kayseri escort ankara escort izmir escort antalya escort bursa escort istanbul escort

Etiketlenen üyelerin listesi

Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 SonuncuSonuncu
Toplam 14 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 10 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #1
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)

    Mezhep Kavramı Mezheplerin Doğuş Sebepleri

    a. Mezhep Kavramı ve Din-Mezhep İlişkisi

    aa. Mezhep Kavramı Mezhep, Arapça’da gitmek anlamına gelen “zehebe” fiilinden türemiştir; kelime olarak “gidilen yol” demektir. İslâm'ın "itikâdî ve amelî sahadaki düşünce ekolleri" diyebileceğimiz mezhepler, dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili tezâhürlerdir. Siyâsî, ictimâî, iktisadî, coğrafî, tarihî ve benzeri sebepler, dinin anlaşılması planında, belirli fikirlerin ya da şahısların etrafında odaklaşmalara yol açmıştır. Böylece, din anlayışında yer yer farklılaşmalar husule gelmiştir. Bu farklılaşmaların, zamanla sistematik özellik kazanarak, düşünce ve davranışları etkilemeye başlaması, kurumlaşarak ve sosyal hayatta derin izler bırakarak varlığını sürdürmesi, karşımıza "mezheb" olgusunu çıkartmaktadır. Müslümanlar, Hz.Muhammed'in vefatından sonra, muhtelif sebeplerle, dini farklı anlamaya, farklı görüşler üretmeye başlamışlardır. Bu farklılaşmalar, mezheplerin oluşumunu hazırlayan sürecin ilk aşaması olarak alınabilir. Her insan başlı başına bir dünya olduğuna göre, din anlayışında özgün bir boyut kaçınılmazdır. Üstelik bu özgün boyut, sevgi, saygı ve hoşgörü ortamında muazzam bir zenginlik sağlayabilir. Ancak, insanın sosyal bir varlık oluşundan kaynaklanan doğal örgütlenme arzusu, siyaset, ekonomi, sosyal değişme, kısaca insanın yapısından ve içinde yaşadığı koşullardan kaynaklanan birtakım sebepler, farklılaşma ile başlayan süreci, kurumlaşma aşamasına doğru sürüklemektedir. Sonuçta, ortaya, sayıları binlere ulaşan mezhepler çıkmaktadır. İslâm Düşünce Tarihi'nde, mezheb dendiği zaman, hem siyasî ve itikâdî nitelik taşıyanlar, hem de fıkhî, amelî nitelik taşıyanlar anlaşılmaktadır. Özellikle Türkçe'de, mezhep, her iki alanı da ifade etmek için kullanılmaktadır. Arapça'da, siyâsî ve itikâdî alandaki farklılaşmalar daha çok "fırka" kelimesi ile ifade edilmektedir. "İki şeyi birbirinden ayırmak,birinin diğerinden farklı olduğunu ortaya koymak" gibi anlamlara gelen "fereka" kökünden türeyen "fırka" kelimesinin,bir anlamda,"Müslümanları ayrılıklara düşüren inançları ve kütleleşmelere ön ayak olan fikirleri yermek ve kötülemek için" kulanıldığı söylenebilir. Bu bağlamda,"fırka" kavramının Kur'an'la irtibatlandırılması mümkündür. Al-i İmrân sûresinin 103. âyetinde, "Toptan Allah'ın ipine sarılın,ayrılmayın (ve la teferrekû)" buyrulmakta, bölünme,parçalanma, ayrılık yaratma kınanmaktadır. İslâm Mezhepleri Tarihi, daha çok "fırka" kavramı ile karşılanan siyâsî ve itikâdî nitelikli mezhepleri inceleyen, "İslâm Düşünce ekolleri" ni araştıran bir bilim dalıdır. Fıkhî-amelî mezhepler, İslâm Hukuku'nun ilgi alanına girmektedir.

  2. #2
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    a.b. Din ve Mezhep İlişkisi

    Din, insanlık tarihinin şahit olduğu, kökü insanlık kadar derinlerde olan bir olgudur. İnsanın olduğu her yerde, din de vardır. Dinler tarihi alanında yapılan araştırmalar, tarih boyunca bütünüyle dinden uzak bir toplumun mevcut olmadığını ortaya koymuştur. İşin ilginç yanı,yaygın inanç şeklinin ağırlıklı olarak Tek Tanrı inancı olmasıdır. Din temelde, akıl sahibi olan insanoğlunu, kendi hür iradesiyle hayırlara sevkeden bir "vad'ı İlâhî"dir. Elmalı'nın ifadesiyle "Din-i hakkın faslı mümeyyizi zevilûkulü hüsnü ihtiyari ile bizzat hayrata sevketmektir. Tabiri aharla dini hak zorla değil, seve seve hayır yapan fâili muhtar insanlar yetiştiren bir kanunu terbiyedir ve bütün saadetler de hayrın fâilidir". Din, insanın en iyi şekilde insanlığını gerçekleştirebilmesi; birey ve toplum planında fıtrata uygun, insan onuruna yaraşır, ahlâklı bir hayat imkânının sağlanması; insanın, kendi özüne yabancılaşmasının önlenmesi; özellikle aşkın alan hakkında doğru bilgilenmenin temini ve değerler alanında keyfiliğin imkanlar nisbetinde ortadan kaldırılması için vardır. Başka bir ifadeyle, din insan içindir ve doğrudan bir araç niteliği taşımaktadır. Amaç, insandır; insanın insanlığını gerçekleştirmesidir; insanın insanca yaşamasıdır. İnsan için olan dinin ana hedeflerinin gerçekleşip gerçekleşmediği, ya da dinin ne ölçüde fonksiyonel olduğu elbette tartışılacaktır. Ancak,dinin, -hangi isimde ve formda olursa olsun-, insanlık tarihi boyunca etkin olduğu; hatta insanlığın doğal akışına damgasını vurduğu herhalde tartışılamayacak kadar açıktır. İslâm, son peygamber olan Hz.Muhammed'e Allah katından gelen vahyin etrafında şekillenmiş bir din olup, onun sağlığında tamamlanmıştır. Hz.Muhammed, "örnek" insan sıfatıyla İslâm'ın nasıl hayata geçirileceğini bizzat yaşayarak gözler önüne sermiştir. Hz.Muhammed, Allah katından vahiy alan son peygamberdir. Hz. Muhamed’in sağlığında, Kur’ân’da iman esası olarak belirtilen Allah’a, ahiret gününe ve Hz.Muhammed’in peygamber olduğuna inanan bir mü’minler topluluğu meydana gelmiştir. İslâm’ın temel inanç ilkelerine inanan her insan, Müslüman adını almıştır. Hz.Muhammed’in sağlığında, sadece Müslüman insan vardır; herhangi bir mezhep, tarikat, cemaat ya da din anlayışını merkeze alan bir zümreleşme, bir örgütlenme söz konusu değildir. Hz. Muhammed’in vefatını müteakip, siyasî görüş ayrılıkları, kabilecilik, çıkarlar, İslâm’ın yayılma sürecinde karşılaşılan yeni kültürler, sosyal değişme, din anlayışında doğal olarak ortaya çıkacak olan farklılaşmaların kurumlaşmasına yol açmıştır. Daha sonraları “mezhep” adını alan bu oluşumlar, dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili tezahürlerden ibarettir. Bir başka ifadeyle, mezhepler, din değil; dinin anlaşılma biçimleridir. Mezhepler dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili tezahürler olduğu için, her ne sebeple olursa olsun, mezhep ve din kavramlarının özdeşleştirilmesi mümkün değildir. İslâm dini ilahî bir dindir. İslâm’ın anlaşılması planında ortaya çıkan her türlü oluşum insan ürünüdür, beşerîdir. Hz.Peygamber'in vefatından sonra, vahiy kapısı kapanmış olduğu için, hiç kimsenin, genel geçer nitelikli, doğruluğu tartışılamayacak, Allah katından gelen özel bir bilgi sahibi olduğunu iddia etme hakkı, İslâmî açıdan mümkün değildir. İslâm'ın din olarak evrensel ilkeleri, Hz.Peygamber'in sağlığında nihâî şekline kavuşmuştur. Bu sebepten, Hz.Peygamber'in sağlığında sergilenen din anlayışının evrensel ve mahallî olmak üzere iki boyutu mevcuttur. Zamana zemine bağlı olmayan, gelecek açısından bağlayıcı nitelik taşıyan, özellikle inanç, ibâdet ve nihâî hedefler noktasında kendisini gösteren boyut evrenseldir. Evrensel olmayan boyut, sadece Hz.Peygamber'in yaşadığı zaman dilimini ilgilendirir. Bunun geleceğe olduğu gibi taşınması, gelecek açısından bağlayıcı nitelik taşıması mümkün değildir. Ancak, Hz.Peygamber'in sağlığında ortaya çıkan din anlayışı, bir bütün olarak, daha sonraki dinî nitelikli oluşumların istikâmetinin belirlenmesi açısından bir kıstas özelliği taşımaktadır. Hz.Peygamber'in vefatını müteakip ortaya çıkan, dinî nitelik taşıyan bütün oluşumlar, İslâm'ın anlaşılma biçimleridir. Bütünüyle beşerî olan bu tür oluşumların İslâm'la özdeşleştirilmesi, hem İslâm'ın evrenselliğine, hem de insan gerçeğine aykırı olur. Artık, dinin anlaşılma biçimleri söz konusudur. İnsanlar, içinde bulundukları ortama göre, bilgi birikimlerine göre, Kur'ân'ın öngördüğü istikâmette İslâm'ı anlamaya ve yaşamaya çalışmak durumundadırlar. Beşerî nitelik taşıyan bütün olgu ve oluşumlar, tabiatı gereği, her türlü tahlil ve tenkide açık olacağı için, her ne sebeple olursa olsun, dinin anlaşılma biçimlerinin din gibi mütalaa edilmesi, geleneğin din haline getirilmesi, dinin etkinlik alanının daraltılması anlamına gelecektir. Bu durum, din anlayışının geçmişe göre şekillenmesine yol açacağı için , İslâm'ın evreselliği ile bağdaşmayacaktır.

  3. #3
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    a.b.a. Hak Mezhep, Bâtıl Mezhep ve Dört Hak Mezhebin Anlamı

    İslâm'ın bir din olarak teşekkülü, Hz. Muhammed'in yaklaşık 23 yıl süren peygamberliği dönemi ile sınırlıdır. Hz.Peygamber, vahiy ve aklı birlikte etkin kılarak, İslâm'ın anlaşılması ve sağlıklı bir şekilde hayata geçirilmesi konusunda sağlam bir "model" ortaya koymuştur. Hz.Peygamber'in vefatından sonra Müslümanlara düşen, bu sağlam "model"den yararlanarak, vahyi eksen alarak, zamana ve zemine en uygun, insan fıtratı ile çelişmeyen sağlıklı din anlayışına ulaşmaktır. Kur'ân'ın eksen alınması ve Hz.Peygamber'in ortaya koyduğu "model", sosyal değişmeye paralel olarak yenilenecek anlayış biçiminin istikâmetini belirleyecektir. İslâm tarihi boyunca ortaya çıkan her mezhep, kendisinin, İslâm’ın en iyi temsil eden, en doğru, en sahih mezhep olduğunu iddia etmiştir. İnsanlar, kendi mezheplerini önplana çıkartabilmek için, diğer mezhepleri kötülemek ihtiyacı hissetmişlerdir. Öyle ki, mezheplerin pek çoğunun lehinde ve aleyhinde hadisler uydurulmuştur. Her mezhebin mensupları, kendi mezheplerinin hak (doğru, gerçek, sahih) mezhep, diğer mezheplerin de bâtıl (gerçeğe uymayan, doğru ve sahih olmayan) mezhep olduğuna inanmışlardır. Her mezhebin, Kur'ân'a uygun olan ve uygun olmayan görüş ve düşüncelerinin olması her zaman imkân dahilindedir. Çünkü, bütün mezhepler insan ürünü olan oluşumlardır. İnsanoğlu, zaman zaman araç-amaç kargaşasından pek yakasını kurtaramamaktadır. Din, insan için bir araçtır; mezhepler de, hem dinin inlaşılması için, hem de insan için bir araçtır. Araç olan mezheplerin, çeşitli sebeplerle amaç konumuna yükseltilmesi, her mezhebin, hatta her dinî grubun kendisinin kurtuluşa ermiş fırka (Fırkayı Naciye) olduğunu iddia etmesi gibi bir sonuç doğurmuştur. Bunun anlamı, en azından mezheblerin birtakım temel görüşlerinin din gibi telakki edilmesi ve dinin birtakım temel fonksiyonlarının mezheplere yüklenmesi demektir. Mezhepler ve bütün dinî gruplar, en ileri noktada, İslâm'ın sadece bir tür anlaşılma biçimi olarak görülmelidir.Kurumlaşan farklılaşmaların niteliği, mezhep adı verilen oluşumların, İslâm'a göre konumunun belirlenmesini sağlamaktadır. Kur'an'da belirtilen temel inanç esaslarına bütünüyle zıt olan oluşumlar,"gulat" adı verilen aşırı fırkaların vücut bulmasına yol açmıştır. Öte yandan, Kur'an ilkeleriyle ters düşmeyen mezheplerin, isimleri, görüş ve düşünceleri, şekilleri ne olursa olsun, İslâm dairesi dışına itilmesi, İslâm'a uygun bir davranış biçimi değildir. Bir mezhebin hak veya bâtıl mezhep olduğunun tek ölçüsü Kur’ân-ı Kerim’dir. İnanç noktasında Kur’ân’a ters düşmeyen her mezhep hak mezheptir; Kur’ân’ın öngördüğü istikâmeti yitiren mezhepler de bâtıl mezheplerdir. Ancak, Kur’ân’ın, inanç noktasında kurumlaşmaya pek sıcak bakmadığını, her insanın aklıyla ve kendi hür iradesiyle imana ulaşacağını, “hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenemeyeceğini” ısrarla belirttiğini hatırlamakta fayda vardır. Kur’ân, inancı biçimlendiren geleneği “ataların dini” adı altında şiddetle eleştirir. Bu doğrultuda düşünecek olursak, “hak mezhep- bâtıl mezhep” ayrımından çok, Kur’*ân istikâmetinde olan, ya da olmayan Müslüman’dan sözetmenin daha doğru olacağını söyleyebiliriz. Çünkü, inanç noktasında önemli olan bireysel tavırlardır. Bir mezhebe mensup olmak, hangi mezhep olursa olsun, bireyin Müslümanlığını garanti altına almaz. Bir kimse, kim olursa olsun, hangi mezhebe mensup bulunursa bulunsun, Allah’a, ahiret gününe, Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanıyorsa, İslam dairesi içindedir. Hiç bir mezhep, hiç bir kimsenin Müslüman olup olmadığını belirleme hakkına sahip değildir. Mezheplerin hak olup olmadığı şeklindeki bir tasnif, sadece, temel ilkeleri açıkça Kur’ân’a aykırı olan mezhepleri belirleme noktasında bir anlam taşıyabilir. “Dört hak mezhep” ifadesiyle kastedilen, yaşayan dört fıkıh ekölüdür. Bunlar, Hanefîlik, Hanbelîlik, Şafiîlik ve Malikîlik’tir. Oysa, Müslümanlar arasında yüzlerce mezhep ortaya çıkmıştır. Bunlardan pek azı günümüze kadar yaşama şansı bulmuştur. Hak mezheplerin sayısını bu dört mezheple sınırlamak, İslâm tarihi boyunca ortaya çıkan yüzlerce mezhebi görmezlikten gelmek demek olur. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, İslâm dini bireysel kurtuluşu esas alır. İslâm’ın Kur’ân’da belirtilen temel ilkelerine inanan her insan, hangi mezhepten olursa olsun, İslam dairesi içindedir. Müslüman olan bir kimse, mezhebinin adı ne olursa olsun, “hak mezhep” mensubudur.

  4. #4
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    b. Mezheplerin Ortaya Çıkışı ve Mezheplerin Doğuş Sebepleri

    b.a. Mezheplerin Ortaya Çıkışı Hz.Peygamber'in sağlığında, ne siyâsî ve itikâdî mezheplerden, ne fıkhî-amelî mezheplerden söz edebiliriz. Mezhepler, Hz.Peygamber'in vefatından çok sonraları teşekkül etmeye başlamıştır. İlk ortaya çıkan mezhep, Haricîlik'tir. Daha sonra, Mürcie, Şia, Mu'tezile gibi itikâdî yönü ağır basan mezhepler oluşmuştur. Fıkhî mezheplerin oluşumu ise, hicri ikinci asra ve daha sonralara rastlamaktadır. Ehl-i Sünnet ise, Haricilik, Mürcie, Mu'tezile ve Şia gibi büyük mezheplerin görüşlerini sistemleştirip, Müslümanların çoğunluğundan farklı olduklarına inanıp, farklı oldukları hususları açıkça ortaya koymalarından sonra, geride kalan, ancak çoğunluğu teşkil eden Müslümanların görüş ve düşüncelerinin sistemli bir biçimde ifade edilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu haliyle Ehl-i Sünnet'in Haricilik, Şiilik gibi bir mezhep olarak telakki edilmesi, doğrusu biraz zor görünmektedir. Hz.Peygamber'e gelen ilk vahiyle birlikte,tarihî bir akış başlamıştır. Bunu bir dağın eteğinden fışkıran bir kaynağa benzetebiliriz. Allah'a, Ahiret gününe ve Hz.Muhammed'in peygamber olduğuna inanan insanların oluşturduğu İslâm toplumu, kaynaktan fışkırarak denize doğru akan nehir misali, insanlığın sonuna dek, tarihî akışına devam edecektir. Bu akış esnasında, zaman zaman, zemine uygun olarak birtakım kollar, "çoğunluk"tan ayrılarak yeni oluşumları gerçekleştirmiştir. Bu kolların bir kısmı, tarihin karanlıklarında gömülüp gitmiştir. Bir kısmı "çoğunluk"a paralel olarak akışını sürdürmüştür. Bazen de, "çoğunluk"un içinde birtakım iç akıntılar meydana gelmiştir. Bu sürecin ana çizgilerini, Mezhepler Tarihi'nin renkli sayfalarında görmek mümkündür. Mezhepler Tarihi, inanç ve gönül dünyâlarını vahye uygun hale getirerek, hayatı Tevhid eksenine göre şekillendirerek insanlığın zirvesini yakalayan insanlarla, arzu ve heveslerini, ya da önlerine çıkan her şeyi putlaştırarak insanlık sınırlarının ötesinde kalan insanları, bir ibret levhası olarak gözler önüne sermektedir.

  5. #5
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    b.b. Mezheplerin Doğuş Sebepleri

    Siyâsî ve itikâdî mezheplerin doğuşunda etkili olan pek çok sebep vardır. Ancak, ağırlıklı sebeplerin, isimden de anlaşılacağı gibi, siyâsî ve itikâdî nitelik taşıdığı hemen söylenebilir. Siyâsî ve itikâdî faktörler, başka sebeplerin de etkisiyle, dinin anlaşılma biçimi üzerinde etkili olmaya başlamış; anlayış planında belirgin farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Bu farklılaşmalarda birinci derecede etkin olan husus insandır, insanın temel özellikleridir. Çünkü dini anlayan da, yaşamaya çalışan da insandır. Mezheplerin doğuş sebeplerini iyi anlayabilmek için, birey ve toplum planında, insan unsurunun önemini iyi belirlemekte fayda vardır. Çünkü, bütün mezhepler insanın ürünüdür. İnsan unsuru devre dışı bırakıldığı taktirde, mezhepleri anlamak pek mümkün olmayacaktır. Diğer taraftan,anlayış planında yeni şekillenmelerin konusu din olduğu için, "din"in yapısından, özelliklerinden kaynaklanan sebepler, kendiliğinden varolmak durumundadır. Gerek kutsal metinlerin anlaşılması, gerekse peygamberin konumu farklılaşmalarda etkili olmuştur. Bu arada, İslâm öncesi Arap kültürü ve İslâm'ın yayılması esnasında karşılaşılan yeni kültür ve medeniyetler de, farklılaşmalarda etkili olan unsurlar arasındadır.

  6. #6
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    b.b.a. Mezheplerin Doğuşunda İnsan Unsurunun Rolü

    Din, insanın en iyi şekilde insanlığını gerçekleştirebilmesi için bir araç niteliği taşımaktadır. Din insan içindir. Bu sebepten, dini anlayacak olan insandır. Mezhepler, din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşması sonucu ortaya çıkan beşerî oluşumlar olduğuna göre, mezhep olgusunun temelinde insan var demektir. İnsanın birtakım özellikleri, mezhepleri oluşturan farklılaşmaları hazırlamaktadır. İnsan,sürekli "oluş" halindeki bir varlıktır. İnsan, her an yeni bir insandır. Bu “oluş” süreci, hem ----olojik, hem de ruhsaldır. İnsanın ilk hücerelerinin teşekkülü ile birlikte başlayan “oluş süreci”, insanın son nefesini vermesiyle tamamlanmış olur.Buna,fert planında, "insanın kendini gerçekleştirme süreci" adını vermek mümkündür. Değişen bireylerin meydana getirdiği toplum da, sürekli yenilenmekte, tazelenmektedir. Bireysel olarak da, toplumsal olarak da, sürekli bir değişme ve yenilenme söz konusudur. Bu değişme süreci içerisinde, ister istemez, din anlayışı da değişmekte; öne çıkan ögeler zamana, zemine göre farklı olmaktadır. Her insan, yaratılış itibariyle "tek"tir. Biri diğerinin tıpa tıp aynı olan iki insanın varlığından sözetmek mümkün değildir. Her insan, başlı başına bir dünyâdır. Bu sebepten, insanların, din olgusu konusunda farklı anlayışlara ve tutumlara ulaşmalarının kaçınılmaz olduğu söylenebilir. İnsanların birey olarak "tek"liği, herkesin, eşyayı, olgu ve olayları, öncelikle kendi açısından görmesi sonucunu doğurmaktadır. Görüş, düşünce ve kanaatler, her insanın yeteneklerine, bilgi birikimine, içinde yetiştiği ortama ve kapasitesine göre değişmektedir.İşin içine, dinin inanç boyutu girdiği zaman, farklılaşmalar, kendiliğinden bir kat daha artacaktır; çünkü inanç alanının görünen kısmı, yani başkalarıyla ortak olan yönü çok azdır. Her insan, sadece kendisi inanır; inancının niteliğini, derinlemesine kendisi bilebilir. İnanç alanı ile ilgili tecrübelerin doğru olarak başkalarına aktarılması da pek kolay değildir. Bu hususla ilgili ferdî tecrübelerin, genel-geçer bir hüviyete büründürülerek aktarılması hem yanlıştır; hem de birtakım ciddi yanılgılara sebep olmaktadır. Öyle zannediyoruz ki, inanç alanı ile ilgili bilgi kaynağının sadece Kur'an olması, keyfilikleri önleyici bir özellik taşıyor olmalıdır. İnanç alanı, fertlere özgüdür; bilgi kaynağının vahiyle sınırlı oluşu, bir dereceye kadar, çarpık oluşumlara engel olmaktadır. Kanaatımıza göre müslümanlar, Kur'an merkezli din anlayışına sahip olma konusunda gereken hassasiyeti göstermiş olsalardı, farklılaşmalar bu kadar çok olmaz ve yaygınlaşmazdı. İnsan ,yaratılışı gereği inanan bir varlıktır. Din olgusunun insanla birlikte varoluşu ve insanlığın tarihî akışına damgasını vurmuş olması ,bu inanmanın ne ölçüde etkin olduğunu göstermektedir. İnsanoğlu, sürekli inanacak bir şeyler aramaktadır. Bu arayışların merkezinde, Tevhid ilkesi vardır; bütün peygamberler, insanları Tevhid çizgisinde tutabilmenin mücadelesini vermişlerdir. Tek Tanrı inancına ulaşamayanlar, önlerine çıkan her şeyi kolayca putlaştırabilmektedirler. Öyle ki, korkulan ve sevilen şeylerin putlaştırılmasının yanında, arzu ve heveslerin bile putlaştırıldığını görmekteyiz. Her putlaştırma olayı, insan özgürlüğünün adım adım yokedilmesi demektir.Gerçek özgürlüğe açılan kapı, tek Tanrı inancından geçmektedir.

  7. #7
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    b.b.b. Mezheplerin Doğuşunda Sosyal Değişmenin ve Hızlı Kültür Değişiminin Etkisi

    İnsan, sosyal bir varlıktır; hayatını diğer insanlarla bir arada sürdürmek durumundadır. Bu ise, ister istemez, çeşitli alanlarda işbirliği, güçbirliği yapma arzusunu beraberinde getirmekte ve gruplaşmalara yol açmaktadır. Dinî nitelikli zümreleşme faaliyetlerinin ve anlayışla ilgili karşımıza çıkan farklılaşmaların arka planında da, bu sosyal gerçek yatmaktadır. Birtakım siyâsî amaçların gerçekleşmesi açısından, dinî motiflerin ne derecede etkin olduğu açıkça görülmektedir. İnsanlar, tarih boyunca, dini, bazı amaçlar için bir basamak olarak kullanmaktan pek çekinmemişlerdir... Sosyal hayatın yürüyebilmesi için birtakım "değerler"e ihtiyaç vardır. İnsan yaratılışı gereği, "değer" kavramının bilincinde olan bir varlıktır. İnsanı insan yapan, toplumu ayakta tutan, işte bu değerlerdir. "Değerler"i iki grupta ele almak mümkündür: Yüksek ilâhî değerler, insanın ürettiği değerler. Yüksek ilâhî değerler, insanın olduğu her yerde etkin olan genel-geçer bir nitelik taşımaktadır, evrenseldir. İnsan kaynaklı değerlerin, sadece bir kısmı evrensel nitelik taşımaktadır. Zaman zaman, Yüksek ilahî değerlerle insan ürünü olan değerler arasında bir çatışma baş gösterir. Mezheplerin oluşmasına yol açan faktörlerden birisi de, işte bu çatışmadır. Sosyal hayatın kendine özgü bir dinamizmi vardır; sürekli değişir, gelişir, yenilenir. Bu süreç içerisinde, daha çok evrensel nitelik taşıyanlar kalıcı olabilmektedir. Ancak, insanların ,her alanda evrenseli yakalayabilmesi kolay olmamaktadır; çünkü sosyal hayatın akışında, kendine özgü bir tutuculuk vardır. İnsanlar, ilk başlangıçta, "yeni" olan şeylere hemen karşı çıkmaya hazır gibidirler. Bu bağlamda, anlayış ve düşünce alanında kendisini gösteren bazı kurumlaşmalardan söz etmek mümkündür. Yer yer yararlı olan kurumlaşmalar, evrenselin yakalanması konusunda ciddi güçlükler doğurabilmektedir. Özellikle "düşünce gelenekleri"ni kırabilmek, gerçekten çok güçtür. Kur'an'ın "ataların dini" adı altında eleştirdiği zihniyet, sağlıksız kurumlaşmaların ürünüdür. Her peygamber, önce bu "ataların dini" zihniyeti ile mücadele etmiştir. Putları kırarak, baltayı büyük putun boynuna asan Hz.İbrahim, çevresindekilerin,"sen bizim atalarımızın dinini değiştirmek istiyorsun" şeklindeki suçlamasına muhatap olmuştur. Aynı durum, bizim peygamberimiz Hz.Muhammed için de söz konusudur. .Hz.Peygamber'e yöneltilen suçlamalardan birisi de, bu "ataların dinini değiştirme" ile ilgilidir. Sosyal hayatın tabiî akışı içerisinde, zaman zaman, din, geleneklerle bütünleşebilmektedir. Böylece, dinin kendine özgü dinamizmi kaybolmakta, katı kurallar ön plana çıkmakta ve yine sağlıksız bir kurumlaşma başlamaktadır. Din anlayışında şeklin ve şekilciliğin ağır basması ve buna bağlı olarak gelişen farklılaşmalar, bu tür kurumlaşmaların tipik tezahürleridir. Diğer taraftan, toplumlar, bazen, "hızlı kültür değişimi" diyebileceğimiz bir olgu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. İslâm'ın doğuş dönemi dikkatlice incelendiği zaman, bu "hızlı kültür değişimi" olgusunun etkinliğini ve ağırlığını görmek mümkündür. İslâm, her ne kadar yeni bir din olduğu iddiasında değilse de, ilk muhatab olduğu toplum için, hem inanç, hem de değerler ve davranış bakımından yeni olan pek çok unsuru bünyesinde taşıyordu. Putperestliğin her yeri kuşattığı bir ortamda, tek Tanrı inancı -Cahiliyye dönemi insanı buna bütünüyle yabancı olmasa bile- yeni bir inanç şekli olarak anlaşılmaktaydı. Ahiret inancı, her şeyin bu dünyadan ibaret olduğunu düşünen, maddeyi ön planda tutan insanların anlamakta çok güçlük çektikleri bir inançtır. Kur'an'ın ağırlıklı olarak ahiret inancı üzerinde durması, bunun bir göstergesi olarak anlaşılabilir. İslâm'ın getirdiği, fazilet olarak sunulan birtakım yüksek değerler de, cahiliyye dönemi insanına çok ters gelmiştir. Nitekim, Hz.Peygamber'in, İslâm'ı tebliğ esnasında karşılaştığı güçlüklerden sadece Kur'an'a yansıyanlara baktığımız zaman bile, bu konuda bir fikir sahibi olmamız mümkündür. O dönem insanı, Hz.Muhammed gibi zengin olmayan, toplumda, o zamanın değer ölçülerine göre önemli bir yeri olmayan bir kimsenin peygamber olmasını anlamakta güçlük çekmiştir. Her şeyden önce, Kur'an'ın getirmiş olduğu "insan" anlayışı, Cahiliyye dönemi insanının "insan" anlayışı ile uyuşmamaktadır. Kur'an, insanlar arasında tek üstünlük ölçüsü olarak ilim ve takvayı öne sürerken, o dönem insanı, övünmek için, mezarda yatanları bile hesaba katmaktan çekinmemiştir. (Bk.Tekâsür,1-8). Kur'an, insan olmayı ön planda tutarken, o dönem insanı, güçlü olanın yaşama hakkı olduğunu inanmaktadır; zayıf ve kimsesiz olanların, ancak güçlülerin yanında yer aldıklarında yaşama hakkı vardır... Toplum, sosyal bir varlık olan insanı yoğurmakta, hâkim olandeğer yargılarına şekillendirmektedir. Bu sebepten, her insan, ister istemez, içinde yetiştiği toplumun ürünü olmak durumundadır. Sosyal hayatın kendine özgü dinamikleri, yer yer din anlayışında farklılaşmalara da sebep olmaktadır. Öyle zannediyoruz ki, sosyal yapının etkin olması sonucu oluşan bu farklılaşmalar, dinin anlaşılma biçimi olan mezheplerin doğuşunu doğrudan etkilemiş olmalıdır. Nitekim, mezheplerin doğuş süreci ve yayıldığı, tutunduğu alanlar dikkatle incelenirse, bu izleri yakalamak imkan dahiline girmektedir. Haricilik, daha çok çölde yaşayan, medenî hayata intibak etme güçlüğü çeken bedevî arap karekterinin belirgin ögelerini bünyesinde taşımaktadır. Şiilik, uzun süre yarı ilahî (karizmatik) krallarla yönetilmiş olan Fars asıllıların ve Sasanî kültürünün izlerini yansıtmaktadır. Din anlayışındaki farklılaşmalar,daha çok karşımıza ya şahıslar etrafındaki zümreleşmeler olarak, ya da belirli fikirler etrafındaki odaklaşmalar şeklinde çıkmaktadır.Bu farklılaşmaların temelinde,hiç kuşkusuz toplum ve sosyal hayat yatmaktadır.Sosyal çalkantıların,bunalımların yoğun olduğu dönemlerde,kitlelerin mistik eğilimlerinin arttığı gözlenmektedir.Dikkat edilecek olursa,büyük tarikatların belirgin bir tarzda bunalımlı dönemlerde mayalandığı ve boy gösterdiği gözlenecektir.Mistik eğilimleri ağır basan mezheplerin de daha çok böyle çalkantılı dönemlerde tarih sahnesindeki yerlerini aldıkları söylenebilir....

  8. #8
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    b.b.c. Mezheplerin Doğuşunda Siyasî Sebepler

    Mezheplerin doğuşunda etkili olan en önemli faktörlerden birisi de siyâsî olaylardır. Bunları, kesin hatlarıyla sosyal sebeplerden ayırabilmek pek mümkün değildir. Biz,siyâsî sebeplerin etkilerini, ana hatları ile ortaya koymaya çalışacağız. Hz.Muhammed, Kur'an'ın ana ilkelerinin ışığında, o zamanki Arap toplumunun siyâsî-idarî geleneklerinden de yararlanarak bir model ortaya koymuştur. Dört halife dönemi uygulamaları da, bir arayış olarak değerlendirilmelidir. Bu uygulamaların hepsinin farklı nitelikler taşıyor olması, bu kanaatımızın doğruluğunun bir kanıtı olarak anlaşılabilir. Hz. Ebû Bekir, bir tür serbest seçim diyebileceğimiz usulle halife olmuş olmasına rağmen, Hz.Ömer'i hilâfet makamına kendisi atamıştır. Hz.Ömer ise, halifenin belirlenmesi işini altı kişilik bir heyete havale etmiştir.Bu sebepten,dört halife dönemi uygulamalarının peygambersiz hayata intibak etmeye çalışan Müslümanların siyâsî-idarî alandaki ciddi arayışları olarak değerlendirilmesinde fayda vardır. Üzülerek belirtmek gerekir ki, tarihi seyir içerisinde Müslümanlar, siyâsî-idarî meselelerin müslümanlara bırakıldığı gerçeği pek anlamak istememiş gibidirler. Şia problemi Allah'a çözdürtmek istemiş, ortaya kocaman bir imamet nazariyesi, nass ve tâyinle gelen mâsum imamlar çıkmıştır. Ehl-i Sünnet uzlaşmacı tavrına uygun olarak siyâsî meseleleri ağırlıklı bir şekilde hilâfet noktasında ele almış ve işi Kureyş'in üstüne yıkma yoluna gitmiştir. Haricîler ise, “Kureyş’in üstünlüğü” fikrine karşı çıkmalarına rağmen, “karizmatik bir toplum” oluşturmaya kalkışmışlar, aşırılıkları yüzünden insan fıtratını zorlamışlar ve tarihin derinliklerinde kaybolup gitmişlerdir. Kur'an'ın siyâsî meseleleri "insan"a bırakmış olması gerçekten fevkalâde önemli bir olaydır. Sürekli değişen sosyal yapı, kendi bünyesine uygun siyâsî oluşumları kendisi geliştirmek, oluşturmak durumundadır. Böylece sosyal değişme olgusuna ters düşen şekillenmeler, kendiliğinden toplumun gerisinde kalacak ve sosyal dinamizmi engellememiş olacaktır. İslâm Mezhepleri Tarihi, bize,"siyasî meselelerin 'insan'a bırakıldığı gerçeği"nin öneminin yeterince kavranılamamasının Müslümanlara çok pahalıya malolduğunu göstermektedir. Mezhepleri birbirinden ayıran temel motiflerin pekçoğu siyâsî nitelik taşımaktadır. Meselâ, Şiiliği diğer mezheplerden ayıran en belirgin görüş "imamet" meselesi etrafında düğümlenmektedir. Şia'ya göre, "İmamet" inanç esasıdır; bir kimsenin müslüman olabilmesi için, bu "imamet"e de inanması zorunludur. Ehl-i Sünnet ise, imâmet konusunu ısrarla inanç alanının dışında tutmaya özen göstermiştir..

  9. #9
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    b.b.c.a. Hz.Muhamed’in Vefatından Sonra Ortaya Çıkan Hilafet-İmamet Tartışmalarının Mezheplerin Doğuşunda ve Görüşlerinin Sistemleşmesinde Etkisi

    Hz.Peygamber'in vefatı üzerine ortaya çıkan hilâfet- imâmet tartışmaları: Hz.Peygamber'in,yerine hiç kimseyi bırakmadan vefat ettiği,açık seçik bilinen bir husustur. Hz. Peygamber, hicrî 32 yılında vefat ettiği zaman,müslümanlar uzun süre bu olayın şokundan kurtulamamışlar ve peygambersiz hayata intibak etme konusunda büyük sıkıntı çekmişlerdir. Bu sıkıntının boyutlarını anlayabilmek için,İslâm'ın 23 yıl gibi sosyal hadiseler açısından fevkalâde kısa sayılabilecek bir sürede, oldukça hızlı bir kültür değişiminin gerçekleştirilmesi sonucu vücut bulduğunu hatırlamakta fayda vardır. Hz.Muhammed'in peygamberlik hayatının yaklaşık 13 yılı Mekke'de geçmiştir. Mekke Dönemi'nde müslüman olanların sayısı 400 civarındadır.Medine dönemi ise, Bedir gibi Uhut gibi büyük savaşların yaşandığı bir dönemdir. İslâm, Medine döneminin sonlarına doğru Medine'nin sınırlarını aşarak tekrar Mekke'ye ve daha sonra da Arap yarımadasının derinliklerine doğru uzanmaya başlamıştır. Bu sebepten, Hz.Peygamber'in sağlığında Müslümanların siyâsî kanaatlarının olgunlaşabileceğini düşünmek, doğrusu biraz zordur. Hatta, din anlayışının bile, Kur'an'a göre şekillenip şekillenmediği tartışılmalıdır. Müslümanlarda mevcut olan erken devir idealizasyonu, bu dönemin doğru anlaşılmasını ve değerlendirilmesini engellemektedir. Hz.Peygamber'in sağlığında İslâm, din olarak tamamlanmıştır; ancak, İslâm'ın, kökleşme ve oturma sürecinin devam ettiği gözden uzak tutulmamalıdır. İslâm dini, Arap kültürüyle yoğrulmuş bir toplumun içine doğmuştur. Hz.Peygamber, kırk yaşlarına kadar bu toplumun bir ferdi olarak hayatını sürdürmüştür. İslâm, öncelikle inanç ve değerler alanında, Cahiliyye Dönemi insanının kişiliğini şekillendiren birtakım unsurların geçersiz olduğunu açıkça ilan etmiştir. Kur'an, yeni bir inanç ve değerler bütünüyle insanlığın karşısına çıkmıştır. Hz. Peygamber'in İslâm'ı tebliğ süreci içinde karşılaştığı güçlüklerden Kur'an'a yansıyanlara şöyle bir göz attığımız zaman, o dönem insanında hakim olan zihniyetin Kur'an'la ne ölçüde çeliştiğini biraz anlama imkanı bulabiliriz. Kur'an, yaratılış itibariyle bütün insanların bir erkekle bir dişiden yaratıldığına dikkat çekerek,beşerî münasebetlerde gözetilmesi gereken ölçüyü şöyle ortaya koyar:"Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır". Kur'an'ın bu tavrına karşılık,o dönem insanı kabileciği,soy- sopla övünmeyi bir sanat haline getirmiştir.Öyle ki,bu iş için mezarda yatanlar bile hesaba katılabilmektedir.O dönemde,kabilecilik,bir tür san'at haline getirilmiştir.Hz.Peygamber'in Haşimoğullarından olması, Ümeyye oğullarının,-bir kabile olarak- Mekke'nin fethine kadar Müslümanlara karşı amansız bir savaş açmalarına sebep olmuştur. Diğer taraftan, Hz.Muhammed gibi zengin olmayan, üstelik yetim olan bir kimsenin peygamberlikle görevlendirilmesi de o dönem insanına oldukça ters gelmiştir. "Allah peygamber olarak gönderecek başka bir kimse bulamadı mı?" şeklinde özetlenebilecek olan bu zihniyetin izlerini, daha sonra olaylarda bulmak mümkündür. İşte, Hz.Peygamber, böyle bir toplumdan, "mü'minlerin kardeşliği" esasına dayalı örnek bir toplum meydana getirmeye çalışmıştır. Bunda, kısmen başarılı da olmuştur. Öyle zannediyoruz ki, "Asr-ı Saâdet" kavramı, Hz.Peygamber'in başarısının bir özeti olarak değerlendirilebilir. Hz.Peygamber vefat ettiği zaman, Cahiliyye dönemi zihniyeti, varlık mücadelesini hâlâ sürdürmekteydi. Kabilecilik bütün kurum ve kuruluşları ile yaşama savaşı veriyordu. Buna karşılık, İslâm'ın kökleşme ve oturma mücadelesi de bütün hızıyla devam etmekteydi. Hz.Ebû Bekir'in halife seçilmesi böylesine gerginliklerin yaşandığı bir zaman dilimine tesadüf etmiştir. Hz.Ebû Bekir'i o makama getiren faktörlerin başında liyakati ve kabileler arası denge politikası gelmektedir. O dönemin özellikleri, Hz.Ebû Bekir gibi, bütün Müslümanların üzerinde ittifak edebilecekleri bir şahsı o makama yükseltmiştir. Hadiseyi daha iyi anlayabilmek için, Hz.Ebû Bekir'in nasıl halife olduğunu kısaca özetlemekte fayda vardır: Hz. Peygamber'in vefat ettiği haberinin yayılması üzerine Medine'nin ileri gelenleri Sakif Oğullarının Gölgeliği'nde toplanırlar. Kendi içlerinden bir kimseyi halife seçmek üzere tartışmalara başlarlar. Bu sırada durumdan haberdar olan Ebû Bekir ve Ömer olay yerine gelir. Medineliler, İslâm'a hizmetlerini öne sürerek, halifeliğin kendi hakları olduğunu düşünmektedirler. Ebû Bekir ve Ömer'in müdahelesinden sonra, hilafet işini paylaşmayı teklif ederek, "bir emir sizden, bir emir bizden olsun" derler. Tartışmanın uzaması üzerine Ömer ileri atılarak, gerekçelerini izah eder, neticede Ebû Bekir üzerinde anlaşma sağlanır. Hz. Ebû Bekir'in tercih edilme sebeplerinden birisi, Medine'nin iki büyük kabilesi Evs ve Hazrec'in,bu işi kendi aralarından paylaşamamalarıdır. Diğer önemli bir sebep ise, daha önce dikkat çekildiği gibi, Ebu Bekir'in bütün Müslümanların üzerinde birleşebileceği bir isim olması ve bu işe layık olmasıdır. Halife seçimi esnasında Haşimoğulları, Hz.Peygamber'in techiz ve tekfin işleri ile ilgilenmektedirler. Ümeyye Oğulları ise, yeni Müslüman oldukları için, bu konuda söz sahibi olmadıklarını düşünmektedirler. Nitekim, diğer Müslümanlar, uzunca bir süre, Ümeyye Oğullarına "kılıç zoruyla Müslüman olanlar" gözüyle bakmışlardır. Hz.Ebû Bekir'in hilafet makamına gelişi ile ilgili tartışmalardan çıkarılabilecek en önemli sonuçlardan birisi, bu meselenin, daha çok Arap geleneği doğrultusunda ve kabileler arası denge politikası gözetilerek çözümlenmiş olduğudur. Diğer önemli sonuç, ilk Müslümanlar, hilafet işinin kendilerine -"insan"a- bırakılmış bir iş olduğunun bilincinde olduklarıdır. Bu hadise, bize, Hz.Peygamber'in hiç bir kimseyi halife tayin etmediğini de göstermektedir. İşin aslına bakılırsa, Hz.Peygamber'in halife tayin etme yetkisinin olduğunu düşünmek bile biraz zordur. Çünkü,Kur'an, hiç bir kimseye ve hiç bir kabileye üstünlük hakkı tanımamıştır. Halife seçimi esnasında, Hz.Peygamber'in techiz ve tekfin işleri ile ilgilenen Haşimoğullarının devre dışı bırakıldığı gibi bir izlenim doğmaktadır. Bu durum da, o zamanki kabileler arası denge politikası ile ilgili olmalıdır. İslâm öncesi dönemde, Mekke'nin iki büyük kabilesi olan Haşimoğulları ile Ümeyye Oğulları arasında sürekli bir rekabet gözlenmektedir. Hz.Peygamber'in Haşimoğullarından olması,bu yarışta Haşimoğullarının biraz daha nüfuz kazanmalarına yol açmıştır. Ancak,diğer küçük kabilelerin Haşimoğullarına ve ÜmeyyeOğullarına pek sıcak baktıkları da söylenemez.İbn Abbas ile Hz.Ömer arasında geçtiği söylenen bir tartışmada,İbn Abbas'ın "Eğer Kureyş Allah'ın peygamberini seçtiği yerden kendi halifesini seçmiş olsaydı,en doğru olanı yapmış olurdu" şeklinde ifadesini bulan düşüncenin Haşimoğullarının bu konudaki umumî tavırlarını aksettirdiği kabul edilebilir. Hz. Ömer'in cevabı da,diğer müsülümanların bakış açılarını aksettirmektedir:"Kureyş,nübüvvet ile hilafetin sizde birleşmesini istemiyordu. Hz.Ebû Bekir'in halife olmasıyla çözülmüş gibi gözüken mesele,daha sonraları da tartışma konusu olmaya devam etmiştir. Şia, Ebu Bekir'in, Ömer'in etkisiyle, bir oldu bitti sonucu halife olduğunu ileri sürmüş, hilafetin Ali’nin hakkı olduğunu iddia etmiştir. Şia’ya göre, Hz. Muhammed, Allah’ın emriyle Ali’yi imam/halife tayin etmiştir; Ali'nin imameti nass ve tayinle belirlenmiştir. Ali’nin ve Oniki İmam’ın imametine inanmak, bu imamların masum olduklarını kabul etmek, Şiî imamet nazariyesinin özünü oluşturmaktadır. Ehl-i Sünnet, dört halife döneminde ortaya çıkan uygulamaları, siyasî anlayışın eksenine yerleştirmiştir. Hilafet meselesini inanç esası olarak görmemiştir. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin sırasıyla halife olduklarını kabul etmiştir. Hariciler, Ebu Bekir ve Ömer dönemlerini en ideal dönemler olarak görmüş, ilk altı yıldan sonra Osman'ın, Tahkim hadisesinden sonra da Ali'nin küfre gittiğini iddia etmişlerdir.

  10. #10
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    b.b.c.b. Hz.Osman’ın Hilafeti Dönemindeki “Fitne Olayları”nın Mezheplerin Doğuşundaki Rolü

    Hz.Osman'ın halife olmasıyla birlikte, tarihî arap kabileciği yeniden hortlamış, Emevî- Haşimî çekişmesi su yüzüne çıkmıştır. Daha Osman halife olmadan, Ömer'in teşkil ettiği şurada Ali ile Osman karşı karşıya kaldıkları zaman, bazı kimseler, Ali halife olursa, onu kabul etmeyeceklerini, bazı kimseler de Osman halife olursa kabul etmeyeceklerini söylemeye başlamışlardır. Osman'ın halife olmasıyla birlikte, Ümeyye Oğulları, kaybettikleri nüfuzlarına yeniden kavuştuklarını düşünmeye başlamışlardır. Osman'ın, önemli mevkilere kendi kabilesinden insanları ataması büyük tepki uyandırmıştır. Bir müddet sonra Ümeyye Oğullarının Medine sokaklarında, A.Cevdet Paşa'nın ifadesiyle "savulun yoldan biz geliyoruz"diyerek gövde gösterisine kalkışmaları,onlara yönelik olarak zaten varolan olumsuz duyguların yeniden yeşermesine ve güçlenmesine sebep olmuştur.Ümeyye Oğullarının genel tutumu, valilerin birtakım keyfi uygulamaları,Osman'ın,yaşlılığı ve biraz da Ömer'den sonra gelmesinden dolayı,bir otorite boşluğunun doğmasına yol açması,onun,Medine'deki tabanını yitirmesine yol açmıştır.Öyle ki,Medineli müslümanlar, "emsar" adı verilen taşra vilayetlere,"cihada çıkmak istiyorsanız,bunun yeri bugün Medine'dir" şeklinde,bir tür isyana çağrı niteliği taşıyan mektuplar yazmalarına yol açmıştır. Sonunda Osman'ın öldürülmesine yol açan "Fitne olayları" başlamıştır. Hz.Osman'ın hilfatenin ilk altı yılından sonra baş gösteren "Fitne Olayları" olarak tarihe geçen hadiseler, Medine'de Ümeyye Oğullarının hakimiyetinden rahatsız olanların,Kufe'de,vali Said b.el As tarafından dile getirilen "Kufe Kureyşin çifliğidir" görüşüne karşı çıkarak Kureyş'in merkezi otoritesini tanımak istemeyenlerin,Mısır'da ise vali İbn Ebî Serh'in icraaından hoşlanmayanların bir anlamda ortaklaşa gerçekleştirdikleri,yer yer dinî duygularla beslenmiş bir harekettir.Sonunda Hz.Osman,Medinelilerin gözleri önünde şehit edilmiştir. Ümeyye Oğulları,Osman'ın öldürülmesinden,doğrudan,Haşimoğullarını ve Ali'yi sorumlu tutmayı tercih etmişlerdir.Bu durumun da,kabilecilik anlayışından ve geleceğe yönelik siyâsî yatırım arzusundan kaynaklandığını söylemek mümkündür.

Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 6 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 6 misafir)

Benzer Konular

  1. Mezhep Ne Demektir? İtikatta Mezhep Nedir?
    Konu Sahibi Nartaneside Forum Dini Hikayeler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 24.Aralık.2017, 12:34
  2. Nedensellik Kavramı
    Konu Sahibi Nartaneside Forum Sosyoloji
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 24.Eylül.2017, 19:06
  3. Doğuş - Yeniden Doğuş (2014)
    Konu Sahibi Peri Forum Türkçe Şarkı Sözleri
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 24.Aralık.2014, 20:21
  4. Namus Kavramı
    Konu Sahibi aSk Forum Serbest Bölge
    Cevap: 4
    Son Mesaj : 20.Ekim.2014, 16:24
  5. Zaman kavramı.
    Konu Sahibi JankAt Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 11.Ekim.2014, 16:19

Bu Konu için Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
gaziantep escort bayan gaziantep escort sesli sohbet seks hikaye onwin venüsbet giriş tipobet365 sahabet karabük escort ordu escort kars escort kocaeli escort izmit escort edirne escort ısparta escort karabük escort manisa escort adana escort
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara çankaya escort kızılay escort kızılay escort ankara eskort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort istanbul escort avrupa yakası escort çapa escort şirinevler escort avcılar escort beylikdüzü escort