Eski Türklerde, cinsel ahlak da çok yüksekti. Yakutlarda, eski yunanlıların Venüs’üne karşılık, bir doğum tanrıçası vardır ki Ayzıt adı verilir.
4 - Cinsel Ahlak
(Ziya Gökalp - Türkçülüğün Esasları)


Eski Türklerde, cinsel ahlak da çok yüksekti. Yakutlarda, eski yunanlıların Venüs’üne karşılık, bir doğum tanrıçası vardır ki Ayzıt adı verilir.


Bu tanrıça, kadınlar doğuracağı zaman imdatlarına yetişir; onların kolayca doğurmasına yardım eder; üç gün lohusanın baş ucunda bekledikten sonra, beraberindeki dere, tarla, ağaç, çiçek perileriyle gökyüzünün üçüncü katındaki sarayına döner.


Bununla beraber, Ayzıt’ın, hiç hoşgörü kabul etmeyen, bir şartı vardır: Namusunu korumamış olan kadınların yardımına, ne kadar yalvarırlarsa yalvarsınlar, ve ne kadar değerli kurbanlar ve hediyeler sunarlarsa sunsunlar bir türlü gelmez.


Bundan başka, Ayzıt’a özgü bir yaz bayramı vardır. Bu bayramın sabahında evlerin her tarafı son derece temiz ve süslü bir hale konulur, her fert en güzel elbisesini giyer, en çok sevdiği yemeklerine ise onları yer, herkesin yüzü mutlaka neşeli, şen ve tebessümlü olur. Bu sırada Ak Şaman, elinde sazı olduğu halde gelir (kış ayinlerini Kara Şaman, yaz ayinlerini Ak Şaman yürütür) dokuz genç kızla dokuz delikanlı seçerek bunları ikişer ikişer, el ele tutturarak asker gibi dizer. Ve kendisi sazını çalar, onları gökyüzüne çıkarıyormuş gibi, ileri doğru yürütür. Sazını çalarken, Ayzıt hakkındaki ilahileri de söyler. Bu estetik alay, güya üçüncü kat göğe geldikleri zaman, Ayzıt’ın sarayını koruyan yasakçılar ellerinde gümüş kırbaçlar olduğu halde meydana çıkarlar, Alay içinde namusça kusuru olanlar varsa onları geri çevirerek diğerlerini Ayzıt’ın sarayına girmesine izin verirler. İşte namusun bu dini yaptırımları eski, Türklerde cinsel ahlakın yüksek olduğu ve erkekler kadının bu ahlakla aynı derecede sorumlu olduğunu gösteriyor.


Eski Türk kadınları, tamamen özgür ve serbest oldukları halde, boş işlerle uğraşmazlardı. “Ahlak-ı Alai” kitabında yazıldığına göre, Selçuklu prenseslerinden birisi, Kazvin şehrinin sahibesi idi. Her yıl, ilkbaharda, bu şehrin kenarına gelerek yeşil bir çimenlikte otağını kurardı. Bir yıl, kazvinliler şehre genel bir lağım yaptırmak üzere aralarında para toplamışlardı. Gerekli miktarlar ulaşması için, biraz daha altına ihtiyaçları vardı. Şehirliler, bu parayı da hanım sultandan istemeğe karar vererek, ileri gelenlerden bir kurul Hanım Sultan ‘ın huzuruna gönderdiler. Bu kurul otağa yaklaşınca, otağın önündeki bir sandalye üzerinde oturan Hanım Sultan’ın bir örgü örmekte olduğunu görerek: “Bu cimri kadının bize para vermesine imkan yoktur” diye, geldiklerine pişman oldular. Fakat, Hanım Sultan tarafından görüldükleri için, geri dönmeleri de mümkün değildi.


İster istemez, Sultan’ın huzuruna geldiler ve halkın teklifini sundular. Sultan, bütün masraflar kendisi tarafından verileceğinden, toplanan yardımları sahiplerine geri vermelerini emretti ve, hazinedarını çağırtarak, lağımlar için gereken bütün paraları kurula teslim etti. Heyet içindeki bir ihtiyar, Sultan’a elindeki örgü işinden dolayı zihinlerine gelen haksız kuşkuyu söyleyince ve, Hanım Sultan şu cevabı verdi: “Evet, benim el işiyle uğraştığımı gören bütün İranlılar şaşıyorlar. Oysa ki, benim ailem içinde bütün kadınlar, benim gibi, sürekli el işiyle uğraşırlar. Biz sultanlar böyle el işiyle uğraşmazsak, ne ile uğraşacağız. Havadan sudan şeylerle mi? Böyle bir şey bizim soyumuza yakışmaz. Biz saltanat işlerinden kurtulduktan sonra, boş kalmamak için, fakir kadınlar, gibi, hep el işleriyle ve ev işleriyle uğraşırız. Bu hareket, bizim soyumuz için, bir ayıp değil, belki büyük bir şereftir.”