları” ana başlığı altında, ülkemizin köy, kasaba ve kentini tanıtan yazılar da yayımlandı. Ayrıca 32 “Türk fikir ve sanat adamı” hakkında irdeleme ve tanıtma yazılarına yer verildi.

Derginin 11 Ocak 1952 günlü 67'nci sayısında, 1-67. sayıları içine alan bir “fihrist” yayınlandı (8-16.) ve 68'nci sayının son sayı olacağı duyuruldu. 18 Ocak 1952'de yayınlanan 32 sayfalı son sayıda yer alan makale ve şiirler, tabiî olarak, fihristte yer almamıştı. Oysa, onda da çok önemli yazılar vardı: Veda / Atsız (2-7.), Köy enstitüleri hakkında umumî olarak düşünceler / Kadıoğlu (8.), Türkçülük bahsinde gaflet / Nejdet Sançar (9.), Mehmetçikle beş ay ... / Röportaj, Nuran Kitapçı (10-11.), Bir beyanname münasebetiyle / İsmet Tümtürk (12-16.), Hoş geldiniz ülkü kardeşlerimiz / Röportaj, İmzasız (18-21.), Enstitülerde okutulması yasak edilen dergiler / İmzasız (24-25), Orkun kapanıyor / İsmet Tümtürk (26-31). Ayrıca, Hocaoğlu S. Ertürk, Ayhan İnal, Yıldırım Niyazi Gençaydın, Kaplan Kural, Ziya Gök Alp, Kamberoğlu Cahit Aydoğan ile Türkmenoğlu Ali Rıza Özer ve Mehmet Emin Buğranın birer, Atsızın iki şiiri ile Hocaoğlu Selâhattin Ertürk'ün “Hikmet damlaları” başlıklı özdeyişlerine yer verilmişti. Bunlar arasındaki Atsız'ın “Veda” yazısı özellikle üzerinde durulmağa, okunmağa ve saklanmağa değer bir yazıdır. Bu yazısında Atsız, Türkçü gençlere unutulması mümkün olmayan öğütler vermekte idi. İsmet Tümtürk'ün “Orkun kapanıyor” başlıklı yazısı da hem derginin neden kapandığını anlatıyor, hem de başarılı bir yayın için neler yapılması gerektiğini açıklıyordu.

Bu kapanış olayı üzerinde kısaca durmak gerekiyor. Atsız, Orkuriun kapanışını “Birçok Türkçünün maddî ve manevî yardımıyla çıkmakta olan Orkun, onu idâre edenlerin yorgunluğu yüzünden kapanıyor. Bu kararı verenlerin ıztırabı büyüktür. Uzun konuşma, tartışma ve danışmalardan sonra, yapılacak bir şey olmadığı için bu neticeye varılmıştır.” diye belirtiyordu. Tümtürk ise, bu konuda şunları yazı¬yordu: “Orkun mevcut veya ilerisi için melhuz bir hükûmet müdahalesi yüzünden kapanmıyor. Orkun para sıkıntısı yüzünden de kapanmıyor. Para bakımından kendi yağıyla kavrulmaktaydı, hatta kâr da bırakmağa başlamıştı. Orkun’un kapanması sebebi haftalık bir derginin çıkması için gerekli zaman ve çalışmayı harcıyacak arkadaşların bulunmayışıdır. Bellibaşlı ülküdaşlarımızı vazifelerinin Istanbul dışı yerlere bağlaması ve bilhassa Atsız'ın uzun zamandır teşhis olunamayan müzmin hastalığı sebebiyle dergide çalışamaması Orkun için acı talhsizlikler olmuştur.” ister istemez inanmak zorunda kaldığımız bu gerekçeler bizim için inandırıcı değildi. Bundan dolayı, o dönemin Türkçü gençleri olarak üzüntümüzü ve acımızı içimize gömmek zorunda kalmıştık. Gerçek sebep yıllarca sonra, Atsız’ın mektupları yayımlanınca anlaşıldı.
Rahmetli Atsız, Yılanlıoğlu İsmail Hakkı beğe gönderdiği bir mektupta, Orkun'un kapatılmasını Türkçü saymadığı birini savunan ve öğen bir yazının haberi olmadan yayımlanmasına duyduğu öfke sebebiyle istemişti.

Sebep ne olursa olsun, Milliyetçi bir kuşağın yetişmesini sağlayan Orkun'un kapatılması o kuşağın mensuplarını çok yaralamış ve ümitsizliğe itmişti. Bir yıl sonra, yurt çapında örgütlenmeyi başarmış olan ve “Veda” yazısında Atsız beğ'in çevresinde toplanılmasını öğütlediği Türk Milliyetçiler Derneği’nin de kapatılması ise, o dönemin Milliyetçi gençliği için tam bir darbe oldu.





HAKKINDA YAZILANLAR

Türk Sazı (15.05.1943)

Orhun’un on yıl süren “mecburî suskunluk” cezasını delmek ereği ile çıkarılmasına girişilen, fakat, yalnız bir sayı çıkarılabilen Türkçü dergi.
O dönemin basın yasaları uyarınca kapatılan ve yayınlanmasına izin verilmeyen Orhun’un boşluğunu doldurmak için, o sırada Balıkesir Lisesi öğretmeni olan Reşide Sançar’ın aldığı imtiyaz ile, ilk sayısı 15 Mayıs 1943’te çıkarılan dergi, kimya öğretmeni olan bir kimsenin fikir ve sanat dergisi çıkaramayacağı gerekçesi(!) ile kapatıldı. Elbette asıl sebep Türk sazının ilk sayısına Atsız'ın yazdığı “sunuş” adlı başyazıda onun Orhuriun devamı olduğunu belirtmiş olmasıydı.

Türk sazı, boyutları Orkun’unkinin aynı olan bir dergi idi. Kapağında logosu, aylı kurt amblemi, içindekiler dizimi, sayı belirteci, çıkış tarihi ve satış fiyatı yer alıyordu. Bu tek sayısında Atsız’ın başyazısı yanında Mustafa Hakkı Akansel, Nejdet Sançar, Besim Atalay, Şakiroğlu Canip Sıtkı, Nazif Danışman, Şadan Akyol, Zeki Velidî Togan, Mehmed Halid Bayrı, T. Bayınırlı (Atsız)' nın yazıları ve Orhan Şaik Gökyay ile Abdülkadir İnan ın çevirileri bulunmakta idi.




YORUM

Atsız
Yağmur Atsız
12 Aralık 2014

Dün Büyük Atsız’ın 39. Ölüm Yıldönümü’ydü (12 Ocak 1905 İstanbul - 11 Aralık 1975 İstanbul).

Büyük Atsız’ın en önemli târihî husûsiyetlerinden biri hiç şübhesiz benim Babam olmasıdır ama onu önemli ve târihî kılan yegâne husûsiyet elbet bu değildir.

Merhûm’un başka meziyetleri de vardı. Peki, kimdi bu Atsız?

Bir insanın kim olduğunu anlayabilmek için kim olmadığına da bakmak bâzen yararlı olabilir.

O halde önce buna bir gözatalım:

Atsız daha pek çok başka şey de değildi muhakkak ki ama herşeyden evvel iki şey değildi; “kafatasçı” ve “kan tahlilcisi” !!!

Bu iddiayı ortaya atan hıyarlar ya câhildirler ya da kötü niyetli.

Bir kere hangi ırkdan olduklarını “anlamak” için insanların kanlarındaki neyi tahlîl edip de bulacaksınız ki böyle bir “yöntem”i uygulayasınız?

Kanımızda bir, ne bileyim, “ırk molekülü” veyâ “soy bakterisi” filan mı var?

Olsa duyardık...

İkincisi insanların aynı bunun gibi diyelim ki başları yuvarlakça yâhut uzunca görünümlü olabilir ama bundan kavmî mensûbiyet tesbîti biraz da göz renginden adres tesbîti gibi birşey

olmuyor mu?

Soylarında herhangi bir melezleşme olmadığı halde beyaza yakın tenli zencîler bile yok mu?

Atsız bu hususdaki görüşünü hiç bir şübheye mahâl bırakmayacak kadar net bir ifâdeyle belirtmişdir:

“Bir Türk gibi düşünen ve kendini Türk hisseden insanlar Türkdür!”

Daha nasıl söylesindi ki?

Ha, bakınız, diğer ırklarla karışmamış ırkların daha sıhhatli/yetenekli vs. gibi hasletlere sâhib olacağı yolunda bir inancı vardı ama buna karşı çıkanlar “saf” ırkın ancak hayvanlarda ve o da ancak bâzı hayvanlarda makbûl bir özellik olduğunu ileri sürerlerdi ki ben de tamâmen aynı kanaatdeyim.

Kısacası dünyâda ve Türkiye’de kann inceleyerek soy-sop saptaması yapılabileceğine inananlar var belki ama Atsız onlardan değildi.

Bu arada par curiosité: Türkiye’de kafatası ölçerek ırk tasnîfi yapanlar da elbet vardı...

En başlarında ise Yüce Önder’in Kızkardeşi Afet Hanım gelirdi.

Atsız’ı, bir iftirâ olarak, kafatasçılığı ile ithâm edenler ne hikmetse bunu hep meskût geçerler.

Aslı aranırsa Atsız da kafatası ölçerdi ama bunu sırf buna inanarak bâzen İstanbul’un tâ bir ucundan, hattâ arasıra başka şehirlerden gelerek kafalarını ölçtürmek isteyen safdillerle dalgasını geçmek için yapar ve ardından kendilerini aydınlatırdı.

Kafatası “ölçmek” (!) için kullandığı iri bir pergele benzeyen âlet ise Dr. Rızâ Nur’un (Mânevî Babasının... Dr. Rızâ Nur Lausanne Barış Konferansı’nda İsmet Paşa’nın yanısıra Türkiye’yi temsîl eden İkinci Delege idi ve ileriki yıllarda Atsız’ı resmen evlâd edinerek nüfûsuna geçirmişdi.) “havsala ölçme enstrümanı” idi. Hekimler vaktiyle, hâmile hanımların rahat ve problemsiz doğum yapıp yapamayacaklarını anlayabilmek için, havsala kemikleri arasındaki mesâfeyi ölçermermiş; işte o âlet...

Bugün tabii bu muâyeneyi çok daha ileri tekniklerle yapıyorlardır sanırım.

Atsız işte o iri pergelle “sanıkların” kafalarını önden ve yandan ölçer; sonra bir kâğıda, kendi dâhil kimsenin okuyamayacağı kargacık burgacık acâib birtakım “hesablar” karalayarak “ince ince” işlemler uyguladıkdan sonra netîceyi(!) verirdi:

- Oooo, Hanımefendi/Beyefendi, maalesef hiç tahmîn etmediğim derecede düşük çıkdı, sâdece yüzde 59... Siz aslen nereliyim demişdiniz?

Buna benzer bir sürü lakırdı...

Pederin garib bir mizah anlayışı vardı...

Bunlar özetle Atsız’ın olmadıklarıydı.

Olduklarına gelince:

Çok iyi bir târihçiydi.

Çok kimse onun uzmanlık alanını İslâmiyet’den önceki Türk târihi sanır ama en önemli eserleri Osmanlı Târihi ile ilgili olanlardır ve bunlardan çoğu, belki de tamâmı, hâlâ önemli başvuru kaynakları olarak kullanılmaktadırlar. Bunlar 28 cilddir.

Bunların yanısıra yine çok ünlü romanları, meselâ hâlen 104. basımı piyasada bulunan “Bozkurtların Ölümü”; ayrıca “Yolların Sonu” adı altında 13. basımı kitabcılarda bulunabilen toplu şiirleri, Türk (İnönü) Ansiklopedisi’ne yazdığı 40 madde, ilki 1928 Yılı’nda ve sonuncusu ölümünden bir yıl sonra 1976’da yayınlanan yüzlerce makalesi, ilâveten birkaç polemik kitabı vardır.

En önemlisi “Ötüken” adını taşıyan birkaç dergi de çıkarmışdır.

Bütün bunlara bakarak Atsız’ın pek de tembel bir insan olmadığı sonucuna varabiliriz.

Öte yandan geniş çevreler onu daha ziyâde “Türkçülük ve Tûrancılık İdeolojisi”nin Ziyâ Gökalp’dan sonraki sembol ismi olarak tanırlar.

Gerçi bu da yanlış değildir ama özellikle bilim adamı olarak önemini bence kesinlikle gölgelememelidir.

Bağlayacak olursak Atsız 20. Yy. fikir ve sanat hayâtımızın şâyân-ı dikkat imzâlarından biridir.

Yakın akrabâsı olarak benim bu konuda daha fazla birşeyler söylemem doğru olmaz.