• Bir gece sevgili aynacık yine gelmiş padişah kızının başucuna. Masalını anlatmaya başlamadan önce demiş ki:

    - Sevgili padişah kızı; büyük kalpler, büyük binalar gibidir; daima kendilerini gösterir.

    Pencereden baktığında göremediğin dağın ardında, küçücük bir devlet varmış. Küçük bir devletmiş ama, insanları pek şirinmiş. Irmakları, dereleri, ağaçları, çiçekleri her şeyi küçücükmüş bu devletin, hem de pek güzelmiş.

    İşte bu devletin bir de padişahı varmış. Sarayında oturur, hiç usanmadan düşünür dururmuş. Artık dayanamayacak hâle gelmiş. Vezirlerini çağırmış yanına:

    - Zaman kaybetmeden haber salın memleketin dört bir köşesine. Her kim bana Hızır’ı gösterirse, dilesin benden ne dilerse. Her bir isteği emirdir benim için. Artık gücüm kalmamıştır. Bu merak birgün öldürecek beni.

    Vezirler bir telaşla emri yerine getirmeye çalışmışlar. Memleketin sağına-soluna, altına-üstüne; kuzeyine-güneyine, doğusuna-batısına adamlar gönderilmiş. Padişahın bu sözleri insanlara duyurulmuş:

    - Duyduk-duymadık demeyin! Padişahımız Hızır’ı görmeyi arzu etmektedir. Her kim padişahımıza onu gösterebilirse kıymetli hediyelerle ödüllendirilecektir. Duyduk-duymadık demeyiiin!

    Padişah bir haber gelir ümidiyle uyku nedir unutmuş. Sabahlara kadar pencerelerde geleni-gideni gözetler olmuş. Neredeyse gökte uçan kuşun kendisine geldiğini zannederek yakalatacakmış. Vezirler korkmaya başlamışlar;

    - Aman padişahımızı bu dertten bir ân önce kurtaran biri çıkmalı, yoksa aklını kaçıracak.

    Aradan bilmem kaç ay geçtikten sonra, çiçeklerin meyveye durduğu bir bahar sabahı bir adam gelmiş saraya. Kendinden emin bir hali, dimdik yürüyüşü varmış. Kapıcıya demiş ki:

    - Tez padişahımıza haber salın, kendisiyle görüşmek isterim. Ona güzel haberler getirdim.

    Kapıcı önce umursamamış bu hali perişan adamın sözlerini:

    - Padişahımız senin gibi birisiyle zaman kaybetmek istemeyecektir. Ne diyeceksen bana de, ben haberi padişahımıza veririm.

    Adam;

    - Ben bilmez miyim padişahımızın çok meşgul olduğunu, demiş. Fakat haberi Hızır’dan getirdim. Çok önemli

    Kapıcı “Hızır” ismini duyar duymaz telaşlanmış. “Sen buradan ayrılma. Hemen geliyorum.” diyerek vezirlerin yanına koşmuş. Vezirler bu adamın gelişine pek sevinmişler:

    - İnşallah, demişler. İnşallah bu adam padişahımızı bu dertten kurtarır. Artık dayanacak gücümüz kalmadı.

    Hiç zaman kaybetmeden adamı çağırtmışlar. Padişaha da haber vermişler:


    - Sevgili padişahımız, Hızır’dan haber getiren bir adam sizinle görüşmek istiyor. Huzura çağıralım ister misiniz?

    Padişah öyle heyecanlanmış, öyle sevinmiş ki; “hemen gelsin”, demiş. Adam gururla o ihtişamlı kapıdan içeri girmiş. Sanki padişah kendisi, sanki her şey onun emrinde. Başlamış konuşmaya:

    - Efendimiz, duydum ki Hızır’ı görmek istiyormuşsunuz. Ben bu isteğinizi yerine getirebilirm. Ama onu, size ancak dört yıl sonra gösterebilirim. Yalnız bir şartım var. Bu dört yıl içinde her isteğimi yerine getireceksiniz. Bir dediğim iki edilmeyecek.

    Padişah dinlemiş dinlemiş, sonra da;

    - Tamam, demiş. Bir dediğin iki edilmeyecek. Dört yıl boyunca dilediğin şeye sahip olacaksın. Hiçkimse sana karşı gelmeyecek. Fakat , dört yılın sonunda bana Hızır’ı gösteremezsen, eğer sözünde durmazsan ölüm için hazırlan.

    Adam kendinden emin bir şekilde, sesini de gürleştirerek;

    - Beni dilediğiniz şekilde öldürebilirsiniz efendim, demiş.

    Ve padişah emir buyurmuş, adama bir köşk hazırlanmış. İçi altınlarla doldurulmuş. Bu dünyada sahip olunacak ne kadar şey varsa bir bir verilmiş.

    Adam halinden memnun, dört yıl sonrasını hiç düşünmeden yaşamaya başlamış. Fakat dört yıl nedir ki, göz açıp-kapayıncaya kadar gelir-geçer. Nitekim giden günlerin hiç farkına varmadan, adam bir de bakmış dört yıl bitivermiş. Bir telaştır başlamış. Padişaha gidip ne diyeceğini bilemiyormuş. Hızır’ı nerede bulsun da getirsin!

    Eğer yalan söylediğini padişah öğrenirse, onun çok sinirleneceğini de biliyormuş. Dört yıl önce konuştuklarını birden hatırlayıvermiş. Tek çareyi kaçmakta bulmuş adam. Şehirden çok uzakta bir yer bulmuş kendisine ve orada gizlenmeye başlamış.

    Padişah adamı getirmeleri için köşke askerlerini göndermiş. Fakat adamın kaçtığını öğrenmişler. Bütün askerler şehrin her yerini araştırmaya başlamışlar.

    Adam gizlendiği yerde gece-gündüz dua edip yalvarıyormuş:

    - Beni kurtar. Bu kuyudan çıkmama yardımcı ol. Bunu ancak sen yapabilirsin. Beni kurtar.

    Korkudan tit tir titriyormuş. O sırada yanıbaşında bir dedecik belirivermiş. Nasıl ve nereden geldiğini anlayamamış bu dedeciğin. Dedecik adama bakmış, hali perişan. Sormuş;

    - Neden korkuyorsun? Kimden saklanıyorsun böyle? Bana anlatırsan belki bir çaresini bulabiliriz.

    Adam her şeyi açık açık anlatmış dedeciğe. Dedecik de hiç konuşmadan dinlemiş onu. Sonra da;

    - Haydi beni padişaha götür, demiş. Onu bir de ben göreyim.

    Şehre doğru yola çıkmışlar. Saraya daha varmadan padişahın askerleri yollarını kesmişler. Adamı ellerinden bağlamışlar, doğruca saraya götürmüşler. Dedecik de adamın yanındaymış. Padişah adamı görünce;

    - İşte dört yıl doldu, demiş. Bana Hızır’ı gösterme vaktin geldi. Her isteğini yerine getirdim. Şimdi sıra sende. Sen de benim isteğimi yerine getirmelisin. Yoksa öleceksin.

    Adam çaresiz, başını öne eğmiş ve;

    - Efendimiz, ben size yalan söylemiştim; demiş.

    Padişah bir vezirlerine, bir adama, bir de dedeciğe bakmış ve şunları söylemiş:

    - Sen bize yalan söyledin. Öyleyse bunun cezasını çekmelisin.

    Padişah önce birinci vezirine, “Bu adama nasıl bir ölümü uygun görürsün?” diye sormuş. Birinci vezir;

    - Sevgili padişahımız, demiş. Bence bu adamı parça parça edelim ve parçalarını meydana asalım. Böylece hiçkimse size yalan söyleme cesaretini bir daha gösteremesin.

    Bu cevap üzerine dedecik;

    - Herkes aslına çeker, demiş.

    Sıra ikinci vezire gelmiş. O da fikrini söylemiş:

    - Bu yalancıyı bir kazana koyup kaynatalım. En güzel ceza bu olur.

    Bu cevap üzerine dedecik yine;

    - Herkes aslına çeker, demiş.

    Üçüncü vezir de konuşmaya başlamış:

    - Bu adamı bir tepsiye koyup fırında kebap gibi pişirmeli.

    Dedecik bu sefer de aynı şeyi söylemiş:

    - Herkes aslına çeker.

    Sıra dördüncü vezire gelmiş. Padişah onun düşüncesini de öğrenmek istiyormuş. Dördüncü vezir;

    - Ey padişahımız, demiş. Siz merhametli bir hükümdarsınız. Hızır’ı ne kadar görmek istediğinizi biliyorum. Öyleyse Hızır aşkına bu adamı affedin. Çünkü onu bağışlamanız size yakışan bir harekettir. Mutlaka bunun karşılığında büyük mükafatlar verilecektir.

    Bu sözlerin sonunda dedecik yine aynı cümleyi söylemiş:

    - Herkes aslına çeker.

    Padişah dayanamayıp dedeciğe dönerek konuşmuş:

    - Kimsin bilmiyorum, fakat vezirlerim için hep aynı şeyi söyledin. Bu ne demek?

    Dedecik padişaha şu cevabı vermiş:

    - Ey padişah! Birinci vezirin bir kasabın oğludur. Bu yüzden adamı, bir kasap gibi parçalayıp astı. İkinci vezirin bir aşçının oğludur. O da adamı yemek gibi kazana koyup kaynattı. Üçüncü vezirin bir kebapçının oğludur. Bu sebeple adamı fırına koyup kebap gibi pişirdi. Dördüncü vezirin ise, bir alimin oğludur. O, “affedilsin” dedi. Çünkü merhametli olmayı öğrenmişti. Hepsi de görgüsüne göre ceza verdi.

    Bu sözleri dinlerken padişah düşünceye dalmış. Tam bu sırada dedecik;

    - İşte ben Hızır’ım, demiş ve ortadan kaybolmuş.

    Padişah hemen tahtından kalkmış, dışarıya bakmış. Fakat hiçbir şey görememiş. Sonra da şunları söylemiş:

    - Bu dünyada Hızır’ı görmeyi öyle çok istemiştim ki, bu adam sayesinde işte gördüm. Bana insanları nasıl tanıyacağımı da öğretti. Ve merhametli olmanın ne kadar güzel olduğunu gösterdi.

    Böylece adam ölümden kurtulmuş ve padişahla beraber sarayda yaşamaya başlamış. Yine bir dediği iki edilmiyormuş, ama artık adam hiçbir şey istemiyormuş.